Kürt siyasetinde sol kayyımlar
40 yıl içinde karşıtlarına benzeyen Kürt hareketi jakobenci bir sosyal mühendislik olarak Kemalist rejim ve Sovyet rejimi gibi geleceğin ideolojik ideal insan üretimine girişti. Bunun sonucu ise ideolojik makineye dönüşen bireyler. Kültür, dil ve ulusal sorunlar ise yeni Kürt resmi ideolojisinin “ilkel milliyetçilik” söylemi zırhına çarpacaktı.
Sharo I. Garip sgarip@uni-koeln.de
GİRİŞ: GEÇ KALAN ULUS
Ortadoğu’da 1. Dünya Savaşı’nın öncesinde başlayıp sonrasında devam eden alt üst oluşlar tekrar yaşanmaktadır. Bölgenin eski imparatorluklarının mirasçıları olan İran, Türkiye ve Rusya ile dünyanın büyük güçleri Ortadoğu’da yaşayan uluslar, halklar ve kavimlerin varlığını ve de haklarını hiçe sayarak çizdikleri sınırlar, politik istikrarsızlığın bugüne kadarki ana sebeplerinden biriydi. Bu kaotik süreçte imparatorlukların dağılması vesilesiyle ortaya çıkan yeni dünya düzeninde bazı milletlerin lehine bazı milletlerin ise aleyhine işleyecek fırsatlar ve koşullar yarattı. Bu sürecin kurbanı olan milletlerden biri de günümüzde 40 milyonu aşan nüfusu ile olan Kürtler oldu. Söz konusu dönemlerde bir devlet kurarak bağımsızlığını kazanamamış Kürtlerin bu durumuna sebebiyet veren iç ve dış dinamikler birlikte ele alınması gereken ve başka bir yazının konusu olabilecek önemli hususlardır. Ancak bu hususlar içerisinde yazının bütünlüğünde de dikkat çekilmek istenen bir husus olduğu için Kürtlerin günümüzde olduğu gibi o dönemlerde de rasyonel bir birlik sağlayamamış olmasına özellikle dikkat çekmek gerekir.
Son dönemlerde Ortadoğu’daki yaşanan vahşette Kürtler çok ağır saldırılara maruz kaldılar. Kuzeyde ondan fazla şehir çok büyük stratejik hatalardan yerle bir olurken Kerkük ve Afrin gibi birçok yer kaybedilmiştir. En vahim durum ise Kürt siyasetinin büyük bir bölümünde ama özellikle büyük parça Kuzeyde projelerinde kafa karışıklığı ciddi stratejik hatalara neden olmaktadır. Güney ve Batı Kürdistan altın fırsat olan Kürt bloku ve koridorunu hayata geçirmemek için ayak diremektedirler. Kürt siyasi aktörleri 100 yıl evvelki gibi “evrenselci ilkeler”, ideolojik ülküler veya küçük prenslikler adına kendi ülkesinin sınırlarını, doğal haklarını bir belirsizliğe sürmektedirler. Kürtler arası ulusal birliğin sağlanamaması halinde bir parçanın yenilgileri diğer parçaların da yenilgilerine kapıları aralayabiliyor.
Elbette bir dış dinamik olarak uluslararası paylaşım Kürtlerin dezavantajlı olmasında büyük bir rol oynuyor fakat bu tek başına hezimeti açıklamaya yetmiyor. G. Simmel’in dediği gibi toplumsal gelişmelerin can alıcı belirleyicileri esasen iç dinamiklerde saklıdır. Uluslaşma sürecinin gecikmesi bir yandan maddi koşullara yani ulaşım, iletişim, şehirleşmenin az olması gibi klasik modernleşme faktörlerine bağlıyken bir diğer yönü ise Kürt siyasal ve düşün dünyasının aktörlerinin tutumlarından kaynaklıdır. E. Xani çok erken bir dönemde Kürt siyasal sınıfının ve entelektüellerinin büyük bir bölümünün Kürt ve Kürdistan merkezli hareket etmediklerini bildiriyor. Kürtler son 500 yılda "Karanlık Dönem" diyebileceğimiz zaman diliminin büyük bir bölümünü esaret ya da bağımlılık ilişkisi içinde başkalarının merkezinin periferisi/uydusu olarak geçirdi. Dolayısıyla merkeze bağlı siyaset veya düşünce şekli neredeyse içselleştirilmiş bir başka deyişle politik ya da düşünsel kültür haline gelmiştir. Kürt elit sınıfının bu tutumunu elbette ki tarihsel bağlam içinde değerlendirmek gerekiyor. Bir iç dinamik olarak bu siyaset veya düşünce tarzının Kürtlerin başarısızlıklarının belki de en önemli iç etkenlerinden biri olduğunun altı çizilmelidir. Son 100 yılda belirginleşen sömürge pratikleri Kürtlerin direnen kültürel ve düşünsel mirasını/sermayesinin büyük bir bölümünü tarumar etmiştir. Daha vahim olan ise bir sömürgecilik teknolojisi olarak Protez akıl sayesinde Kürt siyasetçileri ve entelektüellerinin büyük bir bölümü sömürgenin davranış ve düşünce sistemini içselleştirmiş self-kolonizasyon ve self-asimilasyon olarak kavramsallaştırabileceğimiz şekilde sömürgeci adına kendi kendini sabote eden bir pratik geliştirmişlerdir. Bu süreci işleten motor da Steve Biko’nın beyaz bilincin zıttı olarak belirlediği ve sömürge için elzem gördüğü bilinçten (siyah bilinci) yoksun olan efendinin şekillendirdiği bir akıl olarak protez akıldır.
Kürdistan’ın bugünkü durumuna bakıldığında deyim yerindeyse re-colonization de-colonization ve self-colonisation iç içe yürümektedir. Bu durumun sebeplerinden en önemlisi olarak da Kürtlerin colonization mekanizması ve süreçlerini hem teorik hem de ampirik düzeyde yeterince analiz edemediği ileri sürülebilir.
ORTAKLIK/KARDEŞLİK PROJESİ
Kürt ve Türk ilişkilerinde toplumsal değişim veya kurtuluş projelerinde sürekli bir ortaklığa-kardeşliğe atıfta bulunulmaktadır. Oysa milletler arasında kardeşlik ilişkileri değil egemenlik ve çıkar ilişkileri belirleyicidir. Bu egemenlik ilişkisinde ikisi arasındaki merkez periferi ilişkisinden kaynaklı asimetrik güç dağılımı Kürtler ile Türkler arasındaki müstakbel ortaklığın/kardeşliğin adil olmasına engel teşkil etmiştir. Bu ortaklığın kazancı sürekli Türk tarafının, zararı ise Kürt tarafının payına düştü. Oysaki modern dünya artık kardeşlik ilkesi üzerinden değil eşitlik ilkesi üzerine kurulu düzenleri tartışmaktadır. Bu kardeşlik nihayetinde çoğunluk grup olan Türkler için egemenliğini sürdürme Kürtler açısından ise efendiye hizmetten öteye gidemiyor. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Osmanlı dönemine ya da sürekli olarak dillendirilen en son Çanakkale ve sonrası için birkaç çarpıcı örnek verilebilir. Bir tarihsel örnek de İttihat ve Terakki'nin kurucularından verilebilir. İshak Sükuti ve Abdullah Cevdet ve Türkçülüğün fikir babası Ziya Gökalp birer Kürt olarak Türk kurtuluş projesinin öncülüğünde bulunmuşlardır. Günümüzde de tek tek isimlerini sayamayacağımız sayısız Kürt aydın ve siyasetçi sağ ve sol ortaklığın/kardeşliğin temsilcileridir. Mücahit Bilici’nin deyimiyle ezilen ulusun aydınları ve siyasetçileri başkasının hamalı olmaktan kurtulamıyor. Kürt aydınlarının düşünce dünyasındaki bağımlılık ilişkisi 1. Dünya Savaşı'nda da hakimdi. Nitekim A. Cevdet’in yazdığı son makalelerinde bu durum açıkça gözlenir. Bu zihin karışıklığı, ikircikli tutum bugün de halen devam etmektedir. Bu ikircikliğin en önemli sebebi de belirtildiği üzere sömürgeciliğin dünyadaki teorik analizlerinin –örneğin Afrikalı anti kolonyal aydınlar- Kürtler tarafından yeterince tahlil edilmemesi, bu analizlerden yeterince ders çıkarılmamış olması ve sömürgeciliğin Kürdistan’daki özgün sonuç ve etkilerinin yeterince analiz edilmemiş olmasıdır. Bu eksiklik gerçek bir anti kolonyal pratik ve bilince ket vurmuştur.
20'nci yüzyılın ikinci çeyreğinde başlayan bütün özgürleşme deneyimleri yenilgiyle sonuçlanan Kürtlerin bir süreliğine çekildikleri sessizlik 1950’li yıllardan sonra Türkiye sağı ve solu içinde örgütlenmeye başlamalarıyla bozulmuştur. Ancak “Türklük Sözleşmesi” üzerinden örgütlenmiş olan Türkiye solu ve sağı, Kürtlerin kendi ulusal haklarını dile getirmelerine asla müsaade etmediler. Solun bir nebze “retorik” söylemleri ise sisteme entegrasyona bir başka deyişle kolonizasyonu soft bir tarzda konsolideye yönelikti.
1970’lerin sonu ve 80’li yılların ortalarında Kürdistan’da aydınlar, siyasi partiler ve kitleler yükselen bilinçlenme seviyesi ile Kürt kültürünün ve dilinin ağır şartlar altında bir ölüm kalım savaşı verdiğini görecek ve yeniden toparlanmaya gidecekti. Yani Kürt siyasal hareketleri bir yandan 21'inci yüzyılın statüsü bile bulunmayan bir ulusun problemini diğer yandan hem bu mekanizmanın ağırlaştırdığı hem de evrensel ideolojilerin merkezine koyduğu feodal düzen, mülksüzler, kadın sorunu gibi ağır toplumsal sorunları çözmek görevi ile karşı karşıyaydı.
İlk çıkışında dünyadaki sol hareketlerin Sovyetik etkisi ile ana akım Kürt siyasetine ve de birçoğuna zamanın ruhuna uygun olarak katı bir Marksist çizgi hakim olacaktı. Oysaki Kürdistan’da gelişmiş bir isçi sınıfı da yoktu. Yakıcı pratik Kürt siyasetine halkın öncelikli istemi olan ulusal problemlerini çözmelerine işaret ediyordu. Çifte karaktere sahip olan 20'nci yüzyılın Kürt siyaseti, 1968’de dünyada yükselen sol dalga ve anti-sömürgecilik hareketinden hem legal hem de illegal alanda etkilenerek Türkiye soluyla yollarını ayırdı. Kürdistan’da ulusal haklarını dillendiren Kürt siyasi hareketi çok kısa süre içinde kitleler nezdinde karşılık buldu.
BİR ORTAKLIK PROJESİ-HDP VE MEŞRU TEMSİLİYET
90’lı yılların ortalarından itibaren Kürt siyasi hareketinin legal ve illegal düzlemlerde yükselişi durdurulamadı. Özellikle BDP, Kürdistan’da neredeyse her kesimden ciddi bir destek buldu. Ancak deyim yerindeyse, bir gece adeta darbeyle BDP, HDP’ye devredildi. Böylece 40 hatta 100 yıl gibi uzun bir zaman diliminde elde edilmiş “ulusal sermaye”, “ideolojik sermayenin” hesabına geçirilmiş oldu. Bu siyaseten ince ayar bir manipülasyondu ve bunun ulusal taleplerde bulunanların egemen Kürt siyasetinden uzaklaşması veya ulusal taleplerden vazgeçmesi şeklinde uzun vadede daha da belirgenleşecek olan bir sonuca evrileceği iddia edilebilir.
İspanya da Bask ülkesinde benzer bir süreci yaşamıştı. ETA’nın ikiye bölünmesi ulusal devrim isteyenlerle sosyal (sosyalizm) devrim hedefleyenler arasındaki kavganın sonucuydu. İspanya çapında sosyalizmi hedefleyenler İspanya sosyalistleriyle birleşip eridiler. Ulusalcılar ise Bask bölgesini statü ile sonlandırdılar.
Yükselişini Kürt halkının gereksinimlerine uygun örgütlenme tarzı ve ağır bedeller ödeyen Kürt yurtseverlerine (milliyetçilerine) borçlu olan Kürt silahlı hareketi Türkiye'deki marjinal sol ile tekrar bir ortaklık/kardeşlik projesine geri döndü. Elbet bu tür ortaklık projelerinin nedenleri tarihsel süreçte yatmaktadır, çünkü ana eksen Kürt silahlı hareketinin iki ideolojik damardan beslendiği bilinmektedir; biri Türkiye sol hareketi (neticede İttihat Terakki damarına dayanan), diğeri Kürt ulusal damarından -DDKO gibi hareketlerden- beslendi diyebiliriz. Dolayısıyla ana akım Kürt hareketi içindeki Türkiye sol hareketinin nihai hedefi Hewler ya da Kermansah gibi Kürdistan’ın tüm bölgelerini kapsayan değil Ankara eksenli bir devrim stratejisi veya ortaklığıydı. Ayrıca Marksizm’den önemli ölçüde etkilenen kadroların esas hedefi olan sosyal devrim tekrar ön plana çıkabilirdi, çünkü 30 yıl içinde Kürt yurtseverlerin ödediği ağır bedellerden sonra güveni ve sadakati elde edilmiş sayılırdı. Unutulan o ki sosyal sistemler veya devrimlerin hayata geçirilmesi ancak hakimiyetinizde olan bir toprak parçası ve halk ile mümkündür. Ayrıca belirtmek gerekir ki global dönemlerin evrenselci bütün siyasal örgütleri esasen birer ideolojik devlet peşindedirler diyebiliriz. Kürt siyaseti de bu bağlamda milliyetçiliğin mobilize etme gücünü ulusal bir hedef için değil konjonktürel bir araç olarak kullandığı gözlenmektedir.
Bu paradigma değişikliği legal Kürt siyasetine de sirayet edecekti ve bir ortaklık/kardeşlik projesi olarak HDP öngörülmüştü. Deyim yerindeyse sadece devlet değil ana akım Kürt hareketi ve çoğu entelektüel de eski politik ayarlara geri dönmüş görünüyor. Yeni paradigmanın dayanaklarından biri ana akım Türkiye solunun tahayyülü olan Türkiye milli demokratik devrimi toplumsal dönüşümün ana hedefi olarak tespit edilmiştir. Öne sürülen tez, böyle bir devrimin Türkiye’nin bütün vatandaşlarına refah, barış ve demokrasi getireceğidir. Türkiye sağındaki Milli Selamet Partisi'nden geniş yelpaze ve radikal İslami partilere kadar milli ortaklık projeleri de millilik açısından solun projesine pek uzak sayılmaz. Ama burada sağ özellikle ümmetçi evrenselcilik üzeriden kurulan ortaklık projesini bir tarafa bırakıyorum.
Oysaki dünyadaki en gelişmiş demokrasilerden, İngiltere, İspanya, İtalya, Kanada gibi örneklerden biliyoruz ki etnik çatışmaların çözümü için demokrasi bir önkoşuldur, fakat tek başına yeterli bir koşul değildir! İsmail Beşikci’nin dediği gibi Kürtlerin problemleri Türkiye’nin batısındaki Türk vatandaşların insan hakları problemi değil, çözülmemiş bir ulus ve ülke problemidir. Dolayısıyla Türkiye sol hareketinin öncelikleri ile Kürt hareketlerinin öncelikleri çoğu zaman örtüşmemektedir. Sorulması gereken soru HDP’nin hedeflerinin ne kadar gerçekleştirilebilir olduğu ve Kürtler için ne getireceği sorusudur. Mevcut müstakbel ortaklık Kürtler açısından çok büyük kayıplar ve rizikolar barındırmaktadır:
Kürt siyasal hareketinin tıkanıklığı tamamıyla, Fırat Aydınkaya’nın iddia ettiği gibi sol söylemini bünyesine daha fazla katmamış olmasından ileri gelmiyor. Bu da önemli bir etken olmakla beraber bu etkenin de oluşum sebebi olan sömürgecilik düzenine aşina ulusal bir bilincin gelişmemiş olması Kürt siyasi hareketinin tıkanıklığının en can alıcı sebebidir.
Yeni paradigma ile Kürt siyasal hareketi zaten yeterince olgunlaşmamış ulusal bilinci adeta tamamıyla terk edip Türkiye sınıf bilinci rayına kaymış/kaydırılmıştır. Bu sürekli paradigma değişikliklerinin Kürdistan’da kitleler düzeyinde zihin karışıklığına hatta uzun vadede bir yılgınlık ve umutsuzluğa sebep verdiği gözlenmektedir.
Her şeyden önce HDP’nin “Türkiyelileşme” söylemi çok problemli bir kavramdı. Ruhen egemenden kopmuş olan Kürtleri tekrar entegre etmek gibi bir rol oynadı, belki de daha radikal bir söylemle sömürgeciliğin legitimasyonunu yeniden tamir etti. Bu kardeşlik hukukunun sol açısından sorumluluğu Kürtlerin Türkiyelileşmesi ön şartıyla yerine getirilecekti. Örneğin bu ortaklaşma projesinin sloganı “Kürdistanileşme” olsaydı, acaba Türkiye solundan kaç kişi HDP’nin arkasında dururdu! Taraflara asimetrik sorumluluklar ve hedefler belirleyen bu kardeşlik ütopyasıyla belirlenen HDP ideolojisinin bileşenleri ve politik yol haritası Kürtlerin meşru hesaplarıyla çok da örtüşmüyordu.
HDP’nin ilk kuruluş gününden itibaren, kendisinden beklenen AKP, MHP, CHP ve sola kadar sirayet eden Türkçülüğü (Türklük Sözleşmesi) sorgulatmak olan Sırrı Süreya Önder bu daha önemli misyonu bir tarafa atarak “HDP Kürt milliyetçiliğinin önüne geçmek için kuruldu” diyecekti ve ilerleyen süreçte Hasip Kaplan gibi HDP’li isimleri 'ırkçılıkla' suçlayacaktı. HDP’nin en önemli ve popüler ismi Selahattin Demirtaş’ın tutsaklığını -Kemal Kılıçdaroğlu’nun Enis Berberoğlu için dahi yaptığı protesto yürüyüşüne benzer bir biçimde- etkili bir şekilde protesto etmeyen Sezai Temelli “beyaz bir kibirle” Demirtaş’ı HDP ye yönelik eleştirileri sebebiyle de adeta azarlayacaktı. Bu ve benzeri şekilde çoğaltılabilecek onlarca örnekle Kürt siyasetinin “beyazların kontrolü” altına girdiğini açıkça ortaya koyan HDP oylarının yüzde 90'ını Kürtlerden almakta ama ısrarla biz Kürt partisi değiliz vurgusunu yapmaya devam etmekte, dayandığı tabanın iradesine ve isteklerine aykırı bir politika gütmektedir.
Ayrıca demokratik temsiliyet ilkesini de çiğneyerek yüzde 1 oyunu aldığı marjinal gruplara haziran seçimlerinde 30'a yakın sandalye vermişti. Kürt siyaseti deyim yerindeyse Kürtlere sol kayyımlar atamıştır; ayrıca bu sadece siyaset ile de sınırlı değil basın yayın alanından Kürt kadın hareketine kadar bu atamalar hakimdir. Kürtçe bilmeyen ve halkla organik bağı olmayan ithal/kayyım adaylar Kürtler için self colonizasyon ve self-asimilasyon sürecinin motoru olan protez aklı teknik anlamda sağlamlaştırmaktadır. HDP’nin Kürdistan’daki gruplarla bir uzlaşmaya ve cömertliğe yanaşmadığını biliyoruz. Çok daha vahim olanı ise Kürdistan ve Kürtler artık Bir “Türkiye Partisi” olan HDP’nin esas gündemini teşkil etmiyor. Etnik siyaset yapmadığıyla övünen HDP'de Ayhan Bilgen gibi isimler Kürtlerin kimlik problemlerinden ziyade Batı'da başka problemleri var diyerek Kürtlerin tek sorunun Türkiye’nin bütünlüğündeki demokrasi sorunu ve modernleşme ilkelerine bağlı yol, su elektrik hastane gibi alt yapı-üst yapı gibi sorunlardan müteşekkil olduğunu ilan edecek ve güçlü bir retorikle Kürtleri bunlara inandırmaya çalışacaktı.
Kürt tebaanın beklentileri ile Türkiye’deki solun beklenti ve önceliklerinin çoğu zaman çakışmadığını söyledik. Örneğin Kerkük’ün düşmesine Sırrı Süreyya orada kaybeden Kürt sağıdır diyecekti! Bir başka örnek ise Türkiye'de sol ABD’nin Suriye’deki varlığına şiddetle karşı iken, Kürtler açısından ise Rusya, Türkiye, İran, Esad radikal İslami gruplara karşı ittifak edilen bir güçtü. Nitekim İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi HDP’nin çok zoruna gidecek CHP, MHP ve AKP ile deklarasyona imza atacaktı. Böyle bir deklarasyon Kerkük ve Afrin için ise söz konusu bile edilemezdi.
Çoğu akademisyen ve siyaset uzmanı medyadan günlerce HDP’nin matematiksel oyları üzerinden “ortaklaşma projesinin” zaferinden bahsettiler. Üstünde düşünülmesi gereken konu bu matematiksel hesabın ne getirdiğidir. Matematiksel argümanda bir tutarsızlık mevcuttur. Bir siyasi parti, seçime ya yüzde 10 barajını anti-demokratik bulur diye katılmaz ya da katıldığı zaman kendisinin meşrulaştırdığı barajı aşamazsam diye "ben kendi parlamentomu kurarım" tutarsızlığında bulunmaz. Ayrıca, resmi söylemle yüzde 15 ile yüzde 20 arasında nüfusu bulunan Kürtlerden yüzde 10 barajını istemek, zaten başlı başına Kürtlerden kendi oylarının yüzde 50'sini istemek anlamına gelir. Biz biliyoruz ki HDP'nin yüzde 10 barajını aşmasında oyların ezici çoğunluğu gene Kürt seçmeninindir. Ama HDP’nin strateji değişikliği karşısında Türkiye solundan aldığı yüzde 1-yüzde 2’lik oyun, Kürt seçmenine politik açıdan maliyeti çok yüksek olmaktadır. Ayrıca Türkiye’de böyle bir yapılanmanın tavan yapacağı en yüksek oran çok iyimser bir tahminle yüzde 15’dir ki yüzde 20 bile olsa bununla ne iktidarı değiştirebilirsiniz ne de sözü edilen Kürt seçmeninin isteklerini yerine getirebilirsiniz. Çünkü Kürtler mevzubahis olduğunda, MHP-AKP-CHP, Barolar Birliği, Öğretmenler Birliği, sol partilerin büyük bir bölümü….. “Türklük Sözleşmesi” gereği ortak hareket etmektedir! Ayrıca belirtmek gerekir ki, HDP’nin Türkiye partisi olma hedefi, kısa vadede gerçekçi değil. Çünkü, geniş Kürt ve Türk seçmen tabanı HDP’yi halen bir Kürt partisi olarak algılamaktadır. Uzun vadede ise Türk seçmen HDP’yi, Kürt tarafı “Türklük Sözleşmesi”ne tamamen biat ettiği sürece kabullenecektir.
Ana akım Kürt siyasal hareketi sosyal devrim gereği kültürel ve ulusal değerlerden ziyade ideolojik önceliklere sahiptir. 40 yıl içinde karşıtlarına benzeyen Kürt hareketi jakobenci bir sosyal mühendislik olarak Kemalist rejim ve Sovyet rejimi gibi geleceğin ideolojik ideal insan üretimine girişti. Bunun sonucu ise ideolojik makineye dönüşen bireyler. Kültür, dil ve ulusal sorunlar ise yeni Kürt resmi ideolojisinin “ilkel milliyetçilik” söylemi zırhına çarpacaktı.
SONUÇ
Sonuç olarak başta ana akım Kürt siyaseti, diğer siyasi örgütlenmelerin büyük bir bölümü ve aydınlar fahiş bir şekilde ideolojiktir. Kürt kültürünü koruma ve geliştirme gündemlerinde çok geri sıralarda yer almaktadır. Oysaki Kürt kültürü, özellikle Kürt dili Zazaki ve Kurmanci için tehlike çanları çoktan çalıyor. Dilin çözülmesi etnik çözülmeyi yani kavimsel çözülmeyi beraberinde getirecektir (Lazlar buna bir örnektir). Özellikle “ilkel milliyetçilik” söylemi yerlilerin kültürüne ve diline karşı sömürgeciliğin başvurduğu bir saldırı stratejisidir. Oysaki milliyetçilik ezilen uluslar için bir özgürlük ideolojisidir. Kültürel olarak her türlü çözülme tehlikesi yaşayan bir kavim için ulusal birliklerini sağlayacak bir Social de Contract (Toplumsal Sözleşme) oluşturmak yerine, ideolojik-contract bir topluluk yaratma çabası ise vahim bir mühendisliktir.
Şüphesiz sömürgecilik, milliyetçilik, modernite gibi olguların tarihinden çıkarılacak epeyce ders var; Kürtlerin ulusal sorunlarını ve özgürlüğünü gündemine koymayan Kürt aktörlerin başarı şansı neredeyse yoktur denilebilir, Kürtlere ekonomik refah sağlayamaz ve demokrasi gibi muasır hedeflerle Kürtleri buluşturamaz. Bu fiziki ve yapısal şiddet altında Kürt siyasi partilerinin büyük bir bölümü kendi içinde demokratikleşmeyi de sağlayamamaktadırlar. Sömürgeciliğin bir yansıması olarak Kürt hareketleri dışarıya karşı olabildiğince uzlaşmacı ve demokrat, içeriye kendi aydınına ve siyasal yapılanmalarına karşı otoriterdirler. Dolayısıyla ulusal hedefleri merkezinden çıkaran her oluşum sömürgecinin lehine işleyen bir oyalamalar taktiğinden ileri gidemez. Beyazın güdümündeki siyahın siyaseti siyahtan çok beyazın statüsünü ve refahını garantileyecektir. Kürtlerin kendi miraslarını, bu örnekte olduğu gibi siyasal miraslarını gelecek kuşaklarına değil de evrensel kardeşliklere sunmaları kuşaklar arası sosyal adalete aykırıdır ve de gelecekte kuşakların felaketinin şimdiden ön habercisidir.
Kürt aydınları ve siyasi aktörlerinin mevcut tehlikeler için acil önlemler almaları gerekirken tanımı şeffaf yapılmayan “devrim”, “dünya devrimi”, “Ortadoğu federasyonu” gibi ütopik söylemlerle oyalanmaktadırlar. Ortadoğu’da dört büyük kavimden biri olan Kürtler, Ortadoğu’da önemli bir aktör iken çok marjinal ortaklıklar ve söylemlerle kendilerini marjinal duruma düşürmektedirler. Yukarıda HDP'ye yapılan eleştiriler seçim koalisyonlarının yapılamayacağı anlamına gelmiyor. Örneğin İtalya’da da faşizme karşı yapılan demokrat, Yeşil ve sosyalistlerin koalisyonu gibi olabilirdi. Herkes kendi oyu kadar temsiliyet ve sandalye sayısına sahip olmalıdır. Bu da seçmene sadık olma ilkesi gereğidir. Nitekim Barış Atay ve Erkan Baş'ın ayrılmasını hoşgörüyle karşılayanlar neden Kürtlerin HDP içinde hakeza BDP olarak kalmasına karşıdırlar?
Dr., Köln Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölümü