Eskisi nereden öteye gidemiyorsa, yenisi de aynı yerde deyip, tabiatıyla HDP’yi ayrı bir yere koyarak yazıyı noktalamak mümkün. Bunu bana yazdıran sevgili İrfan Aktan’ın Babacangillerden tepe bir isimle yaptığı anonim söyleşi oldu.
“Babacangiller” deyince küçümser yahut dalga geçer tavır takındığım sanılmasın lütfen. Kendilerinden şimdilik, daha doğrusu halen dahi, “Babacan Hareketi” diye söz ediliyor. Şunun şurasına yılsonuna haftalar kaldı, ama olsun. Bu tanım, Suudi Arabistan’ı çağrıştırıyor doğrusu. Hani Suud ailesine zimmetli Arabistan gibi. Bizim kuşağın eski Türkiye televizyon kanallarından aşina olduğum soru işaretli reklamlar da böyleydi: Dur bakalım ne çıkacak?
Dünyada başka benzeri bu yok bunun. Demokrasilerde de yeni kurulan bir muhalefet hareketinin hem kurucular hem Kürt Sorunu gibi başat konularda gerçekleştirildiği anlaşılan toplantıların içeriği konusunda bu denli ketumiyet, sosyal medya paylaşımında yokluk düzeyinde bu denli cimrilik düşündürücü. Sizleri bilmem, benim için öyle yani.
Neticede İttihat ve Terakki kurulmuyor herhalde. Gözler bağlı, bir karanlık odada piştov, bayrak ve kutsal kitap üzerine el basarak yeminler filan. Ya da devrimci bir örgütün hücre yapılanmasından söz etmiyoruz. Aslında konum bu değil, hayırlısı olsun. Babacan Hareketi’nin partileşmesi, gelişmeler kurama uygun seyrederse, doğrudan Erdoğan’ın en geç 2023’de yapılacak, ancak pek o tarihe kalamayacak gibi duran seçimlerde iktidarla vedalaşması sonucunu verecek gibi gözüküyor.
Benim takıldığım Kürt Sorunu denilince gerek yeni kurulmakta olan sözkonusu partinin gerek anamuhalefet partisi CHP’nin biteviye fikir alışverişine duyduğu ihtiyaç. CHP yeniden Kürt Raporu güncellemesi, raporun güncellenmesi için çalıştaylar toplanması işlerine girişmişti anımsayacaksınız. “Unuttuktu bile” derseniz de yadırgayan çıkmayacaktır. Zira, Barış Pınarı Harekâtı’na ciğerleri yana yana destek olunca, bu utangaç girişimler de tekrar apar topar indikleri rafa geri kaldırılmıştı. Elaltından da HDP’nin, CHP’nin tavrını fazla sorun etmediği, anlayışla karşıladığı söylencesi yayıldı. Velhasıl, rahata erildi.
Oysa, ilk batında akla gelecek, milletvekillerinden insan hakları savunucusu avukat Sezgin Tanrıkulu, anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, PM üyelerinden siyaset bilimci Prof.Dr. Yüksel Taşkın vb. pek çok yetkin isim barındıran CHP’nin kimden, hangi aklı alması, bilmediği neyi öğrenmesi gerekiyor acaba Kürt Sorunu konusunda? 1919, 1921, 1924, 1925, 1926, 1930, 1937 diye başlasak. Erivan Radyosu, TİP Doğu Mitingleri, 1970’lerdeki siyasi renklilik ve derken Apocular, Öcalan’ın 12 Eylül öncesinde Suriye’ye geçmesi, 1984 diye devam etsek. 1990’ları mercek altına alıp, 1999, 2004, Oslo, II. Barış Süreci, Dolmabahçe derken günümüze dek gelsek. Kronoloji, tarih(çe) belli değil mi?
Demografi desek, 30-35 milyonluk küresel Kürt nüfusun yarısı Türkiye Cumhuriyeti’nin (eşit) yurttaşı ve dünyanın en kalabalık Kürt nüfusa sahip kenti İstanbul. Her on Kürt seçmenden yedisi HDP’ye oy veriyor ve doğu-güneydoğu illerinde “kayyumlanan” belediyelerin HDP tarafından yüzde kaç oranlarla kazanıldığı da kayıtlı. Hukuk derseniz Fransa, İspanya bilemedin AB orada; barış süreçlerinde Güney Afrika, Kolombiya vs örnekler malûm-u alileri. E helva yapsana? Bir başka deyişle yeniden sorarsak Amerika kıtasını keşfe hazır mıyız ey ahali?
Demek ki eksik olan ne? Eksik olan niyet, irade, cüret, sabır, tahammül, sağduyu, cesaret, uzgörü ve düpedüz tüm bunların hamulesi olan siyasi liderlik. Önce kendin kanaat sahibi olacaksın ki, karşındakini ikna edebilesin. İkna etmek için de karşındakinin kendinle eşit olduğu temelinden yola çıkacaksın. Yoksa vur ensesine tokadı, yürü geç. Demiyor mu güzide İçişleri Bakanı Soylu iki lafından birinde “devletin içine girmesi şart mı”, “devlete bunlar söylenir mi” diye? Çünkü o hancı, bizler yolcuyuz. Diyebilen var mı aramızdan “devlet benim de, bizleriz de, biziz de” diye?
Şekil üzerinde anlatmaya çalışayım, belki akılda kalır. Mekaniğim kuvvetli değil, mühendislik iddiam hiç yok. Buna karşılık otomotiv işine girecek olsak nereden başlarız? Dört tekerlek, arkadan çekiş, önde motor, düz vites. Geçen yazılarımda da değinmiştim: Carroll Shelby’nin Shelby Cobra’sı için toplam iki adet özel ürettiği SuperSnake versiyonu böyle. Günümüzden Ariel Atom’un Hartley tarafından çifte Suzuki Hayabusa motoru kullanarak yarattığı V8 500 versiyonu da. Her iki araç da tüm yalınlıkları ve güzellikleriyle 320 km/s (200mph) hıza çıkabiliyor.
Yani isteyince, neyi nasıl yaptığını ve nereye varmak istediğini bilince gerisi teferruat. Vatan mevzubahisse gerisi teferruat gibi, ama değil. Demek istediğim sınırları, bayrağı belli bir ülkede insan gibi eşit anayasal yurttaşlar olarak nasıl yaşanacağının, yıl olmuş 2019, abecesi belli. “Çözüm yeri meclis” demek de yeterli değil, zira tutalım anadilde eğitim hakkının, misal, PKK’nin silâh bırakmasıyla ne mantık bağıntısı var? “Ortak vatan” vurgusunu, tanımını başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere cumhuriyetimizin kurucuları öne çıkarmamış mı işin başında?
Uzatmayalım, nur yüzlü mübarek Murat Sevinç hocamın yazısından bir alıntıyla sözü bağlayalım: “Özellikle ana muhalefet partisi, seçtiği yol ve araçlarla, siyasetin dönüştürücü, öğretici işlevini ihmal ediyor. Ya böyle bir niyeti yok, ya da cesareti.” Pekiyi, Babacan hareketinde var mı? Yoksa neyi konuşuyoruz, ne kadar daha konuşacağız? Bıyıkaltından gevrek gevrek gülen, karıncaya çalım atıp belini incitmeyen siyaset erbabının, eski meslek büyüklerimin, hele şanlı “güvenlik uzmanlarının” yanıtlarını duyar gibiyim: “Genç arkadaş pek fevri, pek naif, yaw sen de heh heh…”
Eyvallah, ben de o zaman diyeyim ki: “Ak Düştü Saçlarıma / Yıllar Tüketti Beni / Her Gelen Bir Taş Vurdu / Hayat Bitirdi Beni / Aahhhh… / Yüzümü Unlu Görüp Beni Değirmen Sanma…” Bilmem zikredebildim mi bu defa? Yok, yine zikredemedim korkarım.