HDP eski eşbaşkanı ve Van milletvekili Sezai Temelli’nin “Kürt sorununda asıl muhatap” çıkışıyla, partisini kendi iradesi ve inisiyatifi olmayan bir nevi aracı konumuna yerleştirmesiyle başlayan “muhatap” tartışması, düz ilerleyip, ışıkların orada göbekten U dönüp, uğursuz bir nostaljik vadiye ulaştı: “Kürt sorunu yoktur”a geldik yine. Faşist akla uygun “yoktur” söylemi bugüne kadar sorunu nasıl büyüttüyse, genişletti, derinleştirdiyse, nasıl içinden çıkılmaz hale getirdiyse, “asıl muhatap” tartışması da karşı kıyıdaki başka çemberin içinden çıkılmasını önlüyor, o da -artık!- “Kürt siyaseti”nin çıkmazda patinaj yapmasına yolaçıyor. İmhacıların arayıp da bulamadığı fırsatlar böyle doğuyor. Vadide sıkışmış hasmın üzerine daha kolay saldırıyorlar.
Siyasî konum referansı olarak “Önderlik” müessesesinin bir yandan, “Önderlik”ten fiziken uzak düşmüş silahlı örgüt yönetiminin otorite ve itibarının bir yandan, “Türkiye partisi” olma icaplarının öbür yandan, Suriye’deki zorunlu açılımların dayattığı azıcık ayrışmanın bulandırdığı suların dördüncü kenardan sıkıştırdığı “Kürt siyaseti” o daracık dörtgen içerisinde, kendini yeniden “muhatap” tartışmasına muhatap buldu. Bunun yanısıra, Türkiye haritasında “Kürt realitesini tanıma” ölçüsüne göre bir ara maviye dönmüş gözüken Ankara’nın gerçekte hâlâ turuncu ve kırmızıda olduğu, ismi varlığının aynası, paramiliter kuvvetler sözcüsü parti lideri tarafından hepimizin gözüne sokuldu. “Kürt diye bişey yok!” devrinin tükenmediğinin ilanına yolaçan, CHP liderinin nihayet “Kürt diye bişey var galiba” çizgisine yaklaşmasıydı.
Tutanak oluşturalım, her şey birarada bulunsun. Belli ki bazı şeyleri milyonuncu, bazılarını bininci kez tekrar konuşacağız.
Kılıçdaroğlu’nun mavileşme çıkışı • CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendisinden pek, partisinden hiç beklenmeyen radikal beyanında, HDP’yi Kürt sorununun birlikte çözüleceği “meşru organ” olarak gösterdi. Çözümün aranacağı ve bulunacağı yer parlamentoydu, Kılıçdaroğlu’na göre. Gazeteci Günel Cantak, Bay Kemal ve İttifakları belgeseli için CHP lideriyle görüşmüş, o da, “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var,” ifadesiyle başlamış, “Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var,” diye sürdürmüştü sözlerini: “…HDP'yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var. Parlamentoya gelmiş, (…) görevini yapıyor. Dolayısıyla eğer bu sorun çözülecekse meşru bir organla da biz bu sorunu çözebiliriz…”
“Muhatap İmralı” karşı çıkışı • HDP eski eşbaşkanı Temelli’nin acil itirazına yolaçan, Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi muhataplardan biri değil, yegâne “meşru” muhatap ilan edişiydi. “Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz,” diye konuşmuştu CHP lideri.
Sezai Temelli, Twitter’dan paylaştığı uyarıcı mesajda, “Kürt sorununun çözümünün yegane muhatabı HDP değil ama,” dedi, “bu sorunun çözümü adına bugün demokratik siyaseti var eden ve kolaylaştıran başlıca aktör HDP’dir. Ama asla unutulmaması gereken şey, demokratik çözümün adresi ve asıl muhatabı İmralı’dır.”
Söylenen yeterince açıktı.
HDP’yi figüranlaştırma eleştirileri • Temelli’nin “durduk yerde” kalkışılmış gözüken tashih girişimi kimilerimizin gözünde bariz işgüzarlıktı. Eleştiriler öncelikle, Kürt sorununun, meşru zeminler üzerinde diyalog mekanizmaları kurularak tartışılmasını talep edenlerden geldi. Kürtlere düşman ırkçılardan değil. “Kürt siyaseti”nin güç ilişkilerini ve taban koşullarını, bu siyaset etrafındaki bütün tartışmaları biçimlendiren manevî-moral değerleri bilmeden, hesaba katmadan, “terörle araya konacak mesafe”ye sihirli anlamlar yükleyenlerden de değil yani. Sağduyulu siyasî analizlerde, tam da CHP’den HDP’yi hakkı olan meşruiyetle birlikte yeniden “tanıma” çağrısı gelmişken, Temelli’nin İmralı’yı adres gösteren Twitter açıklamasının partiyi nasıl odaktan uzaklaştırıp ufak yardımcı role mahkûm etme riskiyle yüklü olduğu yazılıp çizildi.
“İmralı da Kandil de muhatap değil” • Halk TV sitesinde yazan Fikret Bila, Kılıçdaroğlu’na “Temelli’nin ‘Öcalan’ı adres göstermesi’ni” sordu. CHP lideri, gazeteciye şöyle cevap verdi: “Parlamento dışında bir adres yoktur. İmralı da Kandil de muhatabımız değildir.”
Kılıçdaroğlu’nun Meclis’e yüklediği işlev, parlamentonun bugünkü acınası haline değil, artık hiç, eskiden de söylendiği kadar varolmayan tabloya dayanıyordu: “…bu Meclis, Mustafa Kemal Atatürk’e başkomutanlık yetkisini bile 3 aylık süreyle vermiştir. (…) Türkiye Büyük Millet Meclisi, yetkileri konusunda çok hassastır. Bu nedenle Türkiye yine kritik, çok önemli sorunlarını Meclis’te çözmelidir. Kürt sorununun çözüm yeri de Meclis’tir. Parlamentoyu çözüm yeri olarak gösterirken sadece HDP’ye çağrı yapmış olmuyorum. Bütün partilere çağrı yapıyorum. Bu sorunu Meclis’te hep birlikte, konuşarak, görüşerek çözebiliriz, çözmeliyiz.”
Kılıçdaroğlu’nun bugünün koşullarında ancak temenni sayılabilecek bu sözleri, kabul edilmeli ki, isabetli ve -hele CHP ölçülerinde- cesurca. CHP lideri ayrıca, benimsediği yeni söylemi geçmişin kirinden arındırmaya da niyetli görünüyordu. Vaktiyle Çözüm Süreci’ni verimli ve gerçekçi kılmayı, sağlam zemine oturtmayı değil baltalamayı görev bilmiş partisinin o zamanki güdülerini sağduyulu tavırlar ambalajında ortaya sürüyordu: “…Meclis dışında çözüm denendi ve başarısız oldu. Ben o zaman da Meclis dışında çözüm aramanın yanlış olduğunu, stratejik bir hata olduğunu söylemiştim. Eleştirilerimi, uyarılarımı dile getirmiştim. Çözüm Süreci olarak adlandırılan o dönem başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü adres yanlıştı. Strateji yanlıştı.”
CHP genel başkanına göre doğru adres, HDP’ydi, çünkü HDP “meşru bir parti”ydi: “Vatandaştan oy alarak Meclis’e gelmiştir. Meclis’te grubu vardır. Meclis Başkan Vekilliği vardır ve sırası gelince Meclis’i HDP’li başkan vekili yönetmektedir. Bu bakımdan sorunların çözümünde muhataptır.”
“Yoksa tabiî onu da yapacağız...” • Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş da “adres” bildirmeye niye ihtiyaç duyduğunu Sezai Temelli’ye sordu. “Haklı-haksız eleştiriler” için, “Hepsi kabulümdür,” diyen Temelli, tweet’lerle “elbette kişisel görüşünü” açıkladığını, bunun “partiyi elbette bağlamayacağını”, parti adına “bağlayıcı açıklamayı tabii ki yetkili organların yapacağını” belirtti.
Temelli, “siyasî nezaket anlayışının polemiklere izin vermeyeceğini” öne sürmesine rağmen, gerçekte doğrudan Kılıçdaroğlu’na cevap veriyordu: “2013-2015 arasında yaşanan ve toplumun meşruiyet algısında önemli bir değişim yaratan siyaset bugün meşru değil diye yorumlanamaz. Çünkü ortada çatışma varsa, bunu sonlandırmanın yolu, başlangıç adımı müzakeredir. Bu da bir meşruiyet zeminine oturmak zorunda. Yoksa tabiî Meclis’te demokratik zeminde çözüm arayışlarımız devam ediyor ve edecek…”
Temelli’nin sözlerinden, çözüm arayış ve temaslarında partisine ve Meclis’teki “arayış”lara ikincil rol öngördüğünü çıkarmak zorlama mı olur? O kadar da olmaz gibi duruyor. Yukarıdaki, “yoksa tabiî onları da yapacağız” hatırlatmasına şunu eklemeliyiz: “Meselenin çatışma tarafını sonlandırmanın yolu müzakere zemininin yaratılmasıdır. Müzakere de bir meşruiyeti zorunlu kılar. Toplum nezdinde karşılığı varken yokmuş gibi ortaya koymak diğer adımları atmamızı engeller. Öcalan’ın muhataplığı da bu bağlamda önemlidir. (…) HDP elbette meşru muhataptır. Meclis’in üçüncü büyük partisidir ve bu konularda çözüm üretme anlamında en önemli partidir.”
“Bütünlüklü çözüm” • Ve söz sırası HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar’a geldi. Sancar, “Aslında HDP’nin rolü konusunda bir tartışmanın olmaması gerekiyor,” dedi. “HDP, Türkiye'deki tüm sorunları çözmeye talip ve aday bir siyasi aktördür. Ayrıca güçlü bir toplumsal tabana dayandığı için de Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümünde göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir faktördür. (…) HDP, Kürt sorununun çözümü için her türlü görevi ve sorumluluğu yerine getirme amacıyla kurulmuş bir partidir. (…) HDP, Kürt sorununun çözümünü Türkiye’deki demokrasi sorununun temeli olarak görmektedir.” Mithat Sancar, Kürt sorununun “çok boyutlu ve çok aktörlü niteliğine” dikkat çekti, “bütünlüklü yöntemler” ile “incelikli, iyi tartışılmış, sağlıklı mekanizmalar” geliştirme zaruretine işaret etti.
“Muhatap” meselesini de şöyle toparladı: “Öncelik siyasî çözüm ise bunun ana adresinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olması gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca eğer kalıcı bir barış istiyorsak çok geniş bir toplumsal mutabakata ve meşrutiyete de ihtiyaç vardır. Bunun için de Kürt sorunundaki aktörlerin tümünü hesaba katmak gerekir.” Somutlama gereği de duydu: “İmralı’nın da bu konuda önemli rolü vardır ve olacaktır. (…) Şimdi İmralı ile HDP’nin rolünü karşı karşıya getirmek, Kürt sorununa bütünlüklü yaklaşımı zorlaştırıyor.” Mithat Sancar, “İmralı’nın rolü tartışması”nı “çoktan aşılmış olması gereken mesele” saydığını belirtti:
HDP Eşbaşkanı, Sezai Temelli’nin uyarı tweet’lerini fazla mesele etmiyordu: “Sezai arkadaşımızın açıklamaları kişisel görüşüdür. (…) HDP’nin yaklaşımını merkezi organları açıklar. En üst düzeyde de eş başkanların sözleri HDP’nin politikasını temsil eder. (…) HDP, çoğulcu bir partidir. Birçok konuda farklı düşünen arkadaşlarımız olabilir. Ama aynı zamanda HDP, temel ilkeleri etrafında çok sağlam kenetlenen bir yapıya ve tecrübeye sahiptir.”
“Tükenmiş tartışma” • Partinin eski eşbaşkanlarından Selahattin Demirtaş da tartışmaya Twitter’dan katıldı: “Benim bildiğim,” dedi Demirtaş, “HDP, Kürt sorunu dahil olmak üzere, Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümüne taliptir, irade sahibi siyasi bir aktördür ve elbette muhataptır.” Eski eşbaşkan, “çözümün adresi” konusunda da kesin konuştu: “doğal olarak TBMM’dir”. Muhatap tartışmasını o da ömrü dolmuş buluyordu: “Tabiî ki HDP, Kürt sorununun çözümünde tüm tarafların ve her kesimin açık ve şeffaf katılımını, muhataplığını bilecek siyasî birikime ve deneyime sahiptir. Faydasız ve çoktan tükenmiş tartışmalar gündeme getirmek çözüme katkı sunmaz.”
“Türkiye’nin karşısına geçmiş” • MHP lideri Devlet Bahçeli’nin CHP için kullandığı söz bu. Bahçeli’ye bakılırsa, CHP, “siyasî mihrak ve militan haline gelerek milli güvenlik tehdidine dönüşmüş”tü, “meşum ellerin denetimine girmiş”ti, “kökünden ve kimliğinden tehlikeli ölçülerde kopmuş”tu, “başkalaşıp melezleşerek siyasî merkezini ve ahlâkî metabolizmasını kaybetmiş”ti, “küresel merkezkaç güçlerin tesir ve telkiniyle yörüngesinden kaymış”tı, “geçmişiyle çatışan, milli gerçeklerle çelişen bir duruma savrulmuş”tu, “siyasî ikbal ve istikbalinin çürük şifrelerini Kandil mağaralarının pespaye karanlığında bulmak üzere harekete geçmiş”ti. Bu fantastik ithamların üzerine sıralandığı kaide, beton gibi bir kurucu devlet anlayışıydı ve Bahçeli’ye göre Kılıçdaroğlu CHP’si bu betona hiltiyle yaklaşmaktaydı: “CHP yönetiminin gayri milli tavır, tutum, teklif ve temennileri vahim bir noktaya dayanmış, tamiri ve telafisi neredeyse imkânsız bir çizgiye kapılanmıştır.” Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi “meşru organ” sayması, “Sezai”nin de bu “çürük sözler” üzerine, “adres ve asıl muhatabın” İmralı olduğunu ilan etmesi, “kimin kimlerle beraber olduğunun itirafı ve ispatı niteliğinde”ydi; “su katılmamış bir ihanet ve millet iradesine meydan okuma alçaklığı”ydı. “Kalbi Türk milletiyle bir atmayan namertler”, “küresel emperyalizmin dümen suyuna girmişler”di, Kılıçdaroğlu’nun “iradesi rehin alınmış, vicdanı haczedilmiş”ti, CHP yönetimi, “Türkiye üzerinde hesapları olan zalimlerin gözüne girmek”, “onların hain desteklerini alabilmek” için “iblisle bile ortaklığa hazır kıvama gelmiş”ti. Herkes hain, yalnız Bahçeli ve seçtikleri değil. Klasik faşistlikler.
“Eşya topluyoruz” • Bahçeli “Kürt sorunu diye bişey yok” açıklaması yaparken, Akçakoca’da, fındık toplamaya Mardin’den gelmiş Kürt işçiler saldırıya uğradı. Onların anlatımını aktarıyorum. Akşam evlerinde otururlarken atılan taşla camları kırıldı, dışarı çıktıklarında karşılaştıkları iki kişi onlara, “Sizi burada istemiyoruz!” dedi. “On dakika içinde burayı boşaltmazsanız evi başınıza yakarız, taşla ve tüfekle geliriz.” Evdekiler “ne yapacağız” diye aralarında konuşurken evin önüne yirmi-otuz kişi daha toplandı. Kürt işçiler polisi aradılar. İki defa. Polis, “Olay çıkmadan gelemeyiz,” dedi. Onlar da, “O zaman cenazemizi almaya gelirsiniz,” diyebildiler.
İşçilerden birinin anlatımına göre, bir süre sonra polis geldi. Saldırgan topluluğa “dokunmadı bile”. İşçilerin üstünü aradı, aralarından üçünü Emniyet’e götürüp ifade aldılar. İmzalasınlar diye önlerine konan tutanakta işçiler suçlu gösteriliyordu. “Evimize saldıran kişilere bıçak çektiğimizi yazmışlardı,” diyor aralarından biri. Tutanağı imzalamamışlar: “Daha sonra bizi hastaneye götürdüler. Elime cam girmişti. Orada darp raporu almak istedik, ancak polisler buna engel oldu. Polis hastane girişimizi de sildirdi. Ayrıca bize alkol testi yaptırdı. 30 kişilik gruptan iki kişiyi getirmişlerdi. Onlara yapmadılar. Daha sonra tekrardan Emniyet’e götürüp olayı kapatmamızı istediler.”
İşçilerin evine taşlı saldırıyı ve sonrasını bazı komşular videoya çekmişti. Ancak saldırganlardan korkuyorlardı ve kayıtları Kürt işçilere vermediler.
Duvar’daki haberin sonunda, işçiler hâlâ saldırıya uğradıkları evdedirler, aralarından biri ifade için savcılığa götürülmüştür, onu beklemekte ve “memleketlerine dönmek için eşyalarını toplamakta”dırlar.