Sene 2014.
7 Haziran 1 Kasım arasını yaşamadan bir yıl önce.
Ancak Kobane’de vahşi IŞİD saldırısı gerçekleşmiş ve henüz
etkili bir müdahale yapılmamış, şehir saldırganların
istilasındayken.
Diyarbakır’da bir toplantıdayım.
Türkiye’nin her yerinden ve Kürt coğrafyasının Türkiye dışındaki
bölgelerinden gelen kadınların katıldığı bir sivil toplum
çalıştayı. Önceden planlanmış çalıştayın tek konusu Kobane ve IŞİD
değil ama elbette tüm konuları bir yana bırakıp IŞİD’i, Kobane’yi,
Kürt ve Ezidi kadınları konuşmak kaçınılmazdı. “Rojava Devrimi”
coşkusu çalıştayı saracak diye düşünüyor ve ben de "büyük güçlerle
bir ülke yöneticisinin birleşip gümüş tepside sunduğu şey devrim
olmaz" demeye hazırlanıyordum, toplantıya gitmeden önce. Olmadı
tabii bunları konuşacak halimiz yoktu.
Halep kırsalında sürmekte olan saldırılar Kobane merkezine
ulaşınca değişti her şey. Elle tutulup, gözle görülecek denli
tecessüm etmiş, ete kemiğe bürünüp dile gelmiş bir yas hali nasıl
anlatılır bilemem ama salona hâkim olan tam olarak buydu. Yas
dedimse Allah’tan gelene, hepimizin sonu olan ölüme yakılan ağıt
sanılmasın. Yas, isyan, öfke, mücadele, direniş, çaresizlik ve
hatta umudun iç içe geçmiş hali. Yanı başındaki akrabalarına,
sınırın ötesinde kaldıkları için el uzatamayışın çaresizliği. Bir
yandan da umut diyemesem de ciddi ve çok haklı bir beklenti:
Türkiye müdahale eder, etsin, etmeli.
BARIŞ İÇİN YENİ BİR YÖNTEM GELİŞTİRMEK, İMKÂNSIZA YAKIN,
ZOR GÖRÜNÜYOR
Çözüm süreci henüz sonlanmamış ama çatlak sesler duyulmaya
başlamış halde. Barış umudu tükendi, tükenecek. Bir tarafta klasik
devlet refleksi harekete geçmiş, milliyetçi-ulusalcı kanatta
başından itibaren karşı durulan çözüm sürecine itiraz hali giderek
daha yüksek sesler ve kararlılık kazanmış, Kürt kanadında ise resmi
siyasi söylem değilse de halkın dilinde bazen açıkça, çoğunlukla
imaen “Rojava Devrimi” hülyasıyla bir nevi barışmasak da olur
yaklaşımı. Böylesi duygu ve düşüncelerin üstüne eklenen IŞİD
saldırısıyla tekrar değişen dengeler ve Türkiye Devletine yönelen
saldırıyı durdurma beklentisi. Kürt halkının güvenini kazanma
ihtimalini ve yanı başındaki vahşeti önleme sorumluluğunu idrakten
uzak insanlık dışı ve bir garip politik öngörüsüzlük hali devlet
kanadında.
Böyle bir ortamda yapılan çalıştay hakkında izlenimlerimi yazmam
istendi, şimdi adını vermeyeceğim bir dergiden. Çalıştayda
söylemeyi umduklarımı da içeren, her kesimin pozisyonunu eleştiren
bir yerden yazdım ama tahmin ettiğim üzere yayınlanmadı. Bir yandan
devletin karar vericilerine, devrim olarak isimlendirmesem de
Rojava Kürt yönetimiyle düşmanlık ilişkisi değil dostça görüşmeler
yapılmasını önermiştim. O zaman için ortak düşman görülen Suriye
merkezi yönetimine karşı birlikte tavır alacak bir politika
kurulmalıydı. Çözüm sürecimizi güçlendirip belki mutlu sona
ulaştıracak, barış için gerekli, kaçınılmaz ve daha önemlisi son
hamle olabileceğini yazmıştım. Bu ülkenin Türkleri ve Kürtleri
olarak belki de toplumsal barışımızı kendi içimizde ve kendi
kararlarımızla oluşturabileceğimiz son şans olarak görüyordum çözüm
sürecini. Belki kaçan balık büyük olur misali ama hala öyle
düşünüyorum. Artık büyük güçlerin eli aramıza girmeden yeni bir
yöntem geliştirmek, imkânsıza yakın, zor görünüyor.
TAYBET ANA'NIN KALDIRILAMAYAN CENAZESİ NELERİN
HABERCİSİYDİ
Tüm bunları hatırlatıp kısmen yanıldığımı düşündüren İrfan
Aktan’ın yayınladığı Selahattin Demirtaş röportajı oldu. Özellikle
Gazete Duvar’dan sevgili Nergis Demirkaya’nın sorusuna verilen
cevap ve bu cevaba eklenen dipnot dikkat çekici benim açımdan. 7
Haziran 1 Kasım arasında bizlere yaşatılan şiddet ortamının tekrarı
ihtimaline ve özellikle muhalefete önerilerine dair olan soruya
gelen “en ideal günah keçisi” cevabının yanı sıra, kamu/güvenlik
üst düzey personele dikkat çekiyor, Demirtaş. O dönem yapılanların,
yaşananların, Sur’dan Cizre’ye diğer bölgelere dair askeri
müdahalenin karar vericilerinin çoğu şu an FETÖ’den tutuklu. İlginç
değil mi? Taybet Ana’yı hatırlayalım. Güvenlik güçlerince öldürülüp
cenazesi günlerce sokak ortasında bekletildi. Evlatlarının cenazeyi
alıp defnetmesine izin verilmesi için ne çok hak savunucusu,
politikacı aracı olarak devreye girdi. Defalarca bu insanlık dışı
uygulamanın bitirilmesi için devlet yöneticileriyle konuşuldu.
Sözde hepsinin içi yandı, hak verdi ama oradaki komutana söz
geçiremedi başbakan ve bakanlar. Ama görevden de almadılar. Meğer
emir komuta zincirleri okyanus ötesine bağlıymış ki, o vakit ülkeyi
yönettiklerini iddia edenler insanlık dışı uygulamayı sonlandırma
ricası yerine kesin devlet emri verip yerine getirilmediğinde
görevden almadıkları için 15 Temmuz gerçekleşmiş desek yeridir.
Kısacası bu olaylardan sadece bir yıl önce yaşananlar sırasında da
yani çözüm süreci hala devam ederken de bu askeri bürokrasi iş
başında olduğuna göre o zaman da büyük güçlerin eli çözümün
sonlandırılmasına değmiş olmalı. Meclis araştırma komisyonu
kurularak (seçimden sonra) dinlenmesi, soruşturulması gereken
kişiler arasında saydığı kamu görevlisi askeri yüksek bürokratları,
komutanlar arasında saydığı isimleri Demirtaş dipnot olarak
belirtmiş. Ben de aynen bu
yazının sonuna ekliyorum. Kobane olaylarına müdahale etmeyen
basiretsizlik haline ve çözüm sürecinin sonlanmasına etkileri neler
olmuştur? Komisyon kurulduğu takdirde bu iki soruyu araştırmakla da
ilgilenmeli.
DEMİRTAŞ'IN KOBANE SORUMLULARI LİSTESİ
"Değerli Nergis Demirkaya’nın sorusuna cevap verirken bahsettiğim
kişiler:
- 2. Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti. “Cizre ve Sur'u
temizleyen komutan”, “Hudutların komutanı Adem Huduti” manşetlerine
konu olmuştu. Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
- Yüksekova 3. Taktik Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Halil
İbrahim Ergin. Yüksekova'nın büyük kısmının yıkılmasına sebep olan
operasyonların komutanıydı. Darbe girişimine katıldı,
tutuklandı.
- Hakkari Dağ Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Ahmet Otal.
Yüksekova'nın büyük kısmının yıkılmasına sebep olan operasyonların
komuta kademesindeydi. Darbe girişimine katıldı,
tutuklandı.
- 2. Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral Avni Argun. Cizre ve Sur
operasyonlarının komuta kademesindeydi. Darbe girişimine katıldı,
tutuklandı.
- Şemdinli 34. Hudut Tugay Komutanı Tuğgeneral Ali Saynur.
Yüksekova'nın büyük kısmının yıkılmasına sebep olan operasyonların
komuta kademesindeydi. Darbe girişimine katıldı,
tutuklandı.
- Yüksekova 3. Piyade Tümen Kurmay Başkanı Albay Mehmet
Sezgin. Yüksekova'nın büyük kısmının yıkılmasına sebep olan
operasyonların komuta kademesindeydi. Darbe girişimine katıldı,
tutuklandı.
- Şırnak 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanı Tümgeneral
Abdullah Baysar. Roboski katliamında Uludere Şenova Tugay
Komutanlığında görev yapıyordu. Katliamdan üç yıl sonra 2015’in
Ağustos ayında Şırnak 23. Jandarma Sınır Komutanı olarak yeniden
atandı. Şırnak'ta yürütülen operasyonların komuta kademesindeydi.
Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
- Şırnak Çakırsöğüt Jandarma Komando Tugay Komutanı
Tuğgeneral Ali Osman Gürcan. Şırnak Cizre ve İdil ilçelerindeki
operasyonların ana gücünü oluşturan Çakırsöğüt Tugay Komutanı.
Darbe girişimine katıldı, tutuklandı.
- Astsubay Ömer Halisdemir tarafından öldürülen Tuğgeneral
Semih Terzi Şırnak'ta görevliydi. Terzi hem Suriye'de hem de
bölgede yapılan operasyonlarda Özel Kuvvetleri yönetiyordu. 15
Temmuz gecesi, Silopi'den Irak Kürdistan Bölgesine geçip sonra
tekrar Silopi’ye döndü, oradan Diyarbakır'a ve Diyarbakır'dan da
bir tim ile birlikte Ankara'ya geçip orada öldürüldü.
- Beytüşşebap Kaymakamı Kadir Güntepe. Bylock kullanıcısı
olduğundan tutuklandı.
- Şırnak Vali Yardımcısı Cüneyt Manisa. Bylock kullanıcısı
olduğundan tutuklandı."