'Kürtçe için yine Kürtler mücadele ediyor'
Arkadaş Zekai Özger şiirlerini okuduğum, sevdiğim ve hayatını kısmen de olsa Arjen Arî ile özdeşleştirdiğim bir isim. Ünlü Kürt şair Şêrko Bêkes ustası kabul ettiği Nalî gibi gurbette ölmüştür. Ölümü şaibeli Arkadaş Zekai Özger’in, kimsesizliği (yersiz- yurtsuzluğu) isim edinmiş Şêrko Bêkes’in ve tutuklu şiirlerin şairi Arjen Arî’nin birbirinden çok da farklı olmadığına inanıyorum.
Kadın, genç, Kürt ve şair Narin Yükler Kürtçe şiirlerle katıldığı Arjen Ari şiir ödülünden sonra Türkçe şiirleriyle katıldığı Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nde de birinci oldu. İki dilli şair Narin Yükler. Hem anadili Kürtçe, hem ifade dili Türkçe şiir yazıyor ve yayımlıyor.
Narin Yükler’le aldığı ödülleri, ödüllerle ilgili tartışmalarını, iki dilde şiir yazıp yayımlamayı, Türkçe şiir ortamına ilişkin düşüncelerini ve gelecekle ilgili tasarılarını konu ettiğimiz söyleşi için sorular yönelttik. İçinde olduğu koşullara ve ağır sorunlarına karşın sorularımızı yanıtladığı için kendisine teşekkür ediyoruz…
Narin Yükler kimdir, şiire ne zaman ve nasıl başladı?
‘Kimim ben’ diye sormadım kendime hiç. Bugün ‘Narin Yükler kimdir’ sorusu için aynaya baktığımda aldığım cevap; kadın, anne ve göç. Gerisi detay. Yarın değişir mi, bilmiyorum.
‘gurbet ki en çok uykusuz gecelerin birikmiş cinnetidir
dönmek için şarkı biriktirmek, gurbete dairdir’ (Toz Kadınları, C. Hakkı Zariç)
bu satırları okuduğum zaman tutunma şeklimi seçtim: şiir. 2015 sonu. Kadın olarak, anne olarak, Kürt olarak söylemek istediklerim vardı ve bunları şiir sesimle anlatmak bana daha anlamlı geldi.
Anadilin Kürtçe ve sen hem Kürtçe hem de Türkçe şiirler yazıp yayımlıyorsun. Aynı yıl içinde iki dilden iki şair adına konulan farklı iki ödülde birincilik aldın, neler söyleyeceksin?
Arkadaş Zekai Özger şiirlerini okuduğum, sevdiğim ve hayatını kısmen de olsa Arjen Arî ile özdeşleştirdiğim bir isim. Ünlü Kürt şair Şêrko Bêkes ustası kabul ettiği Nalî gibi gurbette ölmüştür. Ölümü şaibeli Arkadaş Zekai Özger’in, kimsesizliği (yersiz- yurtsuzluğu) isim edinmiş Şêrko Bêkes’in ve tutuklu şiirlerin şairi Arjen Arî’nin birbirinden çok da farklı olmadığına inanıyorum. Bu yüzden iki ayrı dilde olsa da, bu iki ismin bir tahtada yan yana yazıldığı için aynı bıçağın kesiği olduğunu görebiliyorum.
Ödüller, özellikle de şiir ödülleriyle ilgili tartışmalar her zaman gündemde. Türkçede verilen şiir ödülleri hakkında genç bir kadın ve Kürt şair olarak sen neler düşünüyorsun?
Türkçede bolluk ve çeşitlilik var. Bu ortamda nitelikli/niteliksiz ve bağlantılı olarak şiir ödüllerinin yersizliği tartışmalarının yaşanmasından daha doğal ne var. Beğeninin olduğu yerde beğenmeme, takdirin olduğu yerde eleştiri hep olmuştur.
‘Şiir ödülleri gerekli midir’ diye sorarsanız; bugün yazdıklarının ödülle değerlenmesine ihtiyacı olmadığı halde kitap yayımlatma koşulunu sağlayabilmek için şiir ödüllerine başvuru yapmak zorunda kalan şairler var, bu açıdan gerekli görüyorum. Yoksa ödül iyi ve kalıcı olmanın ön koşulu ya da garantörü değil. Ancak, genç şairlerin her ödüle aynı hevesle başvuru yapmasını da tutarsızlık olarak görürüm.
Ölçüsü olmalı biraz. Bazen adına şiir ödülü düzenlenen şairin şiirleri, poetik tutumu veya hayatı, bazen sponsor ya da düzenleyici yayınevi, bazen de jürideki isimler burada ölçü kabul edilebilir.
Evet, jüri katılımcılar arasından seçimini yapıyor, ama şair de ödüller arasında seçimini yapabilmeli, seçici olabilmeli. Şiir kitapları tarih kitapları gibi yazılmamalı, fakat çoğu zaman dünümüze ve bugünümüze dair yankılar, mesajlar içerir. Dizelerimi okuyanlara vermek istediğim mesajı yazdıklarıyla, duruşuyla yadsıyan, bir jürinin ya da yayınevinin elinden kitabım geçsin istemem.
Hem Türkçe, hem Kürtçe şiirler yazıyor ve yayımlıyorsun. Şiir çevreleri ve okurları şiirlerini dergilerden okuyor ve takip ediyorlar. Bunlar çoğunlukla Türkçe şiirler. Kürtçe şiirlerini de yayımlıyor musun? Nerelerde ve nasıl yayımlıyorsun?
İlk şiirim Akatalpa’da, ardından Evrensel Kültür gibi birçok dergide yayımlandı. Dergilerin yeni sayılarına yayımlandıktan birkaç ay sonra arkadaşlarım aracılığı ile ulaşabiliyordum. Dolayısıyla neler yazılmış, şiirin ve insanlığın bugününe dair neler söylenmiş, neler söylenmemiş geç fark ediyordum.
Okudukça birbirimizin mizacını anladık ve birkaç dergiyle yol ayrımına geldik. Şimdi ikiyi geçmeyecek dergi sayısıyla Türkçe şiir için ağır ilerlemek istiyorum. Kürtçe şiir ve öykülerimi ise düzenli olarak Kelên, Rojnameya Evro, ve Rojnameya Hich’de yayımlıyorum. İki kitabımın da bu yıl içerisinde ödüller sayesinde yayımlanabilecek olması, şiirlerimin dergilerden uzak kalmasına sebep olsun istemiyorum, dergilerden okumaya devam edeceğiz.
Genç bir şair olarak Türkçe şiir ortamının bugününe ve geleceğine yönelik neler söylersin?
Türkçe şiir/ Türk şiiri, ulus/dil tartışmaları sonraki zamana dursun, bugün Türkçe yazılan şiirde kadınların ve Kürtçe yazamayıp Türkçe yazan Kürt şairlerin katkısı büyük. Anlatıcının kadın olduğunu hissettiren şairlerin şiire katkısını önemsiyorum. Çünkü Türkçede de, Kürtçede de eril dilde yazan kadın şair sayısı azımsanamayacak kadar çok. Türkçe şiirde bu durum genç şairler sayesinde biraz daha aşılmış durumda. Hatta her şeye rağmen iki dil için de şunu söyleyebilirim: Bugünün şiiri dünden daha cesur.
Türkiye’de Kürtçe yazılan şiirde bugün neler olup bittiğini Türkçe şiir okuruna aktarmak, tanınmasını sağlamak amacıyla kısa da olsa bir değerlendirme yapmanı istesem?
Bugün Türkiye’deki Kürtlerin büyük bir çoğunluğu Türkçe biliyor, ama anadili olan Kürtçeyi bilmiyor. Çünkü; Türkçe okuyor, Türkçe yazıyor, Türkçe düşünüyor, Türkçe öğrenim görüyor, alışveriş yapıyor, iş yerinde, hastanede, mahkemede aynı dili kullanıyor. Kürt edebiyatçı Fawaz Husên şöyle der “Mezopotamya’nın Kumları” adlı kitabında: “Katolik okulundaki ilk yıllarımda, eğitimin neden anadilimden; Fawzo Ana’nın masallarını, Şeyhmus Amca’nın efsanelerini anlattığı dilden başka dillerde yapıldığını anlayamıyordum. Okulda Arapça, Fransızca, Ermenice ve hatta öyle bir dil olsa Marsça bile öğrenebilirdik, ama asla Kürtçe öğretilmiyordu. Kürtçeyi ya bilirdin ya da bilmezdin. ‘Ev içi’ kurduğumuz bir dil, kendi aramızda iletişim kurduğumuz, tartıştığımız ya da barıştığımız dildi Kürtçe.”
Kürt şairler, şiirin yanında dil de çalışmak zorunda kalıyor. “Herkes hayatı belli bir dilde yaşar; deneyimlerini bu dilde kazanır, bu dilde hazmeder ve yine bu dilde anımsar. Benim yaşamımdaki temel çatlak, anadilim olan Arapça ile eğitim dilim ve eğitim sonrası akademik ve öğretmenlik kariyerim süresince ifade dilim olan İngilizce arasındaydı. Bu nedenle de kendi anlatımını başkasının dilinde kurmaya çalışmak karmaşık bir uğraştır” der, Edward Said. Kürt şairler de ellerinde kalan tek evi -Kürtçeyi- yaşatabilmek/iyi yazabilmek için kendi imkânlarıyla çalışıyor. Sinn Fein, “Hapishanede, çırılçıplak soyunduğunuzda yapılacak en İralandaca şeyin, İrlandaca konuşmak” olduğunu söylemişti. Kürt şairler/edebiyatçılar da bunu yapıyor. Kürtçenin dünü de bugünü de bu.
Kürtçe şiirin tanınmasını sağlamak amacıyla burada kısa da olsa çağdaş Kürt şiirinden, dizelerinden, biçim arayışlarından bahsetme konusunda azlimi rica edeceğim. Bu görevi hep Kürt edebiyatçılar üstleniyor çünkü. Bugün Türkiye’de yüzlerce yayınevi, çevirmen, edebiyat tarihçisi, akademisyen varken dünyanın en ücra köşelerini mesken tutmuş halkların dili Türkler ve Türk edebiyatçılar tarafından öğrenilip, çevrilip tanıtılıyorken aynı ülke sınırları içerisinde birlikte yaşamın arzulandığı halk olan Kürtlerin, Kürtçe edebiyat ve Kürtçe edebiyata ait eserlerinin tanıtımını, çevirisini ve araştırmasını sadece Kürtler yapıyor.
Kürtler yazıyor, Kürtler kendi yazdığını Türkçeye çeviriyor, tanıtımını yapıyor ve Kürtçe için yine Kürtler mücadele ediyor. Durum buyken, Ehmedê Xanî, Elî Herîrî, Melayî Cizîrî, Mesture Kurdistanî gibi klasik Kürt edebiyatçıları şöyle dursun, bugün eserleri dünya dillerine çevrilmiş çağdaş Kürt romancısı Bextiyar Elî’den, Ehmed Huseynî’den, Omer Dilsoz’den, Nobel edebiyat ödülüne aday gösterilen Kürt şair Ebdulla Pêşêw’den, Arjen Arî’den, Berken Bereh’ten, Kawa Nemir’den, Fatma Savcı’dan, Gulîzer’den, Yıldız Çakar’dan, Tîroj Amed’ten, Nûdem Hezex’ten Ulku Bîngol’den veya Lal Laleş’ten konuşmak yerine sormak istiyorum; Türkçe edebiyat ve yayın çevresi neden bu isimlerden habersiz?
Kısa ve uzun zamanda gerçekleştirmeyi öngördüğün şiirle ilgili tasarıların vardır sanırım. Bunlar nelerdir? Yani gelecekte şiir okuru Narin Yükler’den neler beklesin?
Öğrenebilsem, İngilizce de yazmak isterim, Japonca da, hatta varsa Mars diliyle de. Ama gelecekte Narin Yükler kendinden Kürtçeyi şiir dili olarak daha etkin kullanmayı bekliyor. Kürtçe okuyucularının da bunu beklemeye hakkı olduğunu düşünüyorum. Önümde kaynakları, boğazları, mahzenleri ve nehirleri ile bir dil var ve ben her yerini görmek istiyorum. Yavaş yavaş ortaya çıkan ikinci Kürtçe şiir kitabımı bu yüzden biraz daha bekleteceğim. Türkçe için ise bu yıl bitmeden ‘kolonyalizm ve edebiyat’ temalı denemelerimi yayımlamayı planlıyorum.
YENİ ÇIKANLAR
Her Yangın ‘Kerem Yangını’ Değildir
Harun Atak’ın (1990) son kitabı “Gülde Kerem Yangını” Varlık yayınlarından çıktı. Atak’ın daha önce “Gecel” ve “Tekvin ve Hiçlik Kitabı ya da Ah” adıyla yayımlanmış iki kitabı daha bulunuyor. 2010’da yayımlanan ilk kitabıyla Cemal Süreya şiir ödülünü Harun Atak’ın, ikinci kitabıyla da Yaşar Nabi Nayır ödülünü aldığını belirtelim.
“Güde Kerem Yangını”nı Haydar Ergülen’in kitaba yazdığı sunuda söylediklerini, sonra da ilk sayfada yer alan betiğin “bilinmek istedim” ifadesini mihenk taşı yaparak okumaya başladım. Kitabın adının bilincimde, anlağımda oluşan yankısı okumayı bitirdikten sonra da sürdü. “Gülde Kerem Yangını”nı düşündüm uzun süre. Bu adın ne vaat ettiğini anlamak için yeniden çevirdim sayfaları. Bu kez kitabı kapatırken her yangın kerem yangını değildir diye mırıldanıyordum. Sonuçta kitapla ilgili, “Gülde Kerem Yangını” şairinin bir görme, bilme, anlama duyarlılığını kışkırtmaya odaklanmış olduğu yargısına vardım.
Her okuma, özellikle şiir okuması tekil bir eylem ve edimdir. Toplu olarak ya da topluluk önünde (karşısında) okunduğunda da şiirin dili, herkesin şiir bilgi ve bilinciyle birlikte bulur anlamını, değerini. Şiirin okura, alıcısına aktardığı okur, alıcı şiirde neye açıksa onunla sınırlı kalır genellikle. Ancak öyle şiirler vardır ki algıyı zorlar yıkar, dağıtır. Okurun yerleşik şiir terbiyesini bozar. Çok şeyi göze almış şiirlerdir bunlar ve çok şeyi göze alarak var olurlar… Ama her şairden, her şiirden böylesi bir yaratıcı, yıkıcı, devrimci hamle beklenemez.
“Gülde Kerem Yangını” bir duyarlılık kapısı aralıyor okurunda, bir duyarlılık alanı açıyor… Duyarlılıklar için okuyanda şiirsel boşluklar oluşturuyor.
Doksanlı yılların şiirindeki özelliklerden biri de ustalıkları herkesçe kabul edilmiş şairlerin seslerinin, genç şairlerce yapıtlarında yinelenmesiydi. Bu dönemin şiirlerinde sesi en çok duyulan şairlerin başında da Edip Cansever geliyordu. İsmet Özel, Turgut Uyar, Ece Ayhan gibi şairlerin seslerinin de genç şairlerin şiirlerinde yinelendiği oluyordu. Elbette modern Türkçe şiirde sesi en çok yinelenen şair Nâzım Hikmet’tir. Karşıtlarının, hasımlarının bile sesini yinelemekten kaçınamadığı bir şair olmuştur bir yüzyıla yakın süredir var olan modern Türkçe şiirin serüveni içinde.
Harun Atak’ın “Gülde Kerem Yangını”nda, Melih Cevdet Anday’ın başta “Kolları Bağlı Odyssues”u olmak üzere, değişik yapıtlarındaki yerleşik sesini duyduğumu söylemek isterim. Bu kanıyla birlikte düşündüm bunları…
“Ey güneş, güzel güneş, işit beni
And olsun sana, alevden atlarına
Her gece ölülerini yedi ellerim, yokluğunda”
Şiir okurları, şiir dostları için; “Gülde Kerem Yangını”nın da, genç şairinin de “acemi ustalığı” engelini aşmış olduğunu belirtelim…
Şiirin Ahmet Adasından Son Kitap
Ahmet Ada’dan yeni bir kitap. Hayır şiirin, modern Türkçe şiirin “Ahmet Adası”ndan son kitap demeliyim. Artık aramızda olmayan Ahmet Ada’nın (1947-2016) Ve Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı, “Derin Göller Kalbindir” oldu. Ada, ömrünü şiire adayan biri olarak şiir yazmanın yanı sıra şiir üzerine düşünen, araştıran, inceleyen bir şair olarak geçti bu dünyadan.
“Derin Göller Kalbindir” Yaşamı süresince, ilk şiirlerini yayımladığı 1966’dan itibaren “saf şiir” ya da “has şiir” de denilen lirik şiirin ortasında yer alan bir şairdir diyebiliriz Ahmet Ada için. Onun şiire başladığı dönemin de etkisiyle olsa gerek lirik şiir anlayışını sosyal gerçekçilikle destekleyerek sürdürdüğünü de ekleyelim bu görüşümüze… Ahmet Ada’nın son kitabındaki şiirler, kalbi ayna olan şairin dilinde oluşan derin göller kitabı izlenimi bıraktı bende.
Ada’nın, “Derin Göller Kalbindir” adlı yapıtında yer alan şiirlerin büyük ölçüde doğaya ait, kırsal alanın dağarcığını oluşturan sözcüklerle kurulduğu dikkat çekiyor. Ancak bu doğaya ilişkin sözcük dağarcığı onun zaten şiir dilinin yerleşik özelliklerinin başında geldiğini de belirtelim. Şairin şiirlerinin bu özelliği akla Şilili şair Neruda’yı getirir.
Türkçe şiirde, örneğin Ahmet Haşim, Yahya Kemal ve takipçilerinde doğaya genelde “ölüdoğa” olarak yaklaşıldığını ve betimlendiğini görürüz. Ya da bu grup şairin doğaya yöneldiğinde kırsala doğru sürecek bir yolculuğa çıkıp izlenimlerini aktardığına tanık oluruz. Doğa onlarda çoğunlukla bir dekordur. Ahmet Ada’da, son kitabında da gördüğümüz gibi doğa tek başına sorunsallaşmasa da bir sorunun dile aktarımında rol alan dışavurumun önemli bir oyuncusu olur.
Söylediklerim için kitapta yer alan hemen hemen her şiir dayanak oluşturacak nitelikte. İşte kitaba adını veren şiirin son betiği:
“Varlığa bir anlam veremediğimiz doğru
Yaprağı bile çözemedik, gidiyoruz
Göllere, derin göller kalbindir”
Ahmet Ada her zaman okunacak şiirler yazdı ve miras bıraktı şiir okurları, şiir dostları için… “derin göller kalbindir” kitabı için de geçerli bu söylediklerim…
ETKİNLİK… SÖYLEŞİ…
İzmir 22. TÜYAP Kitap Fuarı’nda şiir okurlarının, şiir dostlarının ilgisini çekecek etkinlikler devam ediyor. Fuarın son iki gününde gerçekleşecek şiir odaklı etkinlik programı şöyle:
* Murathan Mungan’ın konuşmacı olduğu ve bugün saat 14.30’da başlayacak “Ufuk Ayarı” başlıklı söyleşisi Konferans Salonu III’te…
* Konferans Salonu II’de Salih Bolat’ın katıldığı “Şiir ve Hayat” başlıklı söyleşi bugün saat 14.30’da…
* Konferans Salonu I’de Şükrü Erbaş ve Gökhan Ekim’in katılacağı “Menendin Yok Seni Kimse Benzedem” başlıklı şiir ve türkü dinletisi bugün saat 16.45’te başlayacak.
* “70'lerden Günümüze Sina Akyol Şiiri İçin Dipnotlar” konulu panel bugün saat 17.00’de Konferans Salonu III’te. Panele konuşmacı olarak Ahmet Bozkurt, Cenk Gündoğdu, Duygu Kankaytsın ve Gonca Özmen katılıyor.
* Fuarın son şiir, şair etkinliği Akif Kurtuluş’la küçük İskender’in katılacağı söyleşi. 30 Nisan Pazar günü Konferans Salonu I’de gerçekleşecek “Canım Kardeşim Nasılsın” başlıklı söyleşinin başlama saati 14.30.
Birhan Keskin Boğaziçi Üniversitesi’nde
Şair Birhan Keskin, Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür Sanat Araştırma Merkezi’nin konuğu oluyor. Merkezin şair Birhan Keskin’i konuk ettiği “Yazar Şair Buluşmaları” etkinliğinde moderatörlüğü Zeynep Uysal üstleniyor. 4 Mayıs Perşembe günü saat 17.00’de başlayacak etkinlik, Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampusu Demir Demirgil Salonu’nda gerçekleştirilecek.
Beşiktaş şiir festivali
30 Nisan-3 Mayıs tarihlerinde düzenlenecek Beşiktaş II. Uluslararası Bahar ve Şiir Festivali Türkiye, İtalya, Letonya, Romanya, Moldova, Danimarka, Suriye, Irak, Japonya, İrlanda ve Suudi Arabistan’dan şairleri şiir okurları, şiir dostlarıyla buluşturuyor. Festivale şu isimler katılıyor: Cengiz Bektaş, Ülkü Tamer, Bianchi Vincenzo, Uldis Bērziņ, Ahmet Telli, Gülseli İnal, Ion Deaconescu, Nicolae Dabija, Ayten Mutlu, Erdal Alova, Âba Müslim Çelik, Turgay Fişekçi, Yusuf Alper, Metin Celâl, Altay Öktem, Hülya Deniz Ünal, Hael Srour, Kate Newmann, Arai Takako, Amal Al Jubouri, Emel İrtem, Gökçenur Ç, Yaprak Öz, Cindy Lynn Brown, Efe Duyan, Neslihan Yalman,
Gonca Özmen, Francesca Cricelli, Ahmed Jundi, Kaan Koç, Mahmoud Al Taweel.
ŞİİR TARİHİNDEN TADIMLIK…
Zahrad burada yaşadı yaşıyor
Dört tarafı Türkçeyle çevrili bir şairi getirelim bu defa “Şiir Tarihinden Tadımlık” köşemize. 1924’te İstanbul’da doğmuş, İstanbul’da yaşamış, İstanbullu Ermeni bir şair Zahrad, gerçek adıyla Zareh Yaldizciyan.... Şiirlerini anadilinde, Ermenice yazmış ve yapıtları Türkçe dahil birçok dile çevrilmiş ve yayımlanmış. Türkçenin, Zahrad’la imtihanı diyebileceğimiz hikâyesi ve hazin bir ilişkisi var. Daha doğrusu ilişkisizliği. Çünkü ilk kitabının çıktığı 1960 yılından itibaren şiirleri her dile çevrilip yayımlanmış. Ama Zahrad’ın şiirlerinin Türkçeye çevrilip yayımlanması için 1993 yılı beklenmiş ya da bu tarihe kadar bekletilmiş, ertelenmiş mi diyelim yoksa…
Ne dersek diyelim, bir “görmeme”, belki de “görmezden gelme” sorunu olduğu açık. Neredeyse yedi düvel görmüş İstanbul’daki Ermeni şairi, Ermenice dilinin en büyük şairi olarak gösterilen Zahrad’ı. Ancak hemen yanı başındaki Türkçe ve onun şiir otoriteleri bir türlü başını o tarafa çevirip de bakmamış…
Kendi toplumunun dışında kimsenin dönüp bakmadığı, dönüp bakma gereksinimi duymadığı, ses vermediği, ses almadığı bir şair olarak yaşayıp şiirler, kitaplar yayımlamak, dünyanın birçok diline çevrilmek, ama kendi yaşadığın yerde şairlerin arasına karışamamak coğrafyanın kaderi olarak açıklanamaz herhalde. Açıklansa açıklansa utançla açıklanabilir. Bir büyük utançtır Türkçenin Zahrad’la yıllarca hiçbir biçimde ilişki kurmamış olması… Özür dilemek için geç belki, ama elbette bir büyük özür gerekiyor…
Zahrad’ın 1993’ten başlayarak Türkçede yayımlanan şiir kitapları sırasıyla şöyle:
“Yağ Damlası, (Çeviri: Ohannes Şaşkal, İyi Şeyler Yayıncılık, İstanbul, 1993)
Yapracığı Gören Balık, (Çeviri: Ohannes Şaşkal, Belge Yayınları, İstanbul,2002)
Işığını Söndürme Sakın, (Çeviri: Ohannes Şaşkal, Adam Yayınları, İstanbul, 2004)
Zahrad’ın iki şiirini aktarıyorum. İlk şiir “Ayrım” adını taşıyor. Şiiri Can Yücel çevirmiş Türkçeye:
“Gigo kendine bir gözlük aldı
Neye baksa hep mavi görüyor
Gökleri mavi- denizleri mavi
Sevdiği kızın gözleri mavi
Mavi görüyor hep neye baksa
Etrafına bakınıyor burnunda gözlüğü
Sen diyorsun ki denizler mavidir
oldum olası
Sen diyorsun ki gökler mavidir
oldum olası
Yeni oldu bu diyor - inanmıyor sana
Gigo kendine bir gözlük aldı
Maviyi mavi görüyor artık”
Bu da Zahrad’ın, Türkçede yayımlanan bütün kitaplarının çevirmeni olan Ohannes Şaşkal’ın çevirisiyle “Elçi” başlıklı şiiri:
“Ben sizin en eski düşünüzüm
bir daha göremeyeceğiniz düşünüz
Ve hepimizin içindeki gizli infilâkım ben
bir daha hatırlayamayacağınız
Eski ölçülerinizi parçalayacaksınız
Çünkü sizin en büyük hayalinizden büyüğüm
Kozmonot pilotunuzum
Sınırsızlığınızın sınırıyım ben
Ben sonuncu elçinizim sizin
Siz kimsiniz”