Kürtler ve Şam arasında anlaşma ABD o bölgede kaldığı sürece zor, hatta neredeyse imkansız. Zira Kürtlerin olduğu gibi Şam’ın da kırmızı çizgileri var. Bunların başında ABD’nin varlığı geliyor.
Suriye’deki Amerikan karşıtlığı yapısal. Zaten bugün Suriye’nin yaşadıklarının sebeplerinden birisi Suriye’nin kuruluşundan bu yana sürdürdüğü Amerikan karşıtı politika değil mi?
Hal böyleyken şimdi Kürtler ile birlikte anılan Suriye’deki ABD varlığı sona ermeden Şam ile Kürtler arasında yapılacak bir diyalogda ilerleme sağlanması kolay değil.
İki taraf açısından bakılacak olursa zorluklar şu şekilde sıralanabilir:
- Kürtler 2011’den bu yana yaşanan süreçte açık kapı politikası gereği tarafların hemen hepsi ile diyalog geliştirmeye çalıştı. Buna Şam da dahildi ancak Şam’ın işleri başından aşkındı ve Kürtler ile Şam arasındaki diyalog bu nedenle (arada bazı konularda askeri işbirliği daha önce sürmüş olsa da) diğerleri ile Kürtler arasındaki ilişkiden daha geç başladı. Şimdi gelinen noktada Kürtler artık Suriyeliliklerinin yanında ayrı bir (kurumsal) kimlik olarak muhatap alınmak istiyor. Şam ise “Bir dakika nereden çıktı bu?” tavrı içerisinde. Şam daha önce (2012’de mesela) Kürtlerin ABD ile bu kadar sıkı bir ilişki geliştireceğini, daha doğrusu Amerikalıların Suriye sahasında bu şekilde yer alacağını muhtemelen tahmin etmiyordu.
- ABD varlığı Kürtler açısından önem arz ediyor. Zira çevrelerinde kendilerini yutmak için bekleyen çok sayıda aktör olduğu bir gerçek ve bu durumda ABD’nin varlığını sadece askeri açıdan kendilerini korumak üzere değil, eğer olacaksa siyasal bir kazanım için de gerekli görüyorlar.
- Suriye yönetimi ise tam tersi bir durum olarak ABD varlığını Kürtler ile diyalog önündeki en büyük engel olarak görüyor.
İki taraf arasında “güven” sorunu da var.
- Kürtler eğer Amerikan varlığı ortadan kalkarsa Şam’ın “fabrika ayarlarına” dönmesinden ve kendilerine hiçbir hak tanımamasından endişe ediyor.
- Suriye yönetimi ise Kürtlerin ABD ile birlikte stratejik topraklara hakim olarak “Kuzey Irak” tarzı bir oluşuma gideceğini düşünüyor. Bu da Suriye’nin fiili olarak bölünmesi demek.
İki taraftan yapılan son açıklamalar yukarıda çerçevelendirmeye çalıştığımız duruma örnek oluşturuyor. Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad Russia Today kanalına verdiği son röportajda Barış Pınarı harekâtının ardından Şam’la Kürtler arasında, Rusya’nın da rol oynadığını belirttiği bir yakınlaşma başladığını söyledi. Ancak hemen ardından ABD’nin bunu engellemeye başladığını ifade etti.
Esad Kürtlerle diyaloğun devam ettiğini ancak Amerikan etkisinin hemen devreye girdiğini de savunuyor: Meseleleri çözmek konusunda, çeşitli sebeplerden ötürü bazen ilerliyoruz, bazen birkaç adım geri gidiyoruz. Bu sebeplerden biri, ABD’nin Suriye’de aktif olan silahlı gruplara, hükümetle anlaşma yapmalarını engellemek için baskıda bulunmasıdır.
Amerikan varlığının diyaloğa nasıl zarar verdiğini anlatan Esad “Kürtlerin vatanseverliğinden de” bahsediyor.
Kürtlerin garanti endişeleri ise ABD’nin Kürtlerle Suriye’deki diğer etnik gruplar arasında bir ayrışma yaratmaya çalıştığını söyleyen Esad’a cevap Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu eşbaşkanlarının açıklamalarında açıkça görüldü. Yürütme Meclisi Eşbaşkanları Şam yönetimine diyalog çağrısında bulundukları basın toplantısında, “Umarız Suriye devleti ve Esad, çözüm odaklı bir yaklaşım geliştirir. Kuzey ve Doğu Suriye halkları olarak hiçbir zaman Suriye topraklarını parçalamaya dönük bir amacımız olmadı. Suriye topraklarını parçaladığımıza dönük iddia ve söylemler gerçek değildir” ifadelerini kullandılar.
Açıklamada Esad’ın “Kürtlerle diğer halklar arasında ayrıştırma yapılmaya çalıştığı” sözünü de dikkate alındığı görülüyor. Örneğin eşbaşkanlardan Abdülhamid El Mihbaş “zaferin Suriye’deki bütün halklar için onur verici” olduğunu söyleyerek bölgede hakimiyeti diğerleri ile de paylaşabileceklerinin işaretini veriyor. Ama en önemlisi Mihbaş’ın “Suriye toprakları üzerinde hiçbir hesaplarının olmadığını ve Suriye’nin sekiz yıl önceki gibi kalması” gerektiğini belirtmesi.
Mihbaş’ın hedefe yönelik asıl ifadesi ise “Kuzey ve Doğu Suriye bölgesindeki bütün halkların kimliklerine ve haklarına sahip olması için üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye hazırız.” cümlesi.
Bu ve benzeri nedenlerle, Şam diyalog için önce Kürtlerin ABD ile işbirliğinden vazgeçmesini istiyor. Buna karşılık Kürtler de ABD’yi terk etmeden önce bazı haklar konusunda Şam’dan garanti istiyor.
Ancak “Önce sen adım at” beklentisi yukarıda saydığımız nedenlerle iki taraf için de risk taşıyor. Peki bu güven bunalımı nasıl atlatılacak? Sorun tam da burada düğümleniyor.
Kürtler Suriye içinde kalmak konusunda irade beyan ettiler, buna karşılık durumun artık eskisi gibi olmayacağının farkında olan Şam da Kürtlere “taviz” vermek zorunda olduğunun bilincinde. Ama bu “tavizler” ne olacak?
Kürtlerin bu konuda nihai amacı belli ancak halihazırdaki konjonktür aşamasında ne isteyecekleri konusunda kafaları net değil, ya da en azından açıklamalarına yansıyan bir durum yok.
Aynı durum Şam için de geçerli. Suriye yönetimi Kürtlere ne vereceği konusunda net açıklamalar yapmıyor.
Örneğin Kürtler parlamentoda ne şekilde yer alacak? Partileri mi olacak, şahıslar bazında mı temsil edilecekler? Kürtler Suriye’nin geleneksel dış politikasına nasıl yaklaşacak? Bir tarafta iyi ilişki geliştirdikleri ABD ile ilişkilerini buna göre mi şekillendirecekler? Buna karşılık Suriye’nin önümüzdeki dönemde ABD ya da Batı’ya karşı politikalarında yumuşama olacak mı?
Bütün bunlar şimdi değil belki ama bir diyalog olması ve fiiliyata dökülecek bazı adımların atılması halinde kaçınılmaz olarak iki tarafın da önüne gelecek konular.
İki tarafın şu anda tek yaptığı ABD varlığı üzerinden politika geliştirmek. Bakalım ileride bu tavır aşılabilecek mi?