Kürtlerin avukatı var mıdır? Kürt hak hareketi ve Tahir Elçi

Tahir’in avukatlığı ve Kürtlerin avukatlığını esaslı bir karakter yapısı haline getirmesi üzerine çok şey söylenebilir. Şurası açıktır ki Tahir’in avukatlığı ve bir bütün olarak hayatı bize Kürtlerin, Türklerin hak düzeyleri, Türkiye’de hukuk ve adaletin durumu ve daha ötesi Ortadoğu’nun politik ve hukuki ahvali konusunda kapsamlı ve öğretici bir ders olarak önümüzde durmaktadır.

Abone ol

Orhan Gazi Ertekin - Neşet Girasun

Bundan üç yıl önce hepimizin gözünün önünde olup da bir türlü çözülemeyen bir cinayet işlendi. Kameralar her detayı kaydederken her şey aynı anda bir muammanın içine yuvarlanıp gidiverdi her nasılsa. Peki her şey manidar iken nasıl olup da muammaya dönüşür? Her şey ortadayken nasıl olup da aynı her şey birden kararıverir? Gördüğümüzü ve şahit olduğumuzu sonsuz bir resmi geçidin aralıklarında nasıl kaybedebiliriz? Ve dahası bu cinayetle aramızdan ayrılan Tahir Elçi’nin hayatı ve ölümü hep önümüzde şahitlik yaptığımız apaçık bir hayat iken nasıl olup da Türkiye’nin hukuku yargısı ve dahi devletinin içinde her şey sonu gelmez bir varlık/yokluk sorgusuna dönüşür?

Bu sorular, sadece bir cinayet için sorulmuştur. Ama sorular da cevaplar da aslında sadece cinayetin içinde değildir maalesef. Bu ülkede her şey her nasılsa bir varlık-yokluk, kabul-inkar aralıklarında kurulmuştur ki bizler her daim o aralıklarda koşturup duruyoruz habire: Türkiye’nin hukuku ve yargısı, ama daha önemlisi bu cinayetin bizden alıp götürdüğü Tahir Elçi’nin hayatı da tam da bu aralığın içinde geçip gitmiştir. Derin derin kazarsak eğer orada çok şey bulabileceğiz Tahir’e dair, Kürtlere dair, Türklere dair ve hepimizin bu ülkedeki hayatına dair. Eğer yeterince zahmet edersek göreceğiz ki Tahir’in ömrü hayatı ve portresi, Türkiye’nin ve Kürtlerin son yüz elli yıllık hayatının en temsil edici maddesi ve ikonik görüntüsü olarak yerini alacak, Tahir bir kez daha bir çok şeyi anlamamıza aracılık etmiş olacaktır.

KÜRTLER AVUKATSIZ MIDIRLAR? 

Sadece Kürtler açısından değil Türkler bakımından da bu sorunun cevabı çok önemli. Çünkü Kürdün ve Türkün “hak”kını, bu ülkedeki hukuk ve yargı düzeninin özellik ve adalet kapasitesini bu sorunun cevabı gösterecektir bir anlamıyla. Çok bilinen bir sözle başlayalım: “Kürtler avukatsız bir halktır.” Bu söz belki bir gerçeği anlatmaktadır. Fakat aynı zamanda bir çok gerçeği ihmal etmemize yol açtığını da artık fark etmeliyiz. Hatta daha ötesini de söyleyelim: Kürtlerin politik ve hukuki gerçekliği aleyhine bir tespittir bu ve Kürt hak hareketinin merkezi nitelikteki emeğini de hiçe saymaktadır. Şundan dolayıdır ki Kürtler gerçekte “avukatlı bir halktır”. Evet Kendilerini bizzat avukatlarıyla, hak mücadelesiyle ve dahi anayasal düzenin çok boyutlu sorgulamasıyla var etmişlerdir çok uzun yıllar boyunca. Sadece avukatlarının olması anlamında “avukatlı bir halk” değildirler. Kürtlerin politik varoluşunun, sanıldığının tersine, büyük oranda bir “avukatlık” olarak da cereyan etmesi anlamında öyledirler.

Kolonyalist tahakkümün yarattığı bir durum değildir bu sadece. Malum Gandi de bir avukattı ve kolonyalist bir tahakküme karşı önce Güney Afrika’da sonra Hindistan’da sivil itaatsizlik ve barışçıl yöntemlerle özel bir mücadeleyi de örgütlemişti. Fakat, Kürtlerin avukatlık ile ilişkisi bunu aşan bir genellik ve derinlik de taşır. Bu anlamıyla, Kürt hak hareketinin gerçek siyasal boyutlarının anlaşılabilmesi bakımından belki “Amerikan Siyah Haklar Hareketi” ile kıyaslanmalıdır bu noktada. Siyah haklar hareketi de kökenleri itibariyle önemli oranda bir “avukat hareketi” idi. Duruşma strateji ve taktikleri, adli stratejileri, kamuoyu politikaları ile bir bütün olarak Türkiye avukatlığına yepyeni bir kulvar getirdikleri gibi bizzat varlıkları ve pratikleri ile Türkiye’nin anayasal düzenindeki hiyerarşik yapıları da her bir gündemin içinden ifşa edecek girişimlerde bulunmuşlardır. Buna karşılık 1950’lerden itibaren yükselen Kürt avukat kuşakları, maalesef, Kürtlerin varoluşları bakımından ikincilleştirilmiş, gerçek hayatın içindeki yerleri ile münasip bir tarihsel yer ve itibarına kavuşturulamamıştır. Taa ki Tahir Elçi’ye kadar.

TAHİR'İN AVUKATLIĞI

Kürtlerin avukatlık ile ilişkisi basit bir mesele değildir. Sorumluluğu sadece devlete yüklenecek kadar tek yönlü de değildir. Kürtler bile kendi tarihlerinde avukatlığın ne kadar derinde ve ne kadar kapsamlı bir emek yoluyla var olduğunu fark edememişlerdir. Tahir, işte tam da bu gerçeği, bugüne kadar maalesef kimsenin fark etmediği bir özel politik karakteristiği görmemizi sağlayan ilk kişi olmuştur bizce. O gerçek şudur ki Kürtler, son 70 yıldır kendilerini aslında avukatlık ile ifade etmişler, avukatlık yoluyla var etmişler, yokluklarına hükmeden kararlara direnmişlerdi. Tahir, Kürdün tarihini avukatlığın içinden yeniden kurmamıza imkan veren ve Medet Serhat’lardan, Canip Yıldırım’lardan, Nurettin Yılmaz’lara, Şerafettin Elçi’lerden, Feridun Yazar’lardan bir sonraki kuşak olan Orhan Doğan’lara, Hasip Kaplan’lara ve oradan da Sezgin Tanrıkulu gibi bugüne uzanan tüm o kuşakların toplam emeğinin, Kürtlerin varlığındaki eşsiz emeklerinin görünür olmasının da yolunu açmıştır. Artık gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz ki “Kürtler avukatlığı temel bir varoluş olarak yaşamış bir halktır”. Bütün bu tarihin en önemli portresinin Tahir Elçi olduğunu söylemek herhalde bu tespiti daha da güçlendirecektir…

TAHİR'İN SABRI

Tahir’in Türkiye hukuk ve yargı düzeni içindeki avukatlığı çok özgün bir ders niteliğindedir aynı zamanda. O ders üç önemli ve temel unsuru içerir; birincisi Kürtlerin toplumsal ahvaline dairdir ki dava dosyalarının niteliği ve genişliği göz önüne alındığında özellikle Cizre ve çevresindeki hak ihlallerinin Türkiye’de ve evrensel dünyada tartışılmasının da önünü açmıştır. İkincisi hukukun içinde en korkunç günlerde bile nasıl bir umutla mücadelenin yürütülebileceğine dair eşsiz bir hukuk dersi içermesidir. Bu yönden Avukatlığa ilk başladığında aldığı davaların öldürüldüğü günlere kadar bizzat takip edildiğini biliyoruz. Üçüncüsü ise Türkiye hukuk düzeninin İHAM gibi evrensel hukuk düzeni yapıları üzerinden yeniden yaratılmasına olan katkılarıdır.

Öncelikle genel olarak baktığımızda Tahir, kendi çaresizliğini umuda dönüştürerek hukuk ve yargı alanında çok şey yapılabileceğini gösteren özel bir avukatlık pratiğine de sahip olmuştur. Onunkisi sıradan bir heves, içi boş bir yasacılık değildir. Yasa takipçiliği olarak da görülemez. Tahir’in çalışkanlığı, sebatı, sabrı, fikri takibi, disiplini ve evrensel aklı göz önünde alındığında Kürtler içinde avukatlığı en derin tecrübesine taşıdığını da kabul etmek gerekiyor. Deyim yerindeyse umutsuzluğun içinden umut çıkaran kişidir o. Tahir’in avukatlığa daha yeni başladığı ilk yıllarında aldığı Cülaz ve diğerleri, Benzer ve diğerleri gibi 1993 ve 1994 yıllarında başlayan davaları ölümüne dek tek başına takip etmesi bu işlerden birazcık anlayan herkes için oldukça şaşırtıcıdır ve başka bir örneği de yoktur. Umutsuzluğun, çaresizliğin içinden bu kadar ısrar ve inat ile hukuk mücadelesi yürütmek, bu mücadeleyi 22-23 yıl hem de sayısız dosyada ayrı ayrı devam ettirmek ve tüm bunları da tek başına takip etmek diğer avukatlık örnekleri ile mukayese edilebilir değildir ne yazık ki. Yerelde bu davaları bıktırıcı bir takipsizlik, görevsizlik kararları sarmalına rağmen ayakta tutmaya niyet etmek ve baştan çaresizce görünen her küçük adımı umuda dönüştürmekte ısrar etmek gibi inatçı girişimler yeterli değildir sadece. Aynı zamanda İnsan Hakları Hukuku konusunda ciddi bir uzmanlığa da sahip olmak gerekir. İnanç ve ısrar yetmez. Akıl ve zeka da gereklidir. Dahası Türkiye yerelindeki tüm ihlalleri Avrupa İnsan Hakları Hukuku üzerinden kendi dillerinde yetkinlikle anlatabilecek bir hazırlığı da gerektirir. Bütün bunları bir araya getirebilen Tahir dışında bir başka avukata rastlanmadığını bir kez daha hatırlatmadan geçmeyelim. Tahir’in, Ali İsmail Korkmaz davasından çok farklı düşündüğü İstanbul Barosuna açılan davalara kadar bir çok davada hak savunucularının yanında olmasını da unutmayalım ki onun Türkler ve Kürtler arasında nasıl gerçek ve güvenilir bir köprü olduğunu da bir kez daha görmüş olalım...

Tahir’in avukatlığı ve Kürtlerin avukatlığını esaslı bir karakter yapısı haline getirmesi üzerine çok şey söylenebilir. Şurası açıktır ki Tahir’in avukatlığı ve bir bütün olarak hayatı bize Kürtlerin, Türklerin hak düzeyleri, Türkiye’de hukuk ve adaletin durumu ve daha ötesi Ortadoğu’nun politik ve hukuki ahvali konusunda kapsamlı ve öğretici bir ders olarak önümüzde durmaktadır. Bu ders bugün çok daha önemli ve yakıcı. Çünkü Ölümü hala bir türlü çözülemeyen bir “sır” olmaya devam ederken kendi cinayetini çözecek ilhamı yine Tahir’in sabrı, inadı, ısrarı ve aklı veriyor bizlere… onun ve bizlerin apaçık hayatımız bir resmî muammanın içinde kaybolmaktan işte bu yolla kurtulacaktır...