17 Mayıs 2017’de, “Gelecek Seçimde Kürt Oyları” adlı bir yazı yazmıştım. Yazı şöyle bitiyordu: “Referandumda Kürtler öylesine sandık başına gitti. Öylesine bir cevap için. Sıradaki seçimde lütfedip konulan sandıklara neden gitsinler? Badem bıyıklı organik bozkır ürünleri acı çeke çeke pişmiş canları meclisin ortasında paralasın diye mi?” Sandık konuldu tekrar ve eğer el konulmazsa bir seçim olacak.
Erken seçim kararı, Kürdistan’da tümüyle yabancı bir güç haline gelmiş Türk devletiyle Kürtler arasında dolaylı bir diyalog da başlattı. Bu “zor devleti”nden son üç yılda yaşananlar nedeniyle kopmuş olan Kürtler sandığa icabet edecek. Bunun son seçim olduğunu söyleme nedeni de burada beliriyor; zira “ontik devlet”in kendini restore edeceği ve bu re-organizasyonda Kürtlere de makul bir rol vereceği düşünülüyor. Yoksa aslında “ne halleri varsa görsünler” duygusu, en baskın duygu. Buradaki “onlar” zamirinin, buradaki “biz”i içermediği açık.
Bir zamanlar namlu ve tetik sözcülüğü yapan Emre Uslu, neler olacağını, Nisan-Mayıs 2015’te attığı tweet'lerde açıkça yazmıştı: Siyasî temsilciler içeri alınacaktı, sokak savaşları olacaktı, birkaç sembol isim vurulacaktı vb. Elbette bir “duyum” değil, bir “plan”dı bu. Nitekim 12 Eylülcülerin toraman evladı olan Türk İslamcılığı, efendilerinin işini ziyadesiyle gördü. Ama eğer tarih diye bir şey varsa, (derin mi, asıl mı, ontik mi, her ne ise) devletin iş gören kadrolarını sonra paçavra gibi ortaya attığını da göreceğiz. Şimdi oraya doğru mu gidiliyor?
Bir sandık olacaksa, Kürtler bu sandığı son üç yılla yüzleşememiş Kürt siyasetinin ummadığı bir destekle dolduracaklar. Vahşetle yüzleşmek kolay değildir elbette. Sadece siyaset değil, insanlar da aynı durumda. “İki katlı evim vardı” diyor Nusaybinli bir anne, oysa orada iki kızı öldürülmüştür! İnsanlar mazur görülebilir, ama siyaset sorumludur. Seçimin bu eleştiriyi öteleyeceği, hatta bir seçim zaferinin onu örteceği de söylenebilir. Nitekim seçim, daha şimdiden, Kürt siyasetinin geniş kitlelerle kopan, en azından ciddi zarar gören bağını yeniden güçlendirdi.
Bu seçimde ulusal bilinç sahibi Kürtler, Kürt siyasetine oy verecek. Türk devletine rant ilişkisi ile bağlı kesim ise her zamanki gibi iktidardaki partiye ya da iktidara yürüyen partiye oy verecek. Eskiden epey monden olup şimdilerde muhafazakâr takılan kesim, aslında son derece dünyevîdir. 80’ler boyunca ANAP, 80’lerin sonunda SHP, 90’lar boyunca DYP, RP ve 2002’den bugüne AKP’ye oy veriyor. Bir ara belediyelerde oluşan ranta göz dikip HDP’li olanlar da oldu, 80’lerin sonundaki SHP belediyelerine yanaşanlar gibi. Bir sermaye ya da nüfus grubunu topluca temsil eden rantiye, kendini korumak için her şekle girer. Şimdilerde İYİ (böyle mi yazılıyordu?) adlı partiye yanaşmaları, AKP’nin sonunu görmelerinden kaynaklanıyor olabilir.
Bu seçimin bir tür entegrasyon şeklinde formüle edildiği ileri sürülebilir. Elbette devlete entegrasyon için akıl verecek değilim, ama bu seçimde Kürtlerin ötelenmesi halinde bir daha herhangi bir birlikten söz edilemeyeceği açıktır. Yıkımın ihale edildiği 12 Eylül yavrularını ise daha önce uyarmıştım. Devlet, restorasyon için eninde sonunda Kürtlerin kapısını nazikçe çalacaktır demiştim. Şimdilerde “alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete” der gibi kapının önünde dolanıyor.
Peki, entegrasyonun “ince” bir hesabı da varsa, Kürtlerin eline ne geçecek? Elbette mümkün olan en büyük kazanımda ayak diremeli. İkinci tur, parti ve halk arasında konuşulmadan, hele de yeterince yetkili olmayan kimseler tarafından ipotek altına alınamaz. Bu noktada sayın Selahattin Demirtaş’ın “ikinci turda boykot yok” sözü yeterlidir ve yeterince siyasîdir.
Asıl krizi devlet yaşıyor. Faşizmin bir maliyeti vardı, ödeyemedi, battı. Şimdi yanan her canın affı ve sürece katılımına muhtaç. Bir daha yıktıktan sonra tekrar restorasyona giriştiğinde bizi bıraktığı yerde bulamayacak zaten! Dolayısıyla bu son seçim, meclise gönderdiğimiz canlarımızı paralayan bozkır ürünlerinin “bu anı daha önce yaşamıştık” demelerine vesile olamaz. Bize yaşattıkları hiçbir anı bir daha yaşayamayız çünkü.