Bugün Türkiye’de Kürtlerin bir temsil sorunu var. Türkiye’ye özgü genel sorunların yanında Kürtlere özgü özel sorunlar var. Türkiye’de yaşadıkları nispette Kürtlerin de sorunları olan bu sorunlara Kürtlerin duyarsız kalması düşünülemez. Mesela, ülkedeki zenginlerin (sermaye sınıfının) hakimiyet ve taşkınlıkları, siyasilerin yolsuzlukları, dinin sömürülmesi, çevrenin tahrip edilmesi, işçilerin/çalışanların hak ettikleri güvence ve ücretten mahrum olmaları, kadınların eşitliği, cinsel kimlikler üzerindeki baskı, Türk milliyetçiliğinin terbiye edilmesi gibi. Bunların hepsinde Kürtlerin hakkı, sorumluluğu var ve bu sorunların çözülmesi herkes gibi Kürtlerin de yararına. Hatta Türkler ve Kürtler birlikte yaşama iradesi gösterdikleri sürece Kürtlerin Türkiye’nin solu olması da yanlış bir seçim olmaz. Zaten fiili olarak Kürtler bir süredir Türkiye’nin solu haline gelmiş durumda. Bu sol olma hali, kuşkusuz anlamını devasa ve dehşetengiz bir Türkiye sağının varlığına borçlu ve onunla anlamlı. Dolayısıyla mücadele, direniş, muhalefet etme ile sınırlı bir ufkun orada yeri ve anlamı var.
Ancak Türkiye’nin genel sorunlardan ayrı olarak Kürtlerin (Türkiye’nin Kürt olmayan kısmının sorun olarak yaşamadığı, onlara dokunmayan, farkında olmadıkları ve hatta çoğunlukla farkında olmak bile istemedikleri) bazı temel sorunları var. Bunların başında Kürtlerin Türkiye’de eşit yurttaş olabilmeleri geliyor. ‘E zaten eşit yurttaşlar’ diyecekler çıkacaktır. Evet ama sadece Türk olarak. Kürt olmadıkları sürece eşit yurttaşlıktan yararlanıyorlar. Fakat bahsini ettiğimiz ihtiyaç başka: Eşit saygıyı Kürt olarak görebilme ihtiyacından bahsediyoruz. Kürtlerin eşit saygıyı Kürt olarak görebilmesi için de Kürt kimliğinin tanınması gerekiyor. (Bunun da en temiz, en polemiksiz, en anne-sütü gibi helal olan bir biçimi ve adımı Kürtçenin Türkiye’de resmî dil veya “resmen” meşru bir dil olarak kabul edilmesidir).
Kürt olarak eşit saygı görebilmek niye gerekli? Türklüğü baştan garantilendiği ve yapısal olarak bas bas bağıran bir Türklük imtiyazının üstünde oturduğunu görmeyen bazı aklı evveller Kürtlerin bu hakkının etnik veya kimliksel bir talep olduğunu düşünebilir. Halbuki bu problem, yani Kürt olarak eşit saygı görebilme hakkı, etnik kökenli bir problem değil demokrasi kökenli bir hak problemdir. İlgili bir soruya vereceğiniz cevap bunun neden demokrasi açısından gerekli olduğunun da cevabıdır. Sorumuz şu: Kürtlerin Kürt olma hakkı var mı?
Kürtlerin Kürt olmama hakkını hep savunmuş biri olarak şunu söyleyebilirim: Bana göre Kürtlüğü gönüllü terk ve iradi asimilasyon demokratik bir haktır. Kimse mağdur ve başa bela bir kimliğin ağır yükünü taşımak zorunda değildir. Bir kader kazası olan etnik/milli kimlikler övünülecek veya dövünülecek şeyler değil. Aynı şey din veya cinsiyet değiştirme için de geçerlidir. Dolayısıyla konumuz kimliklerin kendileri değil, onlarda (her iki anlamıyla) kendini bulan insanların kendi olma haklarıdır.
Kürtlerin Kürt olma hakkının yokluğunu sorun olmaktan çıkarmak için iki yol var: Ya daha kalabalık olan ve bu konuda bir şikayetleri olmayan Türkleri Türk olmaktan vazgeçirmek ve böylelikle mahrumiyette iki tarafı eşitlemek ya da bu konuda şikayetleri olan Kürtlerin şikayetine çare bulup onları Kürt olabilir hale getirmek ve böylelikle hak sahipliğinde Türklerle eşit hale getirmek. İlki aciliyet hissedilmeyen bir lüks olarak neredeyse imkansız bir projeyi, bir azınlığın elinde olmayan büyük bir güce sahip olmayı gerektirir. İşin kötü tarafı yutulamayacak kadar büyük bir lokmayı ağzına alma ısrarı Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak anlamına gelebilir. Buna bulgur ile pirinç arasında ekmeksiz kalmak da diyebiliriz.
İkinci yol ise Kürtlerin aciliyet arz eden ve Türklerin zaten sahip olduğu (devlet, resmilik, tanınma, eğitim vesair) haklara Kürtleri kendileri olarak ortak etmek. Bu ikincisi zaruri bir ihtiyaç olduğu gibi hem mümkün hem de yutulabilir bir hak lokmasıdır. Dimyat pirinci için eldeki bulgurdan Kürtleri mahrum bırakmak şu sonucu doğuruyor: Türkler bulgurlarını yiyor. Kürtlerin elinde bulgur bile yok, aç halde tarihin bekleme odasında devrimin veya ümmetin gelmesini bekliyorlar. Eşit muamele yapılan Türklere ve Kürtlere şu deniyor: “Bekleyin gelip hepinize pirinç vereceğiz, hepinizi organik pirinç ile besleyeceğiz.” Bir siyasi vaat olan bu ilk yardım vaadi eğer Türkler açısından hoş (ve belki boş) bir hayal ise Kürtler açısından bir sürünceme ve açlık hali anlamına geliyor.
“Kurtuluş devrimde! Devrim olacak tüm sorunlar çözülecek” yahut “huzur İslamda! İslam gelecek bütün meseleler çözülecek” diyen sahte-evrenselliklerin bu kadar geniş gönüllü olup da nasıl yanlış olabileceğini tasavvur etmekte zorlananlar oluyor. Bu yarı-pişmiş ve sofistikasyondan yoksun reçetelerin sorunu tüm sorunları içerme iddialarındaki cömertlik ve kapsayıcılıkları değil totalize edici indirgemecilikleridir. Evrensellik kapsamda bir fazilet olduğunda bile temsilde kayba yol açabilir. Çoğunluğun keyfinin eline düşmüş bir evrenselcilik, azınlığın ihtiyaçlarına karşı duyarlı olmayı başaramaz. Onun için bütün arzu edilirliğine rağmen, evrenselcilik körü körüne yazılacak bir reçete değildir.
“Siyahların Hayatı Önemlidir” (Black Lives Matter) diyen seslere karşı “Bütün Hayatlar Önemlidir” (All Lives Matter) demek siyahların nefes alamadığı bir zamanda örtülü bir ırkçılıktır ve statükoya hizmet eden bir sahte-evrenselciliktir. Bu örtülü ırkçılıktan daha kötü olan şey ise siyahları ölümden kurtarmanın aciliyetine rağmen bu gündemin yanına değil bu gündemin yerine beyazları düzeltmeyi koymaktır. Siyahlığa nefes aldırmak, beyazlığı ortadan kaldırmaktan daha mümkün ve ahlaki olarak daha acil bir sorumluluktur.
'Fark'lara duyarlı bir kapsayıcılık ile 'fark’lara kör kalan bir genelcilik evrensel olma noktasında eşittir ama azınlık olanın, farklı olanın ihtiyaçlarını görebilme noktasında bunlar yerle gök kadar birbirlerinden farklıdır. Kadın sorununun, işçi sınıfının veya devrimcilik hayalinin bayrağı altında görünmezleştirilmesine feministler itiraz edince (artık) onlara özcülük veya kimlikçilik suçlaması yapamayanlar, aynı itiraz Kürtler için yapılınca etniklik-kimlikçilik ezberine sarılabiliyor. Kabul etmek gerekir ki bu tür bir eleştiriye tahammül noktasında Türk solculuğunu performatif bir sembolik sermaye olarak tecrübe eden romantik eskimiş tüfekler onlara bu imkanı veren Kürt politik tarikat mensuplarına oranla çok daha medeniler.