Ülkemizin hatırı sayılır Ortadoğu uzmanlarından Ahmet Hakan “Münbiç’e giremezsiniz” diyenlere gülüyormuş. Bunu okuyunca, Ahmet Hakan’ı arkacamı sultan tuğralı Doblo’suyla Nişantaşı sokaklarında gümbür gümbür Dombıra dinleyerek gezip, bir yandan kahkahalar atarken hayal ettim. Hakkıdır. ABD Dışişleri Bakanlığı üst düzey yöneticileri ve CENTCOM komutanlarını, Münbiç’in canlı çarşısında, dükkanları yağmalayan (pardon ganimet paylaşan) ÖSO unsurlarını mütebessim çehreleriyle izlerken de canlandırabiliriz zihinlerimizde. Göreceğiz bakalım.
Mümkün müdür? Heyecanlara yer olmayan uluslararası ilişkilerde her şey mümkündür azizim. Azez, Bab ve Cerablus’ta üç kaymakamımız görev yapıyorsa halihazırda, Afrin’e de bir vali atanacağı haberi doğru olabilir. Bir önceki yazımda belirttiğim üzere, ABD Suudi Arabistan ve Mısır’la stratejik işbirliği geliştirebiliyorsa bölgemizde, Suriye’de de alan denetimini kalıcı kılmak için PYD “baş ağrısını”, TSK ile değiş tokuş edebilir. Böylece, fütühat rüyalarımız turboya bağlanır, komşumuz Suriye yüz ölçümünün dörtte birinden fazlasını biz doğrudan Ankara’dan denetler konuma gelebiliriz.
Yetmez, Suriye’nin kuzeyinden tıraşlanacak söz konusu 57 bin kilometrekarelik bölgenin nüfus bileşimini de arzumuz doğrultusunda dönüştürebiliriz. Öyle ya, ulusal güvenlik stratejimiz sınır ötemizdeki Kürtlerin cumhuriyetimizin bekasına başlıca tehdidi oluşturdukları savına dayanıyor. Mümtaz ana muhalefet de tam destek veriyor bu konuda iktidara. Kürtlerin sınırlarımızdan ötelenmesi gerekli ki, ülkemizde huzur bulalım. Bakınız Sayın Kılıçdaroğlu ne diyor: “TSK'nin Münbiç'e düzenleyeceği olası bir operasyonu CHP olarak destekleyeceğiz. Afrin'e yapılan operasyona Türkiye'de herkes destek verdi. Destek vermeyen bir Allah'ın kulu var mı?”
Demek ki millet ve ümmet dışı ilan etme söylemine de necip ana muhalefet tam destek veriyor. Öyle ya, şunun şurasında altı milyoncuk oy alan HDP, sahi TBMM’de MHP’nin önünde üçüncü partiydi galiba, eleştiriyor iktidarın savaşkan Suriye siyasetini. Nasılsa, itibarı barışta kurmakta arayan bir bölge siyaseti önerecek olsanız, değil cumhuriyetimizin eşit yurttaşı, “Allah’ın kulu” sıfatını dahi haiz olamıyorsunuz tevekkeli. Aman Ahmet Hakan’gillerin ağzının tadı kaçmasın: “Ver yavrum oradan bir latte macchiato- meh, meh, meh...” Fakat Afrin, İdlip’in batısı, Münbiç, Fırat’ın doğusu derken durabilir miyiz?
Haşa, duramayız. Daha bunun Şengal’i var, Kuzey Irak’ta Gara-Metina’dan başlayıp, Avaşin-Basyan, Haftanin, Hakurk üzerinden Kandil’e sarkan, hasbelkader yaklaşık 650 köy de içeren PKK bölgesi var. Buralarda da gerek Cumhur İttifakı iktidarı, gerek ana muhalefetimizin desteklerini almak suretiyle gerekli adımları 2019 Kasım ayında Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçmeden önce evelallah atmak zarureti var. “Emperyalist” ABD gelip benim cahil Kürt kardeşimi ülkemi bölmek için sınırımın dibinde maşa yapacak, ben buna seyirci kalacağım. Böyle bir şey olabilir mi ya?
Orası uymadı galiba. Çünkü “emperyalist” ABD ile çatışarak değil uzlaşarak atacaktık bu adımları. Hangi ABD? Dışişleri’nde Pompeo, Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’nda Bolton’la yola devam eden ABD. Bölge siyasetinin omurgasını damat Kushner’in Suudi Arabistan ve BAE veliahtları MbS ve MbZ ile ilişkileri ve bu ikisinin ulusal güvenlik kaygılarının Mısır ve İsrail ile örtüşmesi üzerine kuran ABD. Rusya’nın İngiltere’de siyasi suikast iddialarının ve Cambridge Analytica ile seçimlere müdahalesinin gündem olduğu, Trump’ın başkanlık kampanyası takımının Rus yetkilerle olası temaslarının soruşturulduğu ABD.
Vaşington’daki meydan dayağı vakasında Cumhurbaşkanlığı koruma görevlilerine yönelik davanın düştüğü, ülkemize yaptırımların Kongre’de ötelendiği, yüksek düzeyli istişarelerin başladığı, Erdoğan-Trump telefon görüşmesinin nihayet gerçekleştiği, önde gelen uzmanların Türkiye’nin verili durumda kaybedilmemesi gereken bir bölgesel oyuncu olduğuna dair makalelerinin çoğaldığı bir ABD de karşı anlatı olabilir pekala. Üstelik ben “nasıl yani” diyorum ama Afrin’i fethetmiş bir Türkiye, ABD’nin karşısına çok daha güçlü oturacakmış şimdi. Yani? “Dalarım ha” diyeceğiz herhalde ABD’ye.
Benden çok daha veciz ifade ettiği cihetle, kıdemli dış siyaset yazarı ve akademisyen Soli Özel’den iki alıntı yapayım, tembel işi olsun: “Türk-Amerikan ilişkilerinin bundan sonraki evresinde, İran meselesi kanımca geçmişe göre çok daha merkezi bir konu olarak sorunlara eklenecektir.” “(ABD’de) genel eğilim Türkiye’nin mutlaka kazanılması gerektiği yönündedir. Bunun sebebi de Washington’un Tahran’a karşı politikalarını sertleştirirken Ankara’yı mutlaka yanında görmek istemesidir.” Evet bence de böyledir.
“Dalarım ha” diyen, İran’ı vizörünün artısına koyan Başkan Trump’tır. Rusya’dan S-400 alıp, İran’la işbirliğini derinleştirip, Trump’ın Pompeo’lu, Bolton’lu ABD’sini etkin ortaklığa ikna etmek. Müslüman Kardeşler’in azılı düşmanları MbS ve MbZ ile itişip, “kalbimiz Kudüs’te atarken” büyükelçiliğini gelecek ay Kudüs’e taşıyacak ABD ile işbirliği geliştirmek. Esat’ın davetiyle Suriye’de bulunan Rusya ve İran’la Astana Süreci ortaklığı yaparken, Esat’ın gitmesi için ısrarcı olmak. ABD ile Suriye ve Irak’ta komşuluk etmekten rahatsız olup, İran’a karşı aynı ABD ile ittifak.
Aslına bakarsanız ABD’nin küçük operasyonel ortağı PYD de bir bakıma benzer çelişkilerle karşı karşıya. Tüm bunlar bir yana toplam 35 milyonluk dört ülkeye yayılmış küresel Kürt nüfusunun yarısı ülkemizin yurttaşı. Ülkemizin yurttaşı olan Kürtlerin yarısı beş metropolde mukim. Dünyanın en yüksek Kürt nüfusa sahip kenti İstanbul. Cumhuriyetimizin kuruluşundaki “statik hesabı hatası” Kürt meselesi. Bu yapı daha kaç depreme dayanır? “Basarım betonu temele” kafasıyla yapıyı ne süre daha ayakta tutabiliriz? Neyse canım, ben de yaslanırım arkama, atarım bir kahkaha: “Ver oradan bir latte macchiato da abine ve yarınlar hiç olmayacakmış gibi çek panpa...”