Kurtuluştan kuruluşa 2023 vizyonu
Türkiye’nin bugün yeni bir pusulaya ihtiyacı var. Bu pusulanın kuzeyi ve güneyi yok. Ancak o pusula adaleti ve adaletsizliği gösterir. Şu andan itibaren adalet yönünde Cumhuriyet toplumunu yaşatacak ve ilerletecek bir siyaset gerekiyor. Bunun için iki temel ilke ise daha önce pek çok mecrada dile getirdiğimiz sosyal ve siyasal adalet ilkeleridir.
Seren Selvin Korkmaz* - Alphan Telek**
19 Mayıs 1919’un yüzüncü yılındayız. Bu tarih genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda son derece önemli bir yer tutar. Cumhuriyetçilerin ve toplumcuların kendi üzerlerinde dayatılan bağımlılık, hiyerarşi, güçsüzlük, dışarıda bırakılmak gibi bir çok unsurun reddedilmeye başlandığı tarihtir. 19 Mayıs bu yönüyle yüz yıl önce toplumun yaşadığı adaletsizliğin ve eşitsizliğin reddedildiği bir sembol andır. Bu reddin ardından, yepyeni bir Türkiye için kurtuluş mücadelesi verilmiş ve bugün üyesi olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Genç Cumhuriyet kendine has sorunlarını kendi üslubuyla çözmek istedi. Başarılı ve başarısız olduğu yerler vardı; ancak kurmuş olduğu Cumhuriyet toplumu bir müddet eşitliği kendine hedef edinmişti. Cumhuriyetler eşitlik olmadan yaşayamaz. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” sözü yeni siyaseti kurgularken en çok hatırlanması gereken çıkış noktasıdır diyebiliriz. Çünkü bu tanımda eşitlik ve adalet kavramı gizlidir. Ancak 1980 sonrasında ve özellikle son yıllarda eşitlik anlayışı yara aldı. Adaletsizlik, eşitsizliğin bir başka görünümüdür. Bugün insanlar sokakta en çok bundan dert yanıyorlar. Öyleyse Kurtuluş’un başlangıcının yüzüncü yılında yeni bir Cumhuriyet toplumu için eşitlik ve adalet ilkeleri son derece önemlidir. Türkiye’nin bugün yeni bir pusulaya ihtiyacı var. Bu pusulanın kuzeyi ve güneyi yok. Ancak o pusula adaleti ve adaletsizliği gösterir. Şu andan itibaren adalet yönünde Cumhuriyet toplumunu yaşatacak ve ilerletecek bir siyaset gerekiyor. Bunun için iki temel ilke ise daha önce pek çok mecrada dile getirdiğimiz sosyal ve siyasal adalet ilkeleridir.
SOKAKTA VATANDAŞ İŞYERİNDE KÖLE
Peki sosyal adalet bize neyi sağlar? Ünlü Fransız entelektüel Jean Jaures çok haklı bir tespitte bulunmuştu. Fransa’da Cumhuriyet insanları sokakta vatandaş yaptı ama onları işyerlerinde köle yaptı. Evet Jaures haklı. Cumhuriyet toplumu yani dayanışmanın temelde yer aldığı toplum biçimi ekonomik adaletsizlikleri ciddiye almadı. Bu ise bugün işyerlerinde neredeyse modern köleliği getirdi. Bugün Türkiye’nin yaklaşık yüzde 40’ı asgari ücretle geçinmek zorunda. İşyerlerinde patronları ve yöneticilerinin emirlerine boyun eğmekten başka bir adım atamaz durumdalar çünkü güçlü değiller.
Öte yandan 1980 sonrası siyasallaşma toplum anlayışını yani birlik olma halini neredeyse yok etti. Nasıl mı? İki çocuk düşünün. Biri zengin, diğeri yoksul ailede. İkisinin bütün hayatı boyunca karşılaşmama ihtimali bugünün toplumunda çok kuvvetli. Biri devlet, diğeri özel hastanede doğar. Bakımları buna göre yapılır. Parkların yok edilmesiyle bu çocukların bir araya gelme şansları azalır. Parası olan aile çocuğunu ücretini karşılayabildiği oyun alanlarına götürür. Okul zamanı geldiğinde biri devlet diğeri özel okula gider. Bu süreç üniversitede bile devam edebilir. Daha sonra eğer erkekse biri bedelli, diğeri ise zorunlu olarak askerliğini yapar. Burada bile karşılaşmazlar. Tek karşılaşma noktaları iş hayatı olabilir. Yani modern köleliğin olduğu mekanlarda. Bu ikisinin 25 yılın ardından birbirlerini anlamaları mümkün olabilir mi? İşte bu, sosyal adaletsizlik durumunun bir göstergesidir. Toplumların çöküşüne sebebiyet verir. Bu sadece bir örnekti. Ancak Cumhuriyeti yaşatan sadece özgürlükler değil kuvvetli bir sosyal adalet anlayışıdır. Bundan sonrasında da buna ihtiyacımız var.
Peki sosyal adalet nasıl tesis edilebilir? Ne siyasal ne de sosyal adalet bir gecede kanunlarla getirilemez. Bunların toplumlara yön gösteren pusula olması bunların bir ilke olarak gündelik yaşamda sürekli gözetilmesi anlayışını getirir. Yasalarla desteklenir ama sadece yasalarla yaşamaz. Mecidiyeköy’de zor durumundan ötürü iftar çadırı önünde üç saat önceden sıraya giren, girmek zorunda kalan insanların yanından bir milyon liralık arabalarıyla geçip beş milyonluk evine giden insanlar bir arada bulunduğu müddetçe sosyal adaletin varlığından bahsedemeyiz.
Sorumuza dönecek olursak, Türkiye’de Cumhuriyeti yaşatmak isteyenler kamusal harcamaları ve ücretsiz kamusal hizmetleri arttırmak zorundadır. Bunun devletin sırtında yük olduğu ve gerileme getireceği, kaynağın bulunamayacağı masallarına inanmamak gerekiyor. Tıpkı İstanbul’da öğrenci aylık ulaşımı Ekrem İmamoğlu tarafından 85 TL’den 50 TL’ye düşürülmek istendiğinde, bunun imkansız olduğu kaynak bulunamayacağı masalı gibi. Toplum yararı için yapılacak ücretsiz hizmetler toplumu rahatlatır ve insanların birbirlerini anlamalarını sağlar. Ama bu bir iaşe gibi değil, bir hak olarak yapılmalıdır. Sosyal adaletin bir görünümü de budur. Ay sonunu zor getiren insanların siyaset düşünebileceğini ya da haklarını kullanabileceğini mi düşünüyorsunuz? O açıdan siyasal ve sosyal adalet birbirini tamamlar. Cumhuriyet toplumunun ve bundan sonra Türkiye’de yeni siyaset talep edenlerin buna ihtiyacı olduğu ortada.
BELEDİYE MECLİSLERİNDE CANLI YAYIN: ŞEFFAFLIK VE KATILIM
Siyasal adalet ise temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması ve insanların hayatlarını etkileyecek kararlara eşit olarak katılmasını ifade eder. Bu konuda da Cumhuriyetin yüzüncü yılında gelinen nokta önemli ölçüde adaletten uzak. Temsil yetkisi ya ekonomik bakımdan güçlü olanlar ya da statüsü yüksek olup siyaset ağlarına bir şekilde erişmiş olan yurttaşların hakkı adeta. Peki ya çoğunluk? Onlar seçim dönemlerinde zaten önceden belirlenmiş ve önlerine “Pepsi Cola mı, Coca Cola mı istersin” der gibi sunulmuş adaylar arasında tercih yapmak zorunda kalıyor. Oysa halkın temsilcilerini seçerken de karar mekanizmalarında rol üstlenmesi gerekiyor. Öte yandan yönetim sürecinde de halkın katılımını artıracak daha sağlam mekanizmalar gerekiyor. Bu da siyasal adaleti tesis etmekle mümkün. Peki nasıl?
Siyasal adaletin en temel ilkelerinden birisi şeffaflıktır. Şeffaflık halkın kaynakların dağılımını ve temsil yetkisinin nasıl kullanıldığını denetlemesini sağlar. Örneğin, siyasi kampanyalarda şeffaf ve küçük meblağda desteklere olanak veren yeni bir sistem kurulmalı ve bu devlet tarafından denetlenmeli. Böylece büyük meblağlarda paralar siyasetten uzak tutulur ve ekonomik gücü elinde bulunduranların siyasi güce de sahip olmasının önüne geçilir. Siyasetçiler ise yalnızca halka karşı borçlu ve sorumlu olurlar. Seçilmişler sadece sermaye sahiplerinin değil, tüm yurttaşların temsilcisi olurlarsa gerçek temsilî demokrasiye kavuşabiliriz. Öte yandan kurumların bütçelerinin nasıl kullanıldığı ve kararların nasıl alındığı halka şeffaf bir şekilde açıklanmalıdır. Örneğin, 31 Mart yerel seçimleri sonrasında Ankara, İstanbul gibi kentlerin belediyelerinde meclis toplantılarının canlı yayınlanması ile halk kaynakların nasıl harcandığını ve kararların nasıl alındığını açık ve net bir şekilde görmüş oldu. Bu da hem halkın belediye yetkilerinin ne olduğunu daha iyi görmesini sağladı hem de halka delege ettiği bu yetkilerinin nasıl kullanıldığına dair bir “denetim ve gözetim” alanı sundu. Şeffaflık gerçek bir katılım aracıdır.
Siyasal adaletin bir diğer ilkesi ise halkın yönetime katılımını artıracak mekanizmaların güçlendirilmesi. Bu en başta siyasal partilerin tüzüklerinin ve işleyişlerinin demokratikleşmesi ile ilgilidir. Aday belirlenmesinde ve siyasi vizyonun oluşturulmasında üyelerin katılımını sağlayacak yeni katılımcı platformlar oluşturulması gerekiyor. Böylece yurttaşlar tepeden kurulan bir oyunun izleyeni değil, gerçekten kendilerini temsil eden bir hareketin parçası olurlar. Bu durum kent yönetimi için de geçerli. Kent yönetimi yurttaşların gündelik hayatına doğrudan dokunabilen bir alan. Bu nedenle değişim ve dönüşümün en önemli araçlarından biri diyebiliriz. Kentle ilgili alınan kararlara yurttaşların katılımını sağlayacak ve denetimi sağlayacak online uygulamalar ve aynı zamanda halk ve yöneticiler arası müzakereyi sağlayacak mahalle buluşmaları ve temsilin en küçük birime kadar katılımcı bir şekilde yayılmasını sağlayacak katılımcı temsil zinciri oluşturabilmeli.
Siyasal adalet katılımın dışında demokrasinin temel ilkeleri ile de yakından ilgili. Cumhuriyetin yüzüncü yılına doğru ilerlerken “ifade ve haber alma özgürlüğü” önemli ölçüde yara almış durumda. Seçimler özgür, adil ve eşit platformlarda yapılmıyor. Yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü algıları önemli ölçüde zedelendi. Kimse yarın ne olacağını, başına ne geleceğini bilemiyor. Bu da cumhuriyetin üyelerinde korku, çaresizlik ve güvensizlik hissi yaratıyor. Bu nedenle ilerici siyaset, yurttaşlara ekonomik güvence ile birlikte temel hak ve özgürlükleri de güvence altına alacak bir gelecek vizyonu sunmalı.
TÜRBÜLANS VE ÇIKIŞ
Ülkemiz son yıllarda yurttaşlarda kırılganlık ve umutsuzluk yaratan bir dönemden geçiyor. Oysa tarihte en büyük dönüşümler böylesi türbülans dönemlerinde gerçekleşmiştir. Bu nedenle yılgınlığa ve umutsuzluğa dayanmak yerine dönüştürücü, kapsayıcı yeni siyaset anlayışını ve Türkiye ütopyasını adım adım örmek gerekiyor. Kurtuluşun yüzüncü yılından kuruluşun yüzüncü yılına Türkiye toplumunu yeniden bir araya getirecek, ülkemizi güçlendirecek pusulanın yönü sosyal ve siyasal adalettir. Yurttaşlarına adil, eşit, güvenceli bir hayat sunamayan bir cumhuriyet temel dayanaklarından yoksun kalmış demektir. Ülkemiz yurttaşların yoksulluk ve güvencesizlik içinde yaşadığı, gençlerin adil ve yaşanabilir başka ülkelerin hayalleri ile terk ettiği bir ülke olmayı hak etmiyor. Cumhuriyeti sevmek geçmişe sığınıp, ona özlem duymak ile değil herkese onurlu bir yaşam sunacak bir geleceğin inşası için çaba göstermekle mümkün.
* Seren Selvin Korkmaz - Siyaset Bilimci, İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (IstanPol) Genel Direktörü, Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Enstitüsünde Doktora Araştırmacısı
** Alphan Telek - Siyaset Bilimci, Boğaziçi Üniversitesi Doktora Araştırmacısı, İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (IstanPol) Akademi Direktörü