Türkiye’de kurumların haysiyet kaybı çok geniş bir şahsiyetsizleşmenin zeminini sağlıyor. Bugün Türkiye’de hiçbir kamusal kurumun haysiyetinden bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla kurumların içinde kişilerin de bir şahsiyet gösterme olanakları giderek zayıflamaktadır. Kurum, güvence ve öngörülebilirlik vaat eder. Güvence ve öngörülebilirlik sağladığı sürece kurumların haysiyeti, itibarı var kalır. Kurumsallık alanında yer alan herkes bu zeminde kavga edebilir. Kurum sağlar bunu. Elbette her kurum kendi özgüllüğü içinde güvenceler taşır. Örneğin bir burjuva parlamentosunun en önemli özelliği kürsü dokunulmazlığıdır. Çünkü parlamentonun özgüllüğü, burjuva aklın açık ve kamusal tartışma yoluyla çıkarlardan arındırılmış biçimde herkes için en doğruya ulaşabileceği şeklindeki ideolojik varsayımdır. Bu varsayım ise parlamentoya seçilmiş her parlamenterin özgürce konuşabilmesinin güvence altına alınmasını gerektirir. Bizzat bu kurumla siyasal-ideolojik bir kavgaya da tutuşsanız karşınıza söz konusu varsayımı alırsınız ama güvenceler size de sağlanır. Böylece kurum bir siyasal yanılsamanın ürünü de olsa bir haysiyete sahip olur, bir gücü olur ve çeperindeki herkesin şahsiyetini de güvence altına alır. Fakat siz anayasaya aykırı biçimde kuruma haysiyetini sağlayan güvenceleri ortadan kaldırırsanız, orası haysiyetsizleşmeye başlar. Siz de şahsiyetsizleşirseniz.
Bugün Parlamento Başkanının açık kurala aykırı olarak bir partinin adayı olabilmesi karşısındaki genel şahsiyetsiz duruşun temelinde bu vardır. Eğer haysiyeti, itibarı, değeri olan bir kurum olarak varlığını sürdüren bir parlamento olsaydı, bu ihlal karşısında muhalefetin yapacağı parlamentodan çekilmek olurdu. Bu çekilme restinin de elbette siyasal bir anlamı olurdu. Fakat zaten itibarını yitirmiş, bunu muhalefetin anayasaya aykırı onayıyla yapmış bir parlamentoda olmanın ya da olmamanın arasında kayda değer bir şahsiyet farkı yoktur. Bu nedenle böyle restlerin de karşılık bulması zordur.
SEÇİMLERİN HAYSİYETSİZLEŞMESİ
Türkiye’de en kritik kurumsal haysiyetsizleşme seçim kurumuna ilişkindir. En geniş şahsiyetsizleşmeyi yaratan da budur. Demokratik seçim kurumunun özünde siyasal iktidarın belirli bir süre sonunda seçmenlerin özgürce oluşan kanıları sonucunda değişebilme ihtimalidir. Bu nedenle seçimlerin güvenli ve adil olması gerekir. Seçim kurumunun sağladığı güvencenin koşulu ise seçimlerin yönetim ve denetiminin siyasal iktidar aygıtını elinde tutanlardan bağımsız kurullarca yerine getirilmesidir. Seçim süreci başladığında sorumlu bakanlıkların tarafsızlaştırılması, seçimlerin denetiminin bağımsız yargıçlara verilmesi gibi güvencelerin sebebi hikmeti budur. Peki seçimlerin haysiyetini, itibarını sağlayan güvenceler ortadan kalkarsa ne olur? Basitçe seçimlerin çeperine aldığı her şey şahsiyetsizleşir. Sevgili hocam Murat Sevinç’in yıllar önce “YSK’ya dokunmayın!” olarak okunabilecek uyarısının ne kadar önemli olduğunu bugün görmüş bulunmaktayız. Türkiye’de mahalli ya da genel olması fark etmeden bütün seçimlerin “reis”in istediği onayı almaya dönüşmesi süreci siyasal iktidarı, muhalefeti ve seçmeni şahsiyetsizleştirme süreci olarak görülebilir. Kimsenin inanmadığı bir oyun içinde bir biçimde rol almanın yarattığı şahsiyetsizleşmeden söz ediyorum. Siyasal iktidarı paylaşan partiler, reislerinin bekası için partinin kişiliğini feda ediyorlar. Muhalefet kendine bırakılan alanlardaki varlığını korumak adına oyuna giriyor, seçmense bir umut, sürekli kullanılan ve ihanet edilen bir umudun peşinden.
ÇÜRÜME
Demokratik araçların haysiyetsizleşmesi, bu denli geniş bir şahsiyetsizleşmenin zeminini oluşturuyor. Kendi bekasını iktidarın demokratik yollarla değişmeyeceğine endekslemiş, sermaye, bürokratik aygıtlar, kurumlar hızlıca ve hep birlikte haysiyetsizleşiyorlar. İktidarın demokratik araçlar yoluyla değişmesi ihtimalinin yokluğunun yarattığı şahsiyetsizlik; adaleti sağlaması gereken, bu nedenle bağımsız ve tarafsızlık güvenceleri sağlanmış yargı kurumunun, adalet yerine iktidara sadakati önüne koymasının zeminini sağlıyor. Bilimsel araştırmanın ve öğretimin mümkün olabilmesi için akademik özerklik ve bilim özgürlüğü güvenceleri sağlanmış üniversite yöneticileri aynı nedenle saraya kapılanıyor. Kamuya ait olanı koruması gereken bütün kurumlar, o malı siyasal iktidarın malı gibi görmeye başlıyor. Yani hızlıca ve topluca çürüyoruz, hem de en kötü kokuların içinde duyarlılığımızı yitirecek hale gelene kadar.
Kurumların haysiyeti önemlidir, siyasal iktidara da muhalefete de şahsiyet sağlar. Eğer bu yoksa o kurumları yeniden yaratma iddiasıyla ortaya çıkacak şahsiyet sahibi bir muhalefete ihtiyaç var; kendine sunulan iktidar alanlarını maksimize etmek için çürümüş oyuna giren bir muhalefetten gelecek, kendisinin bile inanmadığı bir seçim başarısına dair bir öngörülebilir hayal kırıklığına değil.