Geçen haftalarda iki güzel kutlama yapıldı. Yapı Kredi Yayınları 5000. kitabını, İstanbul Caz Festivali ise 25. yılını kutladı. Savaş halindeki bir ülkede, sürekliliğini koruyan, işini coşkuyla sürdüren kültür kurumlarının varlığı her zamankinden önemli. Belki de o nedenle bu mütevazı kutlamalar, kitap ve müzik dünyalarının bir araya geldiği iki geceye dönüştü. Kutlamalar mütevazı olsa da yapılan işin üstünde durmak gerekiyor.
Arkasında Türkiye’nin en güçlü sermaye gruplarının bulunması başarının seviyesini azaltmıyor, tam tersi artırıyor. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, ister caz festivalini düzenleyen İstanbul Kültür Sanat Vakfı olsun, ister Yapı Kredi Kültür Sanat hepsi iş dünyasında başarılı olmuş kişilerin desteği ve kişisel ilgisiyle de böyle güçlü biçimde ayakta kalabiliyor. Bunda kurumların tüm işleyişinde ve başardığı işlerde görev alan sanat profesyonelleri kadar kültür ve sanatı önemseyen hatta yaşam biçimi haline getiren ‘yönetim kurulu başkanları’nın kişisel tercihleri de etkili. Yarım asır önce Kazım Taşkent ve Nejat Eczacıbaşı’nın yaptıklarını şimdi Ömer Koç ve Bülent Eczacıbaşı sürdürüyor…
Tabii ki her iki kutlamanın zirvesi yönetim kurulu başkanlarının konuşmalarından çok, ‘emeği geçenlerin’ toplu fotoğraf çekimleriydi. Bu iş Yapı Kredi için biraz daha zor oldu. 5000 kitap yayımlamış bir yayınevine katkıda bulunmuş yazar, editör, çevirmen ve çalışanların sayısı o kadar çok ki… Ama her birinin katkısı hakikaten önemli. Başardıkları iş de az değil: Türkiye’nin en önemli edebiyat ve sanat yayınevini oluşturup ayakta tutmuş olmak.
Yapı Kredi, sadece bir yayınevi değil, bir kültür kurumu olarak hayatımızda yer tutuyor. Bir dönem düzenledikleri sergiler, festivaller hala unutulmaz. Fransız İzlenimcileri, Belli’nin Fatih portresini Türkiye’ye getirdikleri yıllar, bu işler hayal dahi edilemezdi. Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde yapılan Türkiyeli sanatçıların sergileri, onları destekleyen unutulmaz monografi dizisi anılmadan geçilmeyecek işler. Ama tabii ki bu kurumun başardığı en büyük iş yayıncılık alanındadır. Enis Batur’un yayın yönetmenliğinde kazandığı ivmeyi hiç kaybetmedi. Ulysess’i Türkçeleştirmek gibi imkansız yayıncılık faaliyetlerini de gerçekleştirdi, Nazım Hikmet’ten Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’a Türk edebiyatının bütün devlerini toplayan efsane bir listeyi de oluşturdu ve bugüne kadar getirdi. Sanat, edebiyat ve düşünce alanlarında etkili Kitaplık, Sanat Dünyamız ve Cogito dergilerini de ara vermeden yıllardır yayımlamayı sürdürüyor. Şimdi Genel Müdür Tülay Güngen’in yönettiği, hepsi alanında uzman büyük bir ekibin çabasıyla oldu bu iş.
Tıpkı İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nda olduğu gibi… Caz Festivali’nin 25. Yıl programı, festival direktörü Pelin Opçin’in de buradaki son programı olacak. Çünkü Opçin, Londra Caz Festivali’ne transfer oldu. Bu, İKSV’nin Londra müzik dünyasına ikinci transferi. Geçen yıl da Salon İKSV’nin yöneticisi Bengi Ünsal, Southbank Center’a gitti. Vakfın uluslararası standartlarda bir kurum olduğunu, burada çalışanların kalitesini göstermesi bakımından gerçekten de çok önemli. Melih Fereli’nin Genel Müdür olduğu zaman İstanbul Festivali’nden ayrılıp başlı başına bir festivale dönüşen caz, şimdi İKSV Genel Müdürü olan Görgün Taner’in yönetiminde çok hızlı bir giriş yapmıştı hayatımıza. Benim de içinde bulunduğum bir kuşağın yaz tatili planlarını festival programına göre yaptığı, Açıkhava Tiyatrosu’nda, Babylon, Roxy ya da Esmasultan Yalısı gibi bambaşka mekanlarda, hatta bazen kentin meydanlarında, vapurlarında müziğin hayatımıza değer kattığı bu festivali her zaman hep merakla bekledik ve olabildiğince tadını çıkartmaya çalıştık. Bu festivalden kimisi artık hayatta olmayan günümüz caz ve rock dünyasının en önemli isimleri gelmiş geçmiş. Programa bakarken, isim saymanın nasıl da imkansız olduğunu fark ettim. Sadece o müthiş sanatçıların isimlerinin yer aldığı bir köşe yazısı da aslında anlamlı olabilirdi.
Aslında her birimizin dinlediği müzik kadar, o anda yanımızda olan dostlarımız, içine katıldığımız atmosfer, içimizdeki merak ve diğer duygularla yaşadığımız tecrübe kendimize hastı; bugün de öyle. O nedenle sahneye çıkanların ünü ve prestijinden öte her bir konserin kişisel bir anlamı, herkesin kendine özgü bir unutulmazlar listesi var, bunu biliyorum. Caz Festivali, tıpkı diğer festivaller gibi, Türkiye’de müzik dinleyicisi kitlenin yetişmesine, caz dinleyicisinin oluşmasına önemli bir katkı yaptı. Festivallerin sayılarının arttığı, hatta rekabetin bile ortaya çıktığı dönemlerde de en önemi festival olarak kaldı. 25. Yıl için seçtikleri sloganda olduğu gibi ‘macera devam ediyor’.
Festivaller, kitaplar onları pek çok başka benzerimiz ya da benzememizle paylaştığımız ama aslında kişisel serüvenimizin kilometre taşlarını döşeyen, bıraktıkları iz itibariyle hayli kişisel serüvenler. O konserleri düzenleyen, kitapları yayımlayanların bizde iz bırakacak işler üretebilmelerinin arkasındaki gayreti, çabayı pek de bilmiyor olabiliriz. Belki bilmek zorunda da değiliz. Ama sonuçta her iyi şey gibi, bu işlerin de birer ekip işi olduğunu söylemek gerek. O nedenle işte söze, bu işleri yapan kurumları kuran, yöneten ve en önemlisi o işleri üretenleri anarak başladım, tekrar onlara teşekkürler ederek bitireyim.
Son bir not: Gerek Yapı Kredi, gerek İKSV birer Beyoğlu kurumu. Hep orada oldular. Bulundukları semte değer kattılar. Hele en son Yapı Kredi’nin o dillere destan yeni binası, İstiklal Caddesi’ni sevenlerin umutsuzluğa kapıldığı günlerde bir deniz feneri gibi parıldamaya başladı. Beyoğlu tekrar hızlıca o parlak günlerine dönecek, o belli. Ve sanıyorum ki artık bu semtin tarihi, kültür kurumlarının varlığı, katkısı hesaba katılmadan yazılamayacak.