Ak ile kara… En bilindik zıtlık… İkili her karşıtlık arasında keskin bir ayrım çizgisi vardır. Öyle bir bölünmüşlüktür ki bu, sizi ya birine ya da diğerine dahil olmak zorunda bırakır. İki uçtur elde kalan. Bu uçlar arasındaki sınır katıdır, birinden diğerine geçiş olanaksızdır. Her kutup, sadece kendine özdeştir. Öyle olduğu sürece katılaşır, donuklaşır, mutlaklaşır. Böyle kendine özdeş iki karşıt arasında ilişki imkansızdır. Her geçişkenlik olasılığı kutupların varoluşuna tehdittir. Birinden diğerine kayışlar, kutuplar arasında yer değiştirmeler bu uç kategorileri bütünüyle bozguna uğratır. Dağıtır. O nedenle karşıtlıklar için belirsizlikler, kararsızlıklar yıkıcıdır. Her belirsizlik, bölen, ayıran sınırın bulanıklaşmasına neden olacaktır. Sonuç ise mutlaklık talep eden kutupların kararsızlaşması, uçların belirliliklerini yitirmesidir.
Türkiye’de uzun zamandır kutuplaştırıcı bir politik dile maruz bırakılıyoruz. Yeni bir oluşum olarak da iki ittifakın politikanın bütün etik değerlerini yerle bir eden rekabetine tanık oluyoruz. Tehditler, hakaretler, iftiralar, yalanlar… Bu rekabetin ayrılmaz unsurları oldu. Kantarın topuzu kaçmış görünüyor. Son olarak Yeni Zelanda’daki cami saldırılarını bahane eden iktidar sözcüleri idam meselesini hızla yeniden gündeme taşıdılar. Laf döndü dolaştı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun idamına kadar geldi. Restler çekildi, kılıçlar kuşanıldı. İdam tehdidi, ittifaklar arasındaki keskin karşıtlığın işareti gibi görünüyor. 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarına bakarsak toplum da sanki ortasından ikiye ayrılmış görünüyor. Ancak bu görünüşü sorgulamak gerekir. Örneğin ittifakların politik değerlerinin, ideallerinin karşıtlığı milliyetçilik zemininde tartışılır hale geliyor. Güvenlik, terörle mücadele, Kürt sorunu gibi konular söz konusu olduğunda ittifakların dili ortaklaşıyor. Devleti yurttaşa rağmen yücelten bir tutumda birleşebiliyor bu sözde zıtlar.
Türkiye’nin Suriye topraklarında yürüttüğü operasyonların halkın çok büyük bir çoğunluğunca desteklendiğini hatırlayın. Ekonomik kriz kapıdayken, savaşın maliyetinin toplum açısından her bakımdan çok büyük olacağını kestirmek için öyle büyük bir uzmanlık gerekmiyorken sınırlarımızın ötesinde bir savaşa hevesli olanların ittifakların sınırlarını aşan bir fikir birliği içinde oldukları açık.
Burada bana göre en ilginç konum HDP’ye ait. HDP, her iki ittifak açısından da hangi denkleme yerleştirileceği bilinemeyen bir parti. Bir tekinsiz öteki, ittifakların ikisinin de imkansızlığını görünür kılan kurucu dış. İttifakların sınırının bulanıklaşmasına neden oluyor, sınırları kararsızlaştırıyor. Aynı zamanda, yeni politik sınırların inşasını zorluyor. Sadece varlığı yeten, sözü yok edilirken kuruculuğu belirginleşen bir oluşum. Kuşatan bir baskı ile politika üretebilmesinin önüne çıkartılan her tür engele rağmen Türkiye’de norm haline gelmiş “biz” inşalarının kırılganlıklarını, politik imkansızlıklarını görünür kılmayı sürdürebiliyor. HDP söz konusu olduğunda bizim zıt kardeşler, malum ittifaklarımız benzer bir dille, amaçta ve araçta ortaklaşarak yan yana gelebiliyorlar.
Bu görünüşte karşıtlar arasındaki sınırları bulanıklaştıran bir başka unsur da din. Özellikle Türkiye’de Müslümanlık muhalif ittifakın laiklik vurgusuna rağmen ayrıcalıklı bir kimlik belirleyeni olarak işliyor. Azınlıklar, bu devlete bir yurttaşlık bağları yokmuşçasına yabancı gibi görülüyorlar. Aleviler, makbul sayılanın dışında bırakılıyorlar. Yaşantımız dinsel olanın işgali altında. Dinsel değerlerin sahiplenilmesi konusunda da ittifaklar arasında bir ortaklık var.
O zaman niye kutuplar varmış gibi düşünüyoruz? İttifakları gerçekte birbirinden ayıran, karşılıklı konumlandıran ne? 24 Haziran’da yeni rejime muhalefet, parlamenter demokrasiye dönüş arzusu gibi faktörlerle oluşan Millet ittifakı için aynı idealin hâlâ toparlayıcı olduğu söylenebilir mi? HDP’nin varlığıyla görünür kıldığı bir başka şey de, ancak demokrasi mücadelesinin vazgeçilmezliğinde birleşildiğinde gerçek bir politik seçenek olabilecek bir toplumsal ittifaktan bahsedilebileceği gerçeği.