Brunson’un bonservisi elindeydi, bedava gitti. Kaşıkçı davasında ise öyle olmayacak gibi. Hafifsemeyelim, papaz yurduna, gazeteciyse kara toprağın altına gitti. Hafifsemiyorum da ama, malum bu dünya sert, soğuk, acımasız. Giderek de kuralsız.
Baksanıza, INTERPOL’ün Çinli direktörü Meng, ülkesine izne gitti, izinden dönemedi. İronik değil trajik. İstihbarat teşkilatından gelen Rusya Devlet Başkanı Putin de Britanya’da kendi yurttaşı Skripal’i, hem de yanında kızı Yulia varken öldürtmeye kalkmaktan çekinmedi. Kutupsuz yeni dünyada kuralsızlık egemen.
Üstelik Skripal olayında bir de racon ihlali var. Çift taraflı çalışan Skripal, casusluktan hüküm giyip Rusya’da hapis cezasının beş yılını çekmişken, takas edilip getiriliyor Britanya’ya. Yazılı olmayan kurala göre takas edilen casuslara artık ilişilmiyor. Oysa Putin “onu öyle bırakmam” demiş belli ki.
Skripal’i zehirlemeye Salisbury’ye giden iki görevlinin albay rütbesinde askeri istihbarat GRU yetkilileri olduğu kısa sürede ortaya çıktı*. Adları, sanları, adresleri, hangi askeri akademiden hangi yıl mezun oldukları, aldıkları devlet nişanları, tüm ayrıntılarıyla. Putin de çıkıp “Skripal bir hain, neden bu iş bu kadar büyütülüyor, anlamıyorum” diye açıklama yapabildi.
INTERPOL kendi direktörünün akıbetinin peşine düştü. Bir haftadan fazla süren gaybubeti sonrasında Çin hükümeti Meng’in görevinden istifa ettiğini bildirdi. Akıbeti meçhul yani. Bu kadar yalın, bu denli basit. Çin, Rusya, Suudi Arabistan gibi devletler, sorulara “herkes işine baksın” yanıtını veriyor.
Kaşıkçı’nin kimliği üzerine çok yazıldı. Türkiye’nin kendine yakın gördüğü, Suud hanedanı içindeki Faysal ailesine yakınlığı, Faysalların da şimdi iktidardaki Salmanlara potansiyel rakip oldukları anlatıldı. Kaşıkçı’nın danışmanı olduğu Londra Büyükelçiliği de yapan Türki Bin Faysal’ın muhaberatı uzun süre yönetmiş olduğu anımsatıldı. Müslüman Kardeşler ilintisine değinildi.
Türkiye kartlarını dozunda oynadı. Elindeki bilgileri peyderpey sızdırdı. Zira Kaşıkçı’nın Türkiye topraklarında ortadan yok edilmesi, açık bir hakaret yahut en hafifinden güçlü bir meydan okuma. Aslına bakarsanız aptalca da. Suikastlar dünyada görülmedik eylemler değil. Devletlerin başka ülkelerde suikasta kalkışmaları da yenilik değil.
Ancak bu vakada büyük bir hoyratlık var. İki ihtimal öne çıkıyor. Ya Veliaht Prens Muhammet Bin Salman (MBS) Türkiye’ye sert bir gözdağı verdi. İktidarına o denli büyük bir tehdit algıladı ki, “sakın ha, aklınızdan dahi geçirmeyin” mesajını en doğrudan, en kaba biçimde vermek istedi.
Diğer ihtimal ise sıradan çapsızlık. Yani MBS önünü ardını düşünmeden bu talimatı verdi. Oluşacak tepkileri umursamadı veya hesaba katmadı. Ne garip ki, Yemen’de yaşanan ve Suudi Arabistan’ın sorumlu olduğu insani facia tek başına bir Kaşıkçı’nın katli kadar etki etmemişti uluslararası toplumda. Uluslararası toplum, kısaca ABD demektir malum.
Suudi Arabistan, Vaşington’da bu yılki ulusal gün resepsiyonunu iptal etmek zorunda kaldı. Keza, önümüzdeki günlerde düzenleyeceği yatırım konferansına katılımcılardan peş peşe iptaller geliyor. Oysa, MBS’nin 2030 vizyonu ülkesinin ekonomisinin çeşitlendirilmesine ve özelleştirilmelere dayanıyor. MBS’nin ABD turunun pırıltısı da çöpe gitti.
İşin bu kısmı o tarafa bakanı. Bizden tarafa bakan uç ise farklı. Ankara birden bir altın madeninin üzerinde oturduğunu fark etmişe benzer. Kral Salman’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a telefon edip, gösterilen işbirliğinden ötürü hassaten teşekkürü sanki buna işaret. İş belli ki suhuletle halledilecek.
Nasıl mı? Canım, kutupsuz ve kuralsız yerküremizde her eylemin bir bedeli yok ama bir fiyatı var. Suudilerin Kaşıkçı cinayetinin, denetim dışı devlet yetkililerin, haşa MBS’den talimat almaksızın, yanlış giden bir sorgulama sonucunda işlendiğini açıklamaya hazırlandığı konuşuluyor. Bu bağlamda, Ankara’dan “verilen rahatsızlıktan ötürü” bir özür de dilenecektir herhalde.
Dahası, Türkiye ekonomisi stagflasyon ortamında. Bir sıcak para akımı, bazı yatırımlar pek de zamanlı olmaz mı, ne dersiniz? Hem Ankara, oturduğu yerden, bir musibetten diplomatik bir kazanç da elde etmiş olabilir: Katar-Suudi Arabistan dengesi kendiliğinden yeniden ihdas edilmiş olur.
Gazetecilik mi? Haber alma özgürlüğü mü? Onlardan söz eden dahi yok. Kaşıkçı’nın kaybı, yalnızca onun bedeninin kaybı değil. Ortadoğu’da ve Ortadoğu üzerine çalışan pek çok gazetecinin dillerine kilit vurulması demek. Üçüncü ülkelerden Kaşıkçı’ya destek çıkan pek çok bölge uzmanı ve meslektaşın da epey bir süre ne Körfez’e ne Suudi Arabistan’a adım atamayacak olması da demek.
İşte dünyamızın yeni durumu bu. ABD’nin ortalığı boş bırakmasının sonucu da bu. Kedi ortadan çekilince, fareler dans edermiş. Biz bizeyiz, karanlıktayız. Adeta, uzun sürecek bir gecenin gurup vaktindeyiz. Kibritlerimiz ıslak, piyasada mum kıtlığı var.
*Gönüllülerden oluşan “Bellingcat” araştırma grubunun yürüttüğü soruşturmaya internetten erişebilirsiniz. “Bellingcat”, piyasadaki nadir mumlardan görülmeli belki.