10 gün boyunca çapı 30 santim, derinliği 70 metre olan bir
kuyuda mahsur kalan yavru köpeğin kurtarılışı, her kesimden
vicdanlı insanlarda ortak bir sevinç yarattı. Üstelik belki de ilk
kez bu ülkenin kötücül güruhu sevinenlere dil uzatamadı. Çünkü
Kuyu’nun “neden oraya düştüğünü” soramazlardı. Annesinin
“ihmalkârlığından”, köpek cinsinin “aptallığından”, kendi
yavrularını ulu orta sahipsiz bırakışından dem vurup nefret
dillerini piyasaya süremezlerdi. “Burada ne işi vardı, kendi
ülkesinde kalsaydı” diyemezlerdi. “Zaten bunlar yollu, su testisi
su yolunda kırılır” imasında bulunamazlardı. “Ailesi şu örgüte
yakın”, “sicili kabarık” gibi haberler yapamazlardı.
Elbette “bunca acı varken bir köpek yavrusu için bu kadar
didinenlere” laf eden kötücüller çıkmıştır, ama sanırım kimse
onları görmek istemedi. Zaten sevgide, vicdanda buluşanlar bir kar
topu gibi büyüdüğünde kötücüller korkakça bir köşeye saklanır.
Nitekim her gün ortalığa nefret tohumları ekenlerin kahir
ekseriyeti Kuyu’nun kurtarılış sürecinde sükut etti. “Konuya”
mümkün mertebe girmediler.
Kurtarılışından hemen sonra Kuyu, hükümete yakın bir TV
programına çıkarıldı. Programın sunucusunun kurtarma ekibine
yönelik sorularından biri günlerdir kafamda dolanıp duruyor: “Peki
mesela bir insan olsaydı bu, Kuyu değil de, böyle bir çalışma
yapılabilir miydi?” Sunucunun sorusu, benim anlatmak istediğimden
farklı bağlamda olsa da, son derece yerindeydi.
KUYU BİR İNSAN OLSAYDI
Sahi, Kuyu bir yavru köpek değil de bir insan olsaydı, böyle bir
“çalışma” yapılabilir miydi? Sunucunun kurtarma tekniği bağlamında
“çalışma” dediğine gelin biz “ortak duyguda buluşma” diyelim. Kuyu,
Türkiyeli bir insan olsaydı, muhakkak bir “kimliği” olacaktı. İşte
o kimlik, 10 günlük kurtarma çalışması boyunca farklı kutupların
“buluşmasına” engel olacaktı. Bu faraziye değil, kaç zamandır
deneyimlediğimiz kötücüllük ikliminden yaptığımız bir
çıkarsama.
Bu ülkede yakın zamanda sayısız insan yavrusu katledildi.
Örneğin, 10 Ekim 2015’te Ankara’daki IŞİD katliamında
öldürülenlerden biri 9 yaşındaki Veysel Atılgan’dı. Konya’daki bir
futbol müsabakasında binlerce taraftar, oyuncuların saygı duruşunu
bile ıslıklar ve tekbirler eşliğinde “protesto” edebildi.
İsimlerini tek tek anmayacağım, ama son iki yılda öldürülen onlarca
çocuğa yönelik nefret dilini biliyoruz. Cezaevlerinin nasıl kör
kuyulara dönüştürüldüğünü duyuyoruz. Mültecilerin, egemen etnik ve
dini aidiyetin dışında kalanların nasıl bir kuyuda var kalmaya
çalıştıklarına şahidiz.
Herkesin herkese düşman edildiği bu siyasi iklimde Kuyu’nun bu
kadar sahiplenilmesinin tek bir nedeni vardı: Nefret söyleminin
hedefi haline getirilebilecek bir kimliğinin olmayışı. Hınçla
bezenmiş kesimlerin düşman bellediği bir aidiyetten olmaması.
ASİT KUYULARI
Şimdi başka bir “kuyudan” söz edeceğim. Tam 10 gündür,
Nusaybin’in 70 hanelik bir köyü olan Xerabê Bava’da (Kuruköy)
operasyon yapılıyor. Ancak bu operasyonun sebep ve sonuçlarına dair
hükümet kamuoyunu bilgilendirmiyor. Orada neler olup bittiğini,
köyde yaşayanlar bile bilmiyor!
Nitekim telefondan ulaştığım bir Xerebê Bava köylüsü ürkek bir
sesle şöyle anlatıyor: “Kurban, biz evde, içerideyiz. Köyde ne olup
bittiğini bilmiyoruz. Köyün içi (askerlerle) dolu. Tuvaleti
dışarıda olanlar, tuvalete bile çıkamıyor. Dokuz gündür bu
durumdayız. Dokuz gün önce çatışma oldu köyde. Askerler her gün
evlere geliyor. Aramalarını yapıyorlar, telefonlarımıza, attığımız
mesajlara kadar bakıp bizi sıkıştırıyorlar. Çocukları
sıkıştırıyorlar. Psikolojimiz bozulmuş durumda. ‘Terörist öldürdük’
diyorlar, ama öldürülenlerin sayısını, kimliğini, köylü olup
olmadıklarını bilemiyoruz. Hangi evde hasta var, kimin ne kadar
erzağı kaldı, bilmiyoruz. Ama bizim evin erzağı bitmek üzere.
Açıkçası sizinle konuşmaktan da korkuyoruz. Nasıl olacak
bilemiyoruz.”
Köylünün “sıkıştırıyorlar” dediği ilkokul çağındaki çocukların o
kuyuda nasıl sorguya çekildiğini 1990’ları yaşayan bizler çok iyi
biliyoruz. O yıllarda beyaz Toros’lara tıkıştırılıp götürülenlerin
asit kuyularına nasıl atıldığını ise artık herkes biliyor.
Xerabê Bava’daki (Türkçesi “babaların harabesi”) çocuklar,
yaşlılar, hastalar için herhangi bir çaba yok. Devletin yılmaz
bekçisi yargı, “Yeni yıldan ülke adına yeni beklentilerim oluştu;
asit kuyuları, tit, toros, vb…” diye yazanlar hakkında kılını
kıpırdatmıyor.
Yavru köpeğe “Kuyu” ismi verilmesi, hepimizin ortak itirafı
aslında. O köpek artık bu ülkenin vaziyetini adında taşıyor. Fakat
onun kuyudan çıkması için günler ve geceler boyu dilek tutanlar
aynı dileği kendileri ve “başkaları” için de tutmalı, hepimizi kör
kuyulara mahkum edenlere karşı ses çıkarmalı. Ses çıkaran olmazsa,
kuyudan çıkış da yok. Kuyu kurtuldu. Sıra bizde.