Hasan Deniz, bir Kuzey Ege adasında gördüğü karaltıların tank parçaları olduğunu fark ediyor. Bu tanklar Deniz için artık Nautilus’un birer hatırlatması, arşivlenecek birer heykele dönüşüyorlar...
“1866 yılına tuhaf bir olay, şüphesiz kimsenin unutmadığı, açıklanmamış ve açıklanamaz bir fenomen damgasını vurmuştu. Bir süredir pek çok gemi denizde “muazzam bir şey”le; uzun füze şeklinde, kimi zaman fosforışıl, bir balinadan katbekat büyük ve hızlı bir nesneyle karşılaşıyordu.
Bütün büyük merkezlerde canavar moda haline geldi. Kahvelerde onunla ilgili şarkılar söylendi, gazetelerde onunla alay edildi, tiyatro sahnelerinde canlandırıldı. Bulvar gazetelerine her renkten haber yumurtlamak için gün doğdu.
İlmi cemiyetlerde ve bilimsel gazetelerde inananlar ve inanmayanlar arasında sonu gelmez bir polemik başladı. “Canavar meselesi” bütün zihinleri kızıştırdı.” Jules Verne, 'Denizler Altında Yirmi Bin Fersah'
Geçen gün ressam bir arkadaşımla konuşuyordum, evinin duvarlarına etkilenmemek için asla bir şey asmıyormuş. İzlediğim bir pazarlama videosunu anlattım ona: İki tasarımcıyı farklı arabalarda işveren marka kendi ofisine götürüyor ve sonra istediği tasarımı anlatıyorlar. Birbirlerini hiç görmeyen, hiç tanışmayan iki tasarımcı, iki farklı odada neredeyse aynı taslak tasarımları yaptıklarını görünce şok oluyorlar. Çünkü yolda aynı grafiklere, görüntülere maruz kalmışlar... Ne görürsen, neden etkileniyorsan anında onu yansıtıyorsun.
Yaratıcılık, maruz kalınandan bu şekilde etkilenebileceği gibi, bambaşka da etkilenebilir. Hayat boyu koca bir midye koleksiyonu yapar gibi mesela, farklı denizlerden anılar toplayabilir, farklı kokulardan, hikâyelerden, görüntülerden beslenip, koleksiyonunu özenle yapıp sadece senin yazabileceğin bir hikâye de ortaya çıkarabilirsin.
Küçükken yazlık arkadaşım Gizem’le Milliyet Çocuk dergilerini biriktirdiğimizi, okuma etkinliği yapmak için (dergi okuyup cips yiyip kola içmeli fantastik bir etkinlik) o dergilerin tamamını oradan oraya her seferinde dere tepe taşıdığımızı hatırlarım. Dedim ya, herkesin hikâyesi farklı, biz cipsli ellerle sayfa çevirirken bir çocuk da bambaşka hayaller kurarmış Milliyet Çocuk okuyup. Milliyet Çocuk’tan çıkan resimli romanlardan biri 'Denizler Altında Yirmi Bin Fersah', bu çocuğu Jules Verne, Nautilus ve Kaptan Nemo ile tanıştırmış. Yıllar sonra bu çocuk büyümüş, Kuzey Ege’de bir adada dolaşırken terk edilmiş tanklara rastlamış ve (burası benim hayal gücüm) nerede olduğunu unuttuğu, eski bir hazineyi bulmuş gibi sevinmiş. “Vay be Nautilus!” demiş. İşte o çocuk, kendi Nautilus’unu fotoğraflayıp kendi benzersiz hikâyesini bizimle Öktem Aykut’ta devam eden Canavar Meselesi sergisi ile paylaşan Hasan Deniz.
Hasan Deniz benim uzun zamandır takip ettiğim, muhabbetinin harika olduğunu hayal ettiğim (ve öyle de çıkan), önünüze koyduğu eserlerin altını hikâyelerle dolduran bir sanatçı. Hasan’la sergi hakkında konuştuğunuzda önce bir Jules Verne hayranlığı tazeliyorsunuz. Hayal ürünü sürreal romanlar yazan Verne, aslında bu hayallerini derin ilgi duyduğu ve bilgi sahibi olduğu bilime dayandırdığı için kurguladığı dünyalar olası geleceğe oldukça yakın. Öyle ki, kitaplarında anlattığı henüz gerçekleşmemiş olan buluşların, makinelerin o sıralarda gelişmekte olan Avrupa sanayisi ve teknolojisine ilham kaynağı olduğu rivayet edilirmiş. Bu sergisinde Verne’den esinlenen Hasan Deniz ise, Verne kadar bilimsel olmadığı için kendi tabiriyle, daha “romantik” bir tarih anlatıcısı, bir arşivleyici. Zaman geçirmeyi çok sevdiği bir Kuzey Ege adasında (Jules Verne’in Kaptan Nemo’su (Kaptan Kimse) gibi adanın da adının bilinmez olmasını istiyor) yaptığı yürüyüşlerden birinde gördüğü karaltıların tank parçaları olduğunu fark ediyor. Bu tank parçalarının tarihine dair en olası hikâyenin, bunların Birinci Dünya Savaşı’nda bırakılmış İngiliz tankları olabileceğini söylüyor sanatçı çünkü tankların bulundukları yerin yakınında, Çanakkale Savaşı’ndaki İngiliz Garnizonu varmış. Her ne olursa olsun, bu tanklar Hasan Deniz için artık Nautilus’un birer hatırlatması, kayda alınıp arşivlenecek birer heykele dönüşüyorlar. Hasan Deniz’in Canavar Meselesi sergisinin kalbini işte bu heykel fotoğrafları oluşturuyor.
Sergide karşınıza çıkan altı eserlik seride gördüğünüz hikâyeyi tamamlayan diğer doğa fotoğrafları ise 2009, 2014, 2017 ve 2018 yıllarında çekilmiş. Dolayısıyla sergi için dönüp arşivlediği fotoğraflarına bakmış Hasan Deniz. Arşivlemek (hele belki de biraz müsrifçe çektiğimiz, kaydettiğimiz yüzlerce, binlerce görüntünün bulunduğu dijital dünyada) zor iş diyor sanatçı. Biriktirmenin bir nevi tutku olduğunu, o kayıtları ancak düzenli tuttuğunda dünyaya kendinden bir iz bırakabileceğini söylüyor. Bunları konuşurken kumsalda duran midyelerin olduğu fotoğrafa bakıyoruz. Ona illaki denizden midyeleri toplayıp eve getirdiğimi anlatıyorum. Bir umutla, Ege’yi İstanbul’da duyabilecekmişim gibi... Bana bu kez de Italo Calvino’nun 'Kum Koleksiyonu' kitabını öneriyor. Bir biriktirilmiş hikâye daha... Hasan’ın Sinan Eren Erk’le Art Unlimited’de yaptığı röportajını okurken parçaları birleştiriyorum: “Saplantılı, garip bir şey biriktirmek. Yok oluşumuzdan; bazı anları, nesneleri, sesleri, merak ve zevkleri kurtarma çabası gibi. Sonradan birileri o biriktirilmişlere bakıp sizin dünyanız hakkında bir hayal kurabiliyor. İşlerimde çoğunlukla bu hikâyelerden yola çıkıyorum.” Hasan’ın biriktirdiklerini kendiminkilerle karşılaştırıyorum, sanırım diye düşünüyorum, dünyalarımız burada kesişiyor da bu sergi bana çok şey ifade ediyor. Ada, deniz, tuz anılarını kurtarmak, saklayarak kutsamak isteyenler, Hasan’ın diptik deniz resminde birleşiyor.
KALIBINDAN TAŞMAK İSTEYEN BİR CANAVAR
Sergide bir diptik, bir tane de triptik çalışma var. Yani şöyle anlatayım, tek bir karede görmeyi bekleyeceğiniz bir imaj, bir nesne, fotoğrafta ikiye ve üçe bölünmüş. Hasan’ın “sonsuz bir kum denizinin içinde” olduğunu tarif ettiği “bizim canavar” tank, tek bir karede değil, 3 karede parça parça çıkıyor sergide önümüze. Her parça birebir aynı ebatta çekilmiş. Canavarın ana parçasını görüyoruz ama, canavarın diğer parçaları kumlara dağılmış. Sanatçı, triptik sunumla, hem bu parçalanmaya gönderme yapıyor hem de yılların yorgunluğuyla yatan cihazın suretini parçalayarak aktarmanın en doğru anlatım olduğunu düşünüyor. Canavar, karelere ancak sığıyor, sanki sıkışmış fotoğrafın içinde… Artık gidemediği, ulaşamadığı denizlere ulaşmak istiyor gibi.
Sergideki en iyi dokunuşlardan biri, biraz teklifsiz olanların galeri ofisine girip görebileceği, bir portre fotoğrafı. Fotoğrafta, suların yükseldiği dönemde, kumsaldan yüksekte bir yerde Hasan Deniz’i tank parçalarını fotoğraflarken görüyorsunuz. Bu fotoğraf, tam da gerçek hikâyedeki gibi, yüksekte, galerideki büyük tank fotoğrafına yukarıdan ve tam çaprazdan bakar şekilde konumlanmış. Hemen altında da yalın bir Sinan Logie heykeli duruyor. O heykelin de varlığıyla, hayal gücünüz size oyunlar oynuyor. Sanki orada, o tepedesiniz. Hasan Deniz canavarını çekerken siz de onu izliyorsunuz. Mühürlenmiş bir an… Denizin uzaktan gelen sesi…
Küçük bir sır isterseniz, Hasan, canavarın sesinin nasıl olabileceğini hayal etmiş ve viyolonsellerle kurguladığı bu sesi kaydetmiş ama sergiye koymamış. Bu ulvi sesi ve Hasan’ın keyifli muhabbetini Sinan Eren Erk’in Sanat Dedikleri Tuhaf Şey podcastinde dinleyebilirsiniz. Benim gibi siz de serginin ismini aldığı Jules Verne’in 'Denizler Altında Yirmi Bin Fersah' romanını tekrar okumak isterseniz sanatçı özellikle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan çeviriyi tavsiye ediyor. Denizlerin altında buluşmak üzere...
Hasan Deniz’in Canavar Meselesi başlıklı ikinci kişisel sergisi, 19 Haziran 2021’e dek Şişhane’de yer alan Öktem Aykut’ta görülebilir.