Bugün yine burası benim şahsi bloğummuş gibi yazayım diyorum. Söylemedi demeyin, geleneksel köşe yazısı seviyorsanız bu sütunda asabınız bozulur bugün. Ama bir yandan şunu da ekleyeyim, medya höpürdetilip yutulurken sesi çıkmayanların köşe yazısı geleneği bozuluyor diye içlenmesi de beni üzüyor. Nereden çıktı bu girizgah diye soracak olursanız, kimi yazılarımdan hiç hazzetmeyen, hatta köşe yazısı geleneğine ihanet ediyormuşum gibi sinirlenen okurlar oluyor. Tabii ki bu şikayetler üzerine düşünmüyor değilim. Fakat neyin köşesini arıyoruz? İnternet gazetesinin köşesi yok ki akıllı uslu bir köşe yazısı olsun. Köşesi olsaydı o köşeler de zaten bize düşmezdi. Köşe kapmaca lafı nereden geliyor sanıyorsunuz?
Şaka maka bu sütunda dört yıldan fazla bir zamandır düzen intizam içinde yazıyorum. Elimden geleni yapıyorum işte. Buraları da mafyaya mı bırakalım? Bakın Kuzey Kore’de devlet mafyanın halı sahasına dönüşmüş. Limanlar, marinalar filan hep parsellenmiş. Eski emniyetçiler, eski siyasetçiler medyaya demeç verip duruyormuş, “Ben olmasam buralara hep mafya çöker. Eğer buraya mafya giremiyorsa bizim burada olmamızdandır” filan diyenler varmış. Medya, mafya, marina... Baş harflerinin M olması dışında birbiriyle alakası olmayan bu oluşumları Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’un derin bağlantıları birbirine kenetliyor. Bizden uzak...
Medya, mafya filan demişken Gazeteciler Cemiyeti’nin yılın ilk üç ayını değerlendiren M4D Medya İzleme Raporu’na, değinmeden olmaz. Basın özgürlüğünün içler acısı halini de birçok başka şeyi de gözler önüne seriyor bu rapor. Yılın ilk çeyreğinde fiziksel saldırıya uğrayan gazeteci sayısı 40’ı bulmuş, 20 gazeteciye hapis cezası verilmiş, 24 gazeteci ve basın çalışanı gözaltına alınmış. Bursa’da bir radyo programcısı, Hazım Özsu, programını beğenmediği için kapısına dayanan bir dinleyici tarafından silahla vurularak öldürülmüş. Yılın ilk üç ayı gazeteciler ve medya çalışanları bakımından cehennem gibi üç ay. Bu üç aylık dönemde sosyal medyada köşe yazıları en çok paylaşılan internet sitesi ise Sözcü, en çok yazıları paylaşılan yazar da Yılmaz Özdil olmuş. Kısacası bizim insanımız köşe sever, baş köşe, köşe yazısı, köşeli insanlar. Bu köşelerden sapanlara da “Alooo burası sizin kişisel bloğunuz mu?” diye sorar elbette. Neyse neyse nereden girdiysem buraya, çıkamıyorum bir türlü. Ev işlerini yoluna sokayım diye uğraşırken bir taraftan da bugün ne yazsam acaba diye düşünmekten oluyor bunlar hep...
Rapor mapor meseleleri kafamı daha fazla bozmasın diye, mutfağa yolladım kendimi. Bir yandan bulaşık makinasını boşaltırken bir yandan da rahmetli Azer Bülbül’ün, “Değirmenim terse döndü bu sene / bulgura mı yanam una mı yanam /ben bana mı yanam sana mı yanam” parçasını söylüyorum güzel güzel. Hayatta en sevdiğim şey, mutfakta çalışırken şarkı türkü söylemek. Meğer ben fark etmeden mutfağın kapısına dikilmiş dinliyormuş kendisi. “Bence sen uzun hava söyleme” diyor. Zaten türkünün sonuna gelmişim, aldırmıyor gibi görünerek hemen “Tarlalara ve ufka kuşların kanadına gölgede değirmene yazarım adını” diye Livaneli’nin “Özgürlük” şarkısına geçişimi yapıyorum. “Bence sen şarkı söyleme hayatım, ne güzel yazılar yazıyorsun işte, yetmez mi” diyor... Bir bardak su içimi mutfakta duracak ve o kısacık esnada bile şarkı türkü söylememe tahammülü yok. Oysa 11 Mayıs haftasındayız. Keyfim yerinde, #İstanbulSözleşmesi10Yaşında. Bir gün evvel yurtta ve dünyada sosyal medya challenge’ımızla ortalığı inletmişiz, paslaşıp durmuşuz, sözleşmenin onuncu yaşını gümbür gümbür kutlamış, trend topic olmuşuz. “Bence sen mutfağımdan çık, seni de trend topic yapmayayım” diyorum. “Anlamadım” diyor. Aynı esnada yeşil başlı gövel ekmek bıçağını da tesadüfen bulaşık makinasının sepetinden çıkarmışım, yerine yerleştirmek üzereyim. Bir bıçağa bir bana bakıyor. “Olmadı sana ders aldırırız, notaları doğru basarsan sesinin rengi çok güzel aslında” diyor. Şarkı söylerken notaları doğru basmak ney arkaaş? Neyse bıçağı bir türlü yerine koymadığımı görünce suyunu da içmişken “mutfağımdan” çıkıyor. Bu arada en sevdiğim film Almadovar’ın Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar filmi. Yılda bir kez izlenmesini tavsiye ederim.
Hafta boyunca bir erkeklerin uğraştığı işlere bakın, bir de bizim uğraştıklarımıza. Erkekler Sedat Peker videoları izliyor, bir vakitler annelerimizle birlikte Yalan Rüzgarı adlı diziyi nasıl kaptırarak izlemişsek onlar da Sedat Peker’i aynı şevk ve heyecanla izliyor... O kesmiyor AKP’nin çizgi filmine sardırıyorlar. Allah canınızı almasın sizin. Ne var o çızgı filmde o kadar analiz kasacak. AKP AKP olalı höykürmeden haykırmadan kültürel bir içerik üretti... En ilginç kısmı bu ki bunu da Ateş İlyas Başsoy’dan başkası söylemedi galiba. Ayrıca Kemal Kılıçdaroğlu’nun filmdeki o yaylanmalı yürüyüşüne de bayıldım ben. Bize bu çızgı filmlerlen gelin diyordum ki “hoooop değiş tonton” olunmuş. Film piyasadan toplatılmış.
Fakat neredeyse kırk yılımı aldı ama şunu artık çok net biliyorum. Bir insan en çok hangi fenalığı yapıyorsa o fenalığı muhakkak olduğu gibi karşısına yansıtıyor. Kime yansıtıyor derseniz, kime takıksa, kimi kendini seyretmek üzere ayna olarak seçmişse, kısaca aynalamışsa ona yansıtıyor. Artiz artizlikle, narsist narsistlikle, mütemadiyen tacizkar davranan tacizkarlıkla suçluyor herkesi. Yalancı da yalancılıkla. Bu gerçek kişiler bakımından da böyle, tüzel kişiler bakımından da... Sözünü ettiğim çizgi filmde de AKP CHP’yi yalancılıkla suçluyor... Bu bağlamda, 128 milyara ne oldu sorusuna AKP’nin verdiği kırk kuyruklu cevaba bakarak yorumunuzu yaparsınız artık. AKP sadece CHP veya HDP’yi değil, toplumun AKPMHP bloğuna oy verenler dışındaki tüm kesimlerini ayna olarak kullanıyor. Nüfusun yarısından fazlası onların kendi fena özelliklerini yansıttığı ayna oluyor. Yalnız dikkat edin İyi Parti’ye de Meral Hanım’a da pek sataşmıyorlar. Toplumda hükümete güvenmiyorum veya hiçbir şekilde güvenmiyorum diyenlerin sayısı genişledikçe -ki son ölçümler yüzde 44’ten, yüzde 48’e genişlediğini söylüyor- AKP’nin bir şekilde İYİ Partiye güvenme ihtiyacı da derinleşmiş olabilir. Bence o yüzden sataşma yapmıyorlar...
Sedat Peker videolarına biraz da ben bakayım dedim dün gece. Gerçekten çok acayip. Videolardan ortamlara dalga dalga Susurluklar yayıldıkça, AKP de çızgı film seviyesine çekiyor çıtayı. Farkını korumak istiyor. Söylemini tontonlaştırmak organize suç örgütlerinin liderleriylen kendi söylemi arasındaki mesafeyi açmak istiyor. Oysa eskiden nasıl “Eeeeey CeHaPe...” çekerdi. Şimdi “değiş tonton”. Yalnız o değil de bence bu sağa sola “Terörle arana mesafe koy” diyen herkes ama herkes de aynı aynalama mekanizmasını kullanıyor. Ben kendimce buna “aynalama” diyorum. Benim okurlar da ne dediğimi anlar zaten ama sosyal psikologlar bunu da adlı adınca açıklasın tabii. Biz sosyal psikologlardan açıklama beklerken en iyi açıklamalar da hep Bekir Ağırdır’dan geliyor ya, o da ayrı. Bekir Bey dedim de aklıma geldi, geçen gün bir programda konuşurken “kıpraşma” diye bir laf kullandı. Bizim Madenlilerin de en sevdiği laftır bu. Bir kulak kabarttım hemen. Güzel laf, hele yerli yerince kullanılınca daha da güzel. Kıpraşmayın. Bitiriyorum.
“Terörlen arana mesafe koy” diyen herkesin esasen baya bir terörle içli dışlı olduğunda kalmıştım... Kuzey Kore’den söz ediyorum tabii. Bence Kuzey Kore Devleti akıllı olsun. Terörle ama esas olarak da mafyayla arasına bir mesafe koysun. Hashtagini de vereyim hemen: #DevletMafyaylaArasınaMesafeKoysun. Toplumun güveni sarsılıyor. Çizgi film filan yaparak başlayabilir. Çok iyi fikir. Çok taze fikir. Bir naiflik olur, bir iyi hal indirimi alır... Fena mı olur?