Kuzey Kore efsaneleri: Bir akıl dışı çılgınlıklar ülkesi mi?
Kuzey Kore üzerine tüm bilgiler sağı solu belli olmayan bir devlet başkanı üzerinden servis ediliyor. Kuzey Kore'nin toplumsal ve siyasal yapısı hakkındaki sorularımızı yanıtlayan Kore Tarihi profesörü Suzy Kim bildiğimiz ezbere dayalı tekrarları tümüyle değiştirecek bilgiler verdi.
Gerçek isminin Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC) olduğunu
bile unuttuğumuz Kuzey Kore hakkında ciddi bir bilgi kirliliği söz
konusu. Çoğu zaman magazinel bir dille yazılan haberlerin
zihnimizde inşa ettiği Kuzey Kore imgesi kabaca ‘deli bir adamın
yönettiği akıl dışı bir ülke’ şeklinde. Fakat Kuzey Kore gerçekten
sağa sola nükleer füze göndermek isteyen bir liderin ülkesi mi? Tüm
çılgınlıkları mümkün kılan beyni yıkanmış bir toplum yapısı mı?
Yoksa bize yansıtılanlar gerçeği yansıtmıyor mu?
Oryantalist ve ırkçı yaklaşımların sık sık kirlettiği Kuzey Kore
haberleri arasında gerçeğin yolunu takip etmek pek kolay değil.
Ancak sahip olduğumuz yanlış aktarımlardan yola çıkarak Kuzey
Kore’yi parmakla göstermeden önce konu üzerine çalışan uzmanlara
sözü vermek gerekiyor. Biz de Kuzey Kore mitlerine dair aklımızda
canlanan tüm soruları Rutgers Üniversitesi Asya Dilleri ve
Kültürleri Departmanı’nda Kore Tarihi profesörü Suzy Kim’e sorduk.
Kim, bize ABD öncülüğünde uzun yıllardır devam eden yaptırımların
yol açtığı sorunları, Kuzey Kore’nin gerçekte anlatıldığı gibi bir
yer olup olmadığını tarihsel bir perspektifle açıkladı.
Rutgers Üniversitesi Asya Dilleri ve Kültürleri
Departmanı Kore Tarihi profesörü Suzy Kim
‘KUZEY KORE, SOVYETLER’DEN DAHA UZUN YAŞADI’
Kuzey Kore hakkında çok sayıda yanlış bilgilendirme ve
mit var. Bu mitlerin omurgası genelde ‘akıl dışı’ ve ‘çılgın’ bir
ülke imajı oluşturuyor. İlk bakışta anlamı olmayan işler yapan bir
liderin ona tapan halkı gibi bir manzara karşımıza çıkıyor.
Gerçekten böyle bir durum var mı? Yoksa bu sadece siyasi
analistlerin, medyanın ya da diğer ülkelerin bulandırmasıyla ortaya
çıkan bir görüntü mü?
Kuzey Kore’nin ‘akıl dışı’ ve ‘çılgın’ olduğuna dair tarifler
tam olarak sizin de söylediğiniz gibi mitlerden ibaret. Medya
yorumcuları ve siyasi analistlerin yanı sıra birçok akademisyenin
dile getirdiği ‘Soğuk Savaş boyunca aldığı Sovyet desteği olmadan
Kuzey Kore’nin çökeceği’ düşüncesi, gerçekle örtüşmeyen bu
önyargılara dayanıyor. Fakat Kuzey Kore, Sovyetler Birliği’nden
(1917/22-1991) daha uzun yaşadı ve karşılaştığı tüm sorunlara
rağmen herhangi bir çöküş belirtisi yok. Yabancıların zaman zaman
düşmanca ifadeler ya da provokasyonlar olarak değerlendirdikleri
şeyler bir tarafa, Kuzey Kore, ülkeyi yeniden birleştirmeyi
başaramayan Kore Savaşı’nın (1950-1953) feci sonucundan bu yana
herhangi bir kapsamlı askeri gerilim tırmanışından kaçınmıştır.
Sovyet bloğunun çöküşünden çok sonraları dahi varlığını sürdürüp,
sözde ‘düşmanlarına’ karşı hiçbir kapsamlı askeri saldırı
başlatmamış olması bir gerçek. Bunlar, Kuzey Kore’nin ‘akıl dışı’
ya da ‘çılgın’ olmaktan çok uzak oluşunun yeterli kanıtları
olmalıdır.
Peşi sıra gelen ‘çılgın’ lider mitinde, liderin iktidarını
koruyabilmesine neden olarak Kuzey Kore halkının ‘beyninin
yıkanmış’ olması gösterilir. ‘Beyin yıkama’ kelimesi aslında ilk
kez Kore Savaşı ile birlikte dolaşıma girdi. Çünkü ABD yetkilileri,
Amerikalı savaş esirlerinin ‘beyinlerinin yıkanarak’ komünistlere
katılmasından endişeleniyordu. Nitekim çok küçük bir azınlık da
olsa saf değiştiren kimi ABD askerleri vardı.
Böylesi söylemler hem Soğuk Savaş’tan kalmadır, hem de
oryantalist ve ırkçıdır.
ALTERNATİF GERÇEKLİKTE YAŞAYAN İZOLE BİR TOPLUM MU?
Kuzey Kore ile mesafemiz ve erişimimiz düşünüldüğünde
direkt yoldan güçlü bir bağımız yok. Bu da ister istemez Kuzey
Kore’nin tecrit halinde bir toplum yapısı olup olmadığı sorusunu
akla getiriyor. Kuzey Kore’de yaşayanlar gerçekten dünyanın geri
kalanından haberdar değil mi? Liderleri tarafından yaratılan bir
‘alternatif gerçeklikte’ mi yaşıyorlar? Eğer değilse, diğer ülkeler
ve kültürlerle nasıl ilişkileniyorlar?
Bu, Kuzey Kore kavrayışımıza kattığımız klişe ve önyargılara bir
başka örnektir. Kuzey Kore’nin küresel iniş çıkışlarına rağmen Kore
Demokratik Halk Cumhuriyeti (KDHC – Kuzey Kore’nin resmi devlet
adı) an itibariyle yaklaşık 160 ülkeyle diplomatik ilişkilerini
sürdürüyor. Belki okuyucularınızın ilgisini çekebilir; KDHC, 2001
yılında Türkiye ile diplomatik ilişki kurdu. KDHC, diplomatik
ilişkilerinin olduğu tüm ülkelerde fiziksel temsilciliklerini
sürdüremese de, 1990’ların başında Sovyet bloğunun çöküşü dünyanın
geri kalanına kıyasla göreceli bir izolasyona sebep olsa da
(COVID-19 Pandemisi ile birlikte bu durum daha da kötüleşti) şunu
hatırlamak önemli: Çin sınırından insanlar ve mallar, yasal ve
yasadışı yollarla geçiyor. Ekonomik ve/veya siyasi kaynaklara sahip
olanlar işçi, öğrenci ve diplomat olarak iş seyahatlerinde
bulunabiliyorlar. Resmi devlet haberleri ve yayınları ile sınırlı
bir biçimde de olsa uluslararası haberler hem günlük gazetelerle
hem de yayınların düzenli bir parçası.
Yakın zamanda İsrail tarafından Gazze’ye uygulanan kuşatma ya da
Küresel Güney’in (Batı dışında kalan dünyayı tanımlamak üzere
kullanılan bir kavram, Global South) büyük
çoğunluğuna hakim olan geniş çatışma alanlarında herhangi bir taraf
tarafından uygulanan benzeri durumlar düşünüldüğünde de aynı soruyu
sorabiliriz: Bu bölgelerdeki insanlar ‘alternatif bir gerçeklik’
içinde mi yaşıyorlar? Diğer kültürler ve ülkelerle nasıl ilişki
kuruyorlar? ‘Gerçeklik’ olarak neyi varsaydığımıza bağlı olarak,
dışarıdakilerin bu tür yerlerde yaşamanın neye benzediğini hayal
edemediği ölçüde ‘alternatif gerçekliklerdir’. Aslında Küresel
Kuzey’in, özellikle de ABD’nin kendi konforlu gerçekliğinin dışına
adım atmasının daha acil olduğunu savunuyorum; çünkü
politikalarının ve yaşam şekillerinin Küresel Güney’i nasıl
orantısız bir şekilde etkilediklerini anlamak gerekiyor. Çoklu
çevre krizlerinden, Lockheed Martin ve Boeing gibi ABD merkezli
şirketlerin başını çektiği askeri-endüstriyel blok tarafından
desteklenen çeşitli şiddetli çatışmalara kadar hepsi bununla
ilişkili.
Asıl sormamız gereken soru şu olmalı: Farklı gerçekliklerimiz
nasıl birbirine bağlı? Diğer kültürler ve ülkelerle nasıl bir
ilişki kurmalıyız? Kısa cevap vermek gerekirse eğer, kaderlerimiz
birbirine bağlı. Genç kuşaklar, önceki kuşakların yarattığı ve
çözmeyi başaramadığı iklim kriziyle başa çıkmaya çalışacakları için
bunun çok daha net bir şekilde farkındalar.
İNSANLARIN BEYNİ Mİ YIKANIYOR?
Kuzey Kore mitlerinden bahsettiğiniz bir dersinizde
‘beyni yıkanmış insanlar’ mitinden söz ediyorsunuz. Devasa stadyum
gösterileri ya da askeri merasimler düşünüldüğünde bu insanların
gerçekten beyinlerinin yıkandığını söyleyebilir miyiz? Eğer
söyleyebilirsek, dünyanın diğer ülkelerindeki diğer insanların da
kendi hükümetlerince ‘beyinleri yıkanmıyor’ mu?
Harika bir noktaya değindin. Daha önce de konuştuğumuz üzere
‘beyin yıkama’ fikri hem oryantalist hem de Soğuk Savaş döneminde
düşmanların ‘irrasyonel’ ve ‘çılgın’ olarak tasvir edilmesiyle
doğrudan ilişkili bir yaklaşım. ‘Beyin yıkama’ teriminin kendisini
düşündüğünüz zaman ‘bir kişinin zihninin bir şekilde yıkanıp, boş
bir tuvale dönüştürülebileceği’ anlamı çıkar. Böylece zihne istenen
fikirler eklenir ve nihayetinde istenildiği şekilde kontrol
edilebilir. Bir yandan, bu son derece absürttür. Çünkü herhangi bir
ruh sağlığı uzmanı -örneğin bağımlılıkları tedavi eden bir uzmanı
düşünebiliriz- size ‘insanların zihinlerini veya davranışlarını
kontrol etmenin basit bir yolu olmadığını, aksi takdirde bu
sorunları tedavi etmenin bu kadar zor olmayacağını’ söyleyecektir.
Ancak ‘beyin yıkama’ gibi terimlerin dolaşımı, Soğuk Savaş
sırasında siyasi ideolojilerin son derece belirgin kutuplaşmasını
açıklıyor. O zamanlar fikirler üzerinde verilen savaşta her iki
taraf da insanların ‘kalpleri ve zihinleri’ için diğeri tarafı
böyle görüyordu.
Küresel olarak faşizmin yükselişiyle birlikte bir kez daha büyük
bir kutuplaşma döneminden geçiyoruz. ‘Diğer’ tarafı (kişi hangi
tarafla özdeşleşirse özdeşleşsin) açıklamanın bir yolu olarak
‘beyin yıkama’ gibi kalıplara geri dönmek yerine, insanların neden
bu tür tercihler yaptıklarını düşünmek gerekiyor.
Toplumlarımızın kutuplaşmayı ve radikalleşmeyi besleyen gerçek
endişeleri ve sorunları ele alırken neden bu kadar uçlaştıklarını
anlamak lazım. Hepimiz bazı şekillerde hükümetler, şirketler veya
diğer güçlü kuruluşlar tarafından çeşitli seviyelerde propagandaya
ve manipülasyona maruz kalıyoruz. Bizim oyumuzu kazanmaya
çalışıyorlar ya da ihtiyacımız olmadığında bile bir şeyler satın
almamızı sağlıyorlar. Şunu inkar edemeyiz: Akıllı telefonların
çağında, algoritmalar ne gördüğümüzü belirlerken ekranlarımıza
yapışık hayatlarımızda işler daha da kötüye gidiyor. Her ne kadar
kulağa paradoksal gelse de, bu tür manipülasyonlar Kuzey Kore gibi
yerlerde gördüğümüz açık kontrollerden çok daha sinsi olduğu için
daha tehlikelidir. Kuzey Kore’de hem iç hem dış hatlarda seyahat
regüle edilmiştir ve devlet onayı gerektirir. Ülke içerisinde
popüler olan kapalı bir internet olmasına rağmen insanların büyük
bir çoğunluğunun küresel internete erişimi yoktur. Ayrıca dünyanın
geri kalanı ile aynı ölçüde insanlar cep telefonlarına yapışıktır.
Önemli olan resmi onaylı ve resmi onaysız faaliyetler arasındaki
sınırların oldukça açık olmasıdır. Oysa örneğin ABD’de birçok kişi
‘özgür’ olduklarını varsayar ve bu nedenle ne ölçüde manipülasyona
maruz kalabileceklerini sorgulamaz. Hepimiz, farklı bilgi
kaynaklarına maruz kalmamızın fikirlerimizi ve tercihlerimizi nasıl
şekillendirdiğini sorgulamalıyız.
NÜKLEER BOMBA MI ATMAK İSTİYORLAR?
Şimdi belki biraz da uluslararası ilişkiler bağlamında
bir değerlendirme yapabiliriz? Bize sunulan bir diğer Kuzey Kore
imajı da bu ülkenin öngörülemez ve son derece agresif bir dış
politikaya sahip olduğu. Sanki bilgisayar oyunundaymış gibi herkese
nükleer bomba atmak isteyen bir güç var karşımızda. Fakat tüm
mesele bu kadar basit mi gerçekten?
Umarım bu soruyu daha önce biraz ele almışımdır ancak Kuzey
Kore'yi basitleştirilmiş klişelerin ötesinde anlamlandırmanın neden
tarih kavrayışı gerektirdiğine dair daha fazla açıklama eklememe
izin verin. Tarihçiler genellikle Üçüncü Dünya'da komünistleri
iktidara getiren yerli toplumsal devrimlere Çin, Küba ve Vietnam'ı
örnek olarak gösterseler de, Kuzey Kore bu devrimlerin soyağacına
nadiren dahil edilir. Ancak Kuzey Kore’de de kapsamlı bir toplumsal
devrim yaşandı, elbette Sovyetler tarafından destekleniyordu ancak
yine de ‘yerli’ bir devrimdi. Kore'nin 1945'te Japon sömürge
işgalinden kurtuluşu ile 1950'de Kore Savaşı'nın resmen başlaması
arasındaki yıllar, Kuzey Kore’de büyük reformların yapıldığı
devrimci bir altın çağdı. Bu reformlar arasında üç yıllık bir
okuryazarlık kampanyası, radikal bir toprak reformu, büyük
endüstrilerin kamulaştırılması ve kadınların özgürleşmesi gibi
büyük hamleler vardı. Kore tarihinde genel oy hakkı tanınarak
yapılan ilk kitlesel seçimler 1946'da Kuzey Kore'de yapıldı. Bu
süreci, 1945-1950 Kuzey Kore Devrimi'nde Günlük Yaşam adlı kitabımda ayrıntılı olarak
ele alıyorum. Korece insan isimlerinin baskı ile
Japoncalaştırıldığı, Kore dilinin yasaklandığı ve Asya-Pasifik
Savaşı sırasında Korelilerin Japon İmparatoruna tapmaya ve onun
adına ölmeye zorlandığı 35 yıllık Japon işgalinden sonra, kendi
ülkelerine kavuşanların kuruluşta ulusal inşaya katılışlarındaki
heyecanı ve coşkuyu hayal edebilirsiniz.
Ancak Kore, II. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle birlikte
Müttefik güçlerce ikiye bölündü ve Sovyetler Kuzey'i, ABD ise
Güney'i işgal etti. Sovyetler 1948'de KDHC'nin kurulmasından sonra
ayrılırken, ABD yerini korudu ve Kore Yarımadası hâlâ bölünmüş
durumdaydı. Yarımadayı bölen 38. Paralel boyunca çatışmalar
başlarken Kuzey Kore, Kore Savaşı’na evrilecek süreçte iç savaşı bu
bağlamda tırmandırdı. Bu durum, Güney adına savaşan ABD
öncülüğündeki BM güçlerinin -Türkiye'nin de katıldığı-
müdahalesiyle hızla uluslararası bir savaşa dönüştü. Ardından Çin
güçlerinin Kuzey'e yardıma gelmesiyle sonuçlandı. Sonuç olarak,
Kore Savaşı, iki dünya savaşından sonra 20. yüzyılın en ölümcül
çatışması (ölü sayısı 5 milyona kadar ulaşır) olarak başı çeker.
Özellikle ABD hava saldırısı gücü, Kuzey Kore için felaket
niteliğindedir. Savaş sonucunda Kuzey Kore nüfusunun yüzde 12 ila
yüzde 15'inin öldüğü tahmin ediliyor. Kuzey Kore'ye karşı yapılan
Amerikan hava saldırıları sadece sivilleri hedef almadı, aynı
zamanda tarım arazilerini su baskınlarından korumak için kullanılan
barajlar da dahil olmak üzere neredeyse tüm kent merkezlerini ve
endüstriyel tesisleri yok etti. Ayrıca ABD, savaş esnasından
başlayarak o zamandan beri Kuzey Kore'ye nükleer silah kullanma
tehdidinde bulundu/bulunuyor. 1952 yılına gelindiğinde ABD
yetkilileri, savaşın sonu itibariyle Amerikan uçaklarının Kuzey
Kore'ye, II. Dünya Savaşı sırasında tüm Asya ve Pasifik'te
kullanılandan daha fazla bomba attığı Kuzey'de ‘başka hedef
kalmadığını’ belirlediler. Napalm, II. Dünya Savaşı'nın sonunda
icat edildi ve Vietnam Savaşı sırasında yaralı sivillerin korkunç
fotoğrafları aracılığıyla önemli bir sorun haline geldi, ancak
Kuzey Kore'ye çok daha fazla napalm atıldı. Kuzey Kore’de yoğun
nüfuslu şehirlerin ve kentsel sanayi merkezlerinin hedef alındığı
düşünülecek olursa Kuzey Vietnam ile kıyasla çok daha yıkıcı bir
etkiye sahipti. Ancak bu gerçekler tarihçiler tarafından bile
çoğunlukla bilinmemektedir. Üstelik Kuzey Kore’nin nükleer meselesi
tartışılırken neredeyse hiç bahsedilmemektedir.
Kuzey Kore’nin bir caydırıcı unsur olarak nükleer
geliştirmeleri, yabancılara karşı şüphesi ve yabancı etkisi,
tarihsel olarak hâlâ büyük ölçüde savaş halinde olan bir yerden
geliş şeklinde değerlendirilmeli. Ne yazık ki, getirdiği tüm
yıkımından sonra savaş 1953 Ateşkes Anlaşması ile sona erdiğinden
beri hiçbir şey çözülmedi. Anlaşma, hiçbir zaman gerçekleşmeyen
ateşkesten itibaren üç ay içinde barışçı bir çözüme yönelik siyasi
bir konferans çağrısında bulundu. Bunun maliyeti jeopolitika ile
sınırlı değil, her iki Kore'de de sürekli teyakkuz halinde yaşamak
zorunda olan insanlar da bunun bir sonucu. Kuzey Kore, fiziksel ve
arkaplan gerekliliklerini karşılayan hemen hemen tüm erkekler için
on yıllık zorunlu askerlik ile dünyadaki en uzun askerlik
sürelerinden birine sahiptir. Bu yüzden dünyanın en büyük askeri
güçlerinden birine sahip olduğu biliniyor. Ancak bu güce ve nükleer
silahlar edinmiş olmasına rağmen, klişe olarak Kuzey Kore’ye
atfedilen türden ‘öngörülemeyen’ bir saldırganlığa henüz
girişmedi.
‘YAPTIRIMLAR, KUZEY KORE'Yİ BİR NÜKLEER SİLAH ÜLKESİ
YAPTI’
Kuzey Kore uzun yıllardır ABD öncülüğünde devam eden
uluslararası yaptırımlarla karşı karşıya. Bu yaptırımların Kuzey
Korelilerin hayatlarında toplumsal ve siyasal nasıl sonuçları
oluyor? ABD’nin Kore Yarımadasında oynadığı rol ne? Bu rol Kore’nin
iki yakasındaki halkları ne yönde etkiliyor?
Bu önemli konuyu gündeme getirdiğiniz için teşekkür ederim.
Kuzey Kore’nin son yıllarda artan tecritindeki başlıca nedenlerden
biri yaptırımlarla ilgilidir. Kuzey Kore, varlığının büyük bir
bölümünde yaptırımlara tabi oldu. BM Güvenlik Konseyi’nin 2017'den
beri kabul edilen kararları, günümüz dünyasındaki en katı
uluslararası yaptırım sistemlerinden biri. Yaptırımlar Kuzey Kore
hükümetini nükleer silah ve füze programından vazgeçmeye zorlamayı
amaçlasa da, orantısız bir şekilde insanların günlük hayatlarına
yük oluyor. Aslında, Kuzey Kore vakası, yaptırımların amaçlanan
‘hedeflerinin’ çok ötesine geçip, fark edilmeyen yollarla dalgasal
etkiler yaratabileceğini gösteriyor; çünkü yaptırımlar hakkındaki
tartışmalar genellikle günlük yaşamı etkileyen yavaş şiddetin
incelenmesini engelliyor. Kuzey Kore ayrıksı bir vaka değil ve Irak
gibi yaptırım uygulanan diğer ülkelerle benzerlikler taşıyor.
Siyasi açıdan düşünecek olursak eğer, yaptırımlar sadece
halihazırda ilişkiler varsa gerçekten işe yarar. Bunun olmadığı
durumlarda yardımların ya da ticaretin önünde engel olma gibi
olumsuz etkilere neden olabilir. Kuzey Kore'nin ne kadar uzun
süredir yaptırımlara tabi tutulduğu göz önüne alındığında, daha
fazla yaptırım eklemek onu yalnızca hayatta kalmanın başka
yollarını bulmaya motive ediyor, bunun en son örneği Rusya ile
ortaklık kurmak. Yaptırımlar ‘Kuzey Kore'yi nükleer silahlardan
arındırma’ amacına ulaşmadı, aksine sorunu daha da kötüleştirdi.
Böylece Kuzey Kore artık kesin olarak bir nükleer silah ülkesi
haline geldi.
Toplumsal olarak yaptırımlar, devletin iç sorunları dış güçlere
yönelterek demir yumruğunu güçlendirmesine yarar -siyaset
bilimcilerin ‘bayrak etrafında toplanma etkisi’ olarak
adlandırdıkları şey. Aynı zamanda son yaptırım dalgası, Kuzey
Kore’nin uluslararası ticaretinin büyük kısmını oluşturan tekstil
ve balıkçılık gibi endüstrileri hedef aldı. Bu, eskiden insanların
yasal ya da yasadışı olarak sınırlar arası hareketinin ve bilgi
akışının temeli olan ticari hareketlerinin kısıtlanması anlamına
geliyor. Diğer yaptırım uygulanan ülkelerde de gözlemlendiği gibi,
yaptırımlar kaynaklar kesildikçe toplumu istikrarsızlaştırıyor ve
artan cinsiyet ayrımcılığı da dahil olmak üzere daha büyük
toplumsal huzursuzluklar yaratıyor. Kadınlar genellikle zaten
dezavantajlı konumlarda olduklarından, işlerini kaybeden ilk
kişiler oluyorlar. Azalan kaynaklar dolayısıyla kamusal çocuk
bakımı ve eğitim gibi harcamalar başta olmak üzere diğer kamu
hizmetlerinde kesintiler meydana gelebilir. Bu da kadınların çoklu
yüklerini hafifletmek için güvendikleri kaynakların doğrudan
etkilenmesi anlamına geliyor. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi
(OCHA) 2003 yılı gibi erken bir tarihte, ‘Aileyi geçindirmenin
getirdiği ek yük, devlet desteğinin azalmasıyla birlikte yüksek iş
yüküyle birleşip kadınların kalkınma, korunma ve katılım haklarını
tehdit ettiği endişesi’ konusunda uyarıda bulundu. Kadınlar
işlerini ve yasal pazar ticaretine erişimlerini kaybettikçe,
yeraltı pazarlarında yasadışı faaliyetlere itiliyorlar. Diğer
yaptırım uygulanan ülkelerde de gözlemlendiği gibi, yaptırımlardan
kaynaklanan bu tür ekonomik baskı, aile içi şiddet, cinsel şiddet,
kadın ticareti ve fuhuş oranlarını artırma eğilimindedir.
Yaptırımların Kuzey Kore üzerindeki cinsiyete dayalı etkisi
hakkında daha kapsamlı bir tartışmaya ulaşmak isterseniz, benim de
katkı sunduğum bu rapora göz atabilirsiniz.
Tüm bunlar yaşanırken Güney’de ABD, Kore Savaşı’ndan bu yana
koruduğu askeri birlik varlığını sürdürüyor. Asker sayısı yıllar
içerisinde azalsa da ülke genelindeki çok sayıdaki ABD askeri
üssünde konuşlanmış yaklaşık 24 bin asker bulunuyor. Bu, ABD
birliklerinin Güney Korelilere karşı cezasız bir şekilde suç
işlediği, kadınların cinsel taciz ve şiddete karşı özellikle
savunmasız olduğu, ağır bir şekilde militarize edilmiş bir ortam
yarattı. Bu tür zararlara rağmen, ‘Kuzey Kore tehdidine karşı
korunmak için ABD ordusunun gerekli olduğu’ düşünülüyordu. Ancak
son birkaç on yılda Çin'in yükselişiyle birlikte, ABD'nin Güney
Kore'deki varlığı yoğunlaşmış ABD-Çin rekabetinin bir parçası
haline geldi; bu durum bölgenin artık daha da militarize olmasına
ve iki Kore arası gerginliğin derinleşmesine yol açıyor.
Kimilerinin ‘Doğu Asya'da yeni bir Soğuk Savaş’ ismini verdiği bu
durum, Kore Yarımadası'nda barış ve uzlaşma çabalarına daha fazla
engel teşkil ediyor. Her iki Kore'de de ulusal güvenlik aygıtları
ve bireysel özgürlükler üzerinde kısıtlamalar var. Her iki
taraftaki muhalefet, otomatik olarak diğer tarafa yardım ettiği
gerekçesiyle bastırılıyor. En çarpıcı örnek, Güney Kore Devlet
Başkanı Yoon Suk Yeol, Aralık 2024'te sıkıyönetim ilan ederek tüm
demokratik süreçleri atlatmaya çalıştı. Bu "Kuzey Kore tehditleri"
bahanesiyle meşrulaştırıldı ve siyasi muhalefet "Kuzey Kore yanlısı
güçler" olarak etiketlendi. Kuzey Kore sempatisine dair bu tür
iddialar, siyasi muhalefeti bastırmak için Güney Kore'de Ulusal
Güvenlik Yasası'nın uygulanması yoluyla uzun süredir kullanılıyor.
Öte yandan Kuzey Kore, zararsız Kore Dizileri (K-drama) de dahil
olmak üzere Güney Kore’den gelen içeriklerin tüketimini suç
sayıyor.
MİTLERİN SEBEBİ NE?
Son olarak belki mitlerin ta kendisinden söz edebiliriz.
Kuzey Kore hakkında bilgiye ulaşmak için sınırlı araç olunca ister
istemez dış haberlerde bir boşluk ortaya çıkıyor. Sayısız medya,
bize mitleri haber olarak sunuyor, üstelik bunu neredeyse zerre
kanıt aramaksızın yapıyorlar. Ancak bu mitlerin ortaya çıkmasındaki
asıl neden ne? Oryantalist/sömürgeci yaklaşımın bir ürünü mü? ABD
propaganda makinesinin gücü mü? Ya da insanların sadece “Orada bir
yerde deli bir ülke var, ama iyi ki biz öyle değiliz” diyerek
kendilerini rahatlatma ihtiyacı mı?
Bu soruya tek bir basit cevap olduğunu düşünmüyorum. Sorun
muhtemelen bahsettiğiniz tüm faktörlerin bir kombinasyonudur. Bir
taraftan baktığımızda, Güney Kore gibi yerlerin aksine Kuzey Kore
hakkında bilgiye erişimin çok fazla olmadığı doğru. Ancak Kuzey
Kore yayınlarına ulaşmak mümkün. Veya BM'deki (New York ve
Cenevre'deki) KDHC misyonları veya diğer ülkelerdeki diplomatik
temsilcilikler gibi bilgi kaynakları mevcut. Çoğu medya kuruluşu bu
tür Kuzey Kore kaynaklarını takip etme zahmetine girmez ve kolayca
erişebildikleri kaynaklardan gelen bilgileri kopyalama eğilimlidir;
ABD özelinde bu, ABD yetkililerinin sözlerinin tekrarlanması ve
aynı sözlerin diğer medya tarafından dolaşıma sokulması anlamına
gelir. Bu anlamda, çeşitli kaynaklardan haber toplamak
önemlidir.