Laikliği yeniden düşünenler

'Laikliği Yeniden Düşünmek' düşünürleri bir araya getiriyor. Kitap Nika Yayınları'ndan çıktı.

Abone ol

M.Taha Tunç 

DUVAR - Günümüzde kâh Orta Doğu’daki kâh Batı ülkelerindeki hareketlenmelerin bazılarının kaynağı başka bir dünya inancından kaynaklı “bu dünyayı inşa etme gereği / isteği” ya da daha doğrusu bu dünyanın ilahi kurallara göre şekil alma, bir dini birlik oluşturma, dini homojenleşme zorunluluğu algısı gibidir. Sosyal bilimlerde bunun alımlanması ise dinlerin bu (yani bir anlamda bu dünyayı yeniden inşa etme, kendi kurallarına tabi kılma ve tabi olmayanları dışlama) çabasına zıt olarak sekülerleşme / laikleşme tartışması şeklinde olmuştur.

Türkçe’de bu tartışma derli toplu biçimde elen çalışmalardan olan Laikliği Yeniden Düşünmek (Nika, 2017) Charles Taylor, José Casanova, Craig Calhoun, Mark Jurgensmeyer, Talad Asad gibi tanıdık isimleri bir araya getiriyor. Çeviri editörü Berk İlke Dündar’ın kitabın girişinde yer alan çeviri müdahalesi niteliğindeki yazısı da hem Rethinking The Secularism’in (Sekülerizmi Yeniden Düşünmek) neden "Laikliği Yeniden Düşünmek" olduğuna ışık tutuyor hem de genellikle karıştırılan ve sınırlarının belli olmadığını düşündüğümüz bu iki kavramı (laiklik, sekülerlik) ayırmamıza yardımcı oluyor.

SEKÜLERİZM DİN YOKSUNLUĞU DEĞİL YAŞAMA TALEBİDİR

Sekülerizm üzerine düşünürken yalnızca dini olandan bağımsız bir alan değil, anlaşılmayı talep eden bir alanı da karşımıza almış oluruz. Yani sekülerizm kabaca bir “din yoksunluğu” değil siyasi ve gündelik yaşama dair bir taleptir de. Hayatı ortak bir zemin üzerinde düzenleme çabasındadır.

Belki de bunun için siyasi boyuta ihtiyaç duyar. Örneğin Cevahirhal Nehru için sekülerizm iki şey ifade eder: 1). devletin hukukla araya mesafe koyup hoşgörülü bir toplumsal tutumu desteklemesi, 2). bir grubun diğerine tercih edilmediği eşitlikçi bir siyasi süreç (s. 17). Bunları gerçekleştirmenin belki de en iyi yolu sokaktaki sekülerlik talebiyle siyaset alanındaki (belki Bourdieu’cü anlamda devletin alanındaki) çabanın ortak olması, en azından sokaktaki talebin siyasi olarak görünür olmasıdır.

Laikliği Yeniden Düşünmek, Craig Calhoun, Jonathan Van Antwerpen Mark Juergensmeyer, Nika Yayınevi, 2017.

Seküler kelimesine baktığımızda ise kullanımını dinle birlikte düşünmemiz gerektiğini görüyoruz. “Giriş”te anlatıldığı gibi “din” kelimesi 'Aydınlanma' ile kullanılmaya başlamış, “seküler” ise kökensel olarak sonsuzlukla bağlantılandırılmıştır. İronik biçimde seküler kelimesinin Orta Çağ’da “dini düzene bağlı ruhban sınıfının üyelerini” ayırmak için kullanılmış ve dünyevilikle bağlantılı olmuştur.

Modern anlamda bir sekürlerizmi daha çok dünyevi bir ilke olarak görüyoruz. Hatta belki de dünyevi ilkelerin geçerliliğini sağlayacak bir ilke. Kitaptaki yazarların değindiği gibi, Türkiye’de 2007 yılında ülkenin Türk-Avrupalı kimliğini (laik kimliğini) kaybetme ihtimaline karşı sokağa çıkan Türkiye insanı buna örnek verilebiliyor.

Sekülerizmle çağımızın bağdaştırılması her ne kadar bir anlamda tutarlı olsa da, bu, dini etkilerin dünya üzerinde daha az söz sahibi olduğuna işaret değildir. Sekülerizmin kendisi zaten karşısında bir dinin olduğunu var sayar. Sormamız gereken soru belki de budur: Sekülerlik, karşısında bir din olmadığında varlığını sürdürebiliyor mu?

Kitabın bize sağladıklarından biri Batı sekülerizmine takılıp kalmadan Hindistan, Çin, yer yer Türkiye gibi ülkelerin süreçlerine de odaklanması. Öyle zannediyorum ki Türkçe’deki sayılı çalışmalardan biri olması açısından yerini koruyacak, hem bu akademik çalışmalarda hem de konuya ilgi duyan okurun odak noktasında olacaktır.