Lale Belkıs: Dışarlıklı bir özgürlükçü ve esas esaslı kadın

Lale Belkıs, sinemada kendisine biçilen klişe karakteri her defasında nüanslarla zenginleştirmeyi bilirken, bu klişe-karakter-tiplemelerin tekboyutluluğunu da sorguluyor ve böylelikle kadın özgürlükçü bir söylem inşa ediyordu. Beyazperdede cinselliğini hazır plastik yoncalıktan kurtarmışken, gerçek hayatta da cinselliğine sahip çıkıyor, kendisini çapkın olarak nitelemekten geri duymuyor, flörtle kürtajı aynı cümlede beraber kullanıyordu.

Ahmet Tulgar ahtulgar@gmail.com

Lale Belkıs, Türkiye kültür hayatında tanınırlığına oranla hakkı en az teslim edilmiş sanatçılardan biridir. Bu kadar iddialı başlıyorum onun portresini yazmaya.

Lale Belkıs, Türkiye beyazperde ve sahnesinde yerel estetik ideolojisinin sınırlarını zorladıkça açılan serbestî alanındaki söylem ve eylemleriyle; kitle kültüründe hükmünü sürdüren ve halk dalkavukluğundan ancak ite kaka, o da bir nebze sıyrılma cesareti gösteren eril ideolojiye yıkıcı bir etkide bulundu kariyeri boyunca.

Popüler kültürün modadan sinema ve müziğe uzanan geniş bir sahasındaki her bir sonraki performansı öncekilerle tutarlı bir ilişki içinde oldu ve böylelikle beyazperde ve sahnede mahkûm edildiği kötücül kadın imgesinden özgürlükçü bir kadın kimliği çıkarıp önüne koydu Türkiye toplumunun. Ancak o gözle bakan kim?...

İngilizce’deki şu overrated (hak ettiğinden fazla abartılmış diye çevireyim) ve underrated (hakkı teslim edilmemiş olsun bu da) sözcükleri kavramsal olarak sosyolojide de iyi iş görür. Ve diyebilirim ki Türkiye bir overrated’ler ve underrated’ler ülkesidir. Siyasetten sanata her alanda tutucu bir halk dalkavukluğu ve miskin bir ahlakçılık ile malul bir toplumda, aksini beklemek zaten safdillik olurdu.

Nihayetinde Lale Belkıs’a da işte cefakâr Türkiye kadını itaatkârlığı ve masumane el değmemiş kızoğlankız mahalli güzelliğinin balıketli, yuvarlacık geometrisine ters düşen saz boyu ve köşeli geometrisine binaen, sadece arzuya şâyan ama kötülüğü de ayan beyan, genelahlâkdışı, dışarlıklı bir sinematografik ve teatral karakter oyunculuğu işlevi giydirildi.

Ama bu dışarlıklı imge ve işlev onun özgürlük alanının anahtarı oldu.

Lale Belkıs’ın yıllar sonra, 2010’da, Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde kadınlardan onur ödülü almış olmasını çok anlamlı bulurum.

Müjde Ar’lara, Nur Sürer’lere kadar kadın başrol oyuncularının yoncalaştırıldığı, süsleştirildiği, bebekleştirildiği, bahtsız sevgilileştirildiği, vefakâr bakireleştirildiği, cefakâr anneleştirildiği, böylelikle kamusal alanda sesinden, sözünden edildiği, beyazperdede ise bedenlerine raptedilmiş cinsel kanunnameleriyle oyunculuklarının, bütün mimik ve jestlerinin daracık bir çerçeveye kıstırıldığı ve uzunca bir süre sanatlarından edildiği, sekssiz ve eylemsiz bırakıldığı Yeşilçam’da, Lale Belkıs, o saz boyu ve şahane yılansı mesafeliliği ile dışarıdan aralarına sızmışçasına iğneleyici bir üslupta ifadesini bulan özgün ve özgür oyunculuğunun anlam verilemeyen parlaklığıyla belirdi.

Lale Belkıs, 1938 yılında İstanbul’da doğuyor. Asker kızı. Çocukluğu önce Eyüp, sonra Moda’da geçiyor. Resmî adını soyadına dönüştürüp gazeteci Hakkı Devrim’in önerisiyle Lale önadını almadan önceki soyadı Durmaz. Evet, durmaz, durmak bilmeyen bir kadın oluyor Lale Belkıs daha 14’ünden itibaren. Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü’nde okurken podyuma çıkıyor ve kısa süre sonra da Türkiye’nin ilk uluslararası mankeni oluyor. Amerikalara kadar gidiyor defilelere. Kendisinden önceki mankenleri de saygıyla yâd ediyor. Ki edilmezler mi onlar? Kendisinden önce, daha 1950’li yıllarda podyuma çıkan Sevim Burak mesela. “Sonradan yazar olan Sevim Burak” diye anıyor onu Lale Belkıs. Evet, hem de ne yazar. Ve Deniz Adanalı? Türkiye’nin ilk halkla ilişkilercilerinden ve en cıvıl cıvılı. Ve tuttuğunu da koparanı. Gençliğinde Vakko’nun resmi mankeni ki o dönemlerin Vakko’sunu bilen bilir.

Bir de Faize Sevim Modaevi tabii. 1950’lerin, 60’ların modasının belirleyici isimlerinden Faize Kuhar ve Sevim Baban kardeşlerin kıyafetleri o yılların kentli kadınlarının favorilerindendi. İyi hatırlıyorum, 1960’larda Gezi Parkı’nın ön cephesinde ilginç bir mimari yapı vardı. Önü boydan boya cam, ayaklar üzerinde duran bir beton dikdörtgen prizma. Bauhaus okulunu, o yılların Berlin’ini, bir yandan da sosyalist mimariyi anıştıran bir vitrin-kütle. Orada sergilenirdi dönem dönem Faize Sevim’in kıyafetleri. Mankenler defileleri o vitrinde yapıyor sanırdım çocukken. Ne zaman Lale Belkıs’ı düşünsem, bana çok özgün ve içinde bir gün mankenlerin belirip defile yapmasını beklediğim için sürprizli görünmüş olan, hep o kunt estetiğiyle hatırladığım beton ve cam kütleyi de düşünürüm. Lale Belkıs ile o vitrin-yapının geometrilerini birbirlerine çok yakıştırırım. Ne oldu o geometriye?

Lale Belkıs, 1960 yılında Lale Oraloğlu’nun teklifiyle tiyatroya geçer ve Pangaltı Tiyatrosu’nda, Evlilik Dolabı adlı oyunda İsveçli bir kadını oynamayı kabul eder. Tiyatro kariyerinin önemli durakları Oraloğlu Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Arena Tiyatrosu, Gong Tiyatrosu ve Küçük Tiyatro olur. Tiyatroda başarılı olur ve hemen oyunculuk ve diksiyon dersleri almaya başlar. İpek Film Stüdyosu’nda Amerikan ve Avrupa sinemasından çok sayıda başrol oyuncusunun dublajını yaparken bir de Cahide Sonku’yu seslendirir.

1966 yılında Lale Belkıs, Yaşar Kemal ve Kamuran Yüce’nin teklif, ısrar ve girişimleriyle Türkiye sinemasının en önemli kadın filmlerini çeken Atıf Yılmaz’ın yönettiği Ölüm Tarlası adlı filmde Fikret Hakan ve Suna Keskin’le kamera karşısına geçer. (Burada Atıf Yılmaz’ın hayat arkadaşı sevgili Deniz Türkali’yi de anmalıyım.) Atıf Yılmaz, Lale Belkıs’ı 1984 yılında, kadın hareketi sokaklarda 1980 darbesinin karanlığını dağıtan ve baskısını kıran en önemli dinamiklerden birine dönüşmüşken çektiği bir dizi özgürlükçü kadın filminin en unutulmazlarından, senaryosunu Murathan Mungan’ın yazdığı Dağınık Yatak’ta da oynatır. Bu filmde oynadığı Tiraje karakteri, Lale Belkıs’a Yeşilçam’da biçilmiş femme fatale kimliğinin en derinlikli ve sınıfsallığı en bariz vurgulanmış örneği olarak kabul edilebilir.

2017 yılında bu defa Eskişehir Film Festivali’nde onur ödülü alan Lale Belkıs, 1970’te de Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Kalbimin Efendisi filmindeki performansı için En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü almıştır. Senaryosunu Sadık Şendil’in yazdığı, Ertem Eğilmez’in yönettiği bu filmde Lale Belkıs, Suna rolünde kötü kadın karakterinin Yeşilçam’daki doruklarından birini ortaya koyar.

Eskişehir Film Festivali Onur Ödülü Lale Belkıs'ın oldu (2017)

Lale Belkıs, sinemada kendisine biçilen klişe karakteri her defasında nüanslarla zenginleştirmeyi bilirken, bu klişe-karakter-tiplemelerin tekboyutluluğunu da sorguluyor ve böylelikle kadın özgürlükçü bir söylem inşa ediyordu.

Beyazperdede cinselliğini hazır plastik yoncalıktan kurtarmışken, gerçek hayatta da cinselliğine sahip çıkıyor, kendisini çapkın olarak nitelemekten geri duymuyor, flörtle kürtajı aynı cümlede beraber kullanıyordu. Söyleşilerinde “Çok çapkın bir kadındım. Bir sürü flörtlerim oldu. Dört kere kürtaj olmuştum. Sonrasında çocuk sahibi olamadım” tarzı açıklamalar yapıyordu.

Lale Belkıs’ın uzun bir şarkıcılık kariyeri de oldu, var yani. En oynak şarkılarında bile, sahnede kendisine çok yakışan, Fransız şansonetlerinde rastlanacak mimik ve jestlerle hareketlenen bir dik duruş sergiliyor, pop şarkısındaki müzikal oynaklığı ise kontralto ya da mezzosopranodan - ki operada bu sesteki sanatçılara kötü kadın (Verdi’nin Aida’sında Amneris) ya da cadı (yine Verdi’nin Il Trovatore’sinde Azucena) gibi yan roller (karakter oyuncusu rolleri) verilir - aniden ve kısa süreli, anlık bir tiz perdeye sıçrayarak ikmal ediyordu.

Geometri deyip geçmeyin, geometri de ideoloji üretir. Mimaride de, anatomide de. Ve sahnede uzun, yapılı, köşeli ve dik duruşlu kadın, söz konusu Türkiye sahneleriyse yine dışarlıklı ve erkek patron ve seyircinin gereğinden fazla baskın bulduğu bir imge-figürdür.

Geleneksel Türkiye sahnesinde kadın şarkıcı dans edecek olduğunda ovalin geometrisini yineleyerek ilerler ve eril iktidarın yarıklarından sızmayı denerken, Lale Belkıs dikine geometrisini jestlerinde de muhafaza ederek erilin dikine gider, onu cepheden karşılar sahnesinde.

Şan, solfej ve nota dersi de almıştır Lale Belkıs ve kimi zaman Ajda Pekkan’ı meşhur etmiş aranjmanların orijinallerini söyleyerek (en tanınmışı Sol Raye’nin If we were free adlı şarkısı) nal toplatır. Başta Elmadağ’daki Playboy olmak üzere 1960’ların, 70’lerin ünlü gece kulüplerinde sahneye çıktığında mekân tıklım tıklım oluyordu. 17 adet 45’lik plak yaptı. Solo uzunçalarlarının yanı sıra birçok karma albümde söyledi. Hazır sayı verirken, 24 adet filmde de önemli roller aldığını belirteyim burada.

Kimi şarkılarının sözlerini yazarak başladığı yazma uğraşını da sürdürdü Lale Belkıs ve 2006 yılında İpek Çoraplar adlı anı kitabını yayımladı. Pandemi döneminde yazmaya daha da yoğunlaştığını ifade eden Lale Belkıs, yeni kitap projeleri olduğunu söylüyor.

Ancak gerek estetik ve (kadın özgürlükçü) ideolojik sebeplerden gerekse oyunculukta ona biçilmiş kötücüllük klişesi yüzünden müzik piyasasında da Lale Belkıs’a dışarlıklı muamelesi yapılıyordu. Yetenek, teknik ve kültürel birikim olarak fersah fersah ilerisinde olduğu oyuncu ve şarkıcıların yanında ona yardımcı oyuncu ve assolist altlığı reva görülüyordu.

Lale Belkıs’ın sanat uğraşı daldan dala gelişerek devam ediyordu. Lale Belkıs, Olgunlaşma Enstitüsü’nde İlhan Selçuk’un hayat arkadaşı Mevhibe Beyat’tan resim dersi almıştı. 1980’den itibaren resim yapmaya daha ciddi biçimde eğiliyor. Ve o tarihten sonra düzenli olarak resimlerini sergiliyor. 2021 yılında Moda’daki evini galeriye dönüştürerek, Düşler ve Gerçekler adıyla soyut ve figüratif yapıtlarından oluşan bir sergi açtı Lale Belkıs. Sergide mask ve palyaço resimleri ve sanatçı portreleri ağırlıktaydı. Yıldız Kenter ile Müşfik Kenter ve Nazım ile Vera tabloları özellikle ilgi çekti. Lale Belkıs, şimdi bir de Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Nazlı Ecevit gibi önemli ressamların kendi özel koleksiyonundaki eserlerini sergileme projesiyle uğraşıyor. 

Lale Belkıs ilk evliliğini 1962 yılında tiyatro oyuncusu Pekcan Koşar ile yapmıştı. İkinci evliliğini ise 1975’te komedyen Ateşböceği Yalçın Otağ ile yaptı. Bu evliliği, Yalçın Otağ 2014’te ölene dek sürmüştür. Lale Belkıs aşkla evliliği birbirine karıştırmayacak kadar düşünür bu konular üzerine, ki kocası ile ilişkilerini can dostluğu olarak tanımlar sorulduğunda. Ona hiç ihanet etmemiştir ama güzel (yakışıklı) birini gördüğünde de dönüp bakmaktan imtina etmemiştir. Hayatın her alanında estetiğin peşindedir ve bunu sanatta da gündelik hayatında da sürdürür ve samimiyetle ifade eder. Alın size büyük plastik reklam aşkların, süzgün gözlerin ve kilitli dudakların Yeşilçam’ında dışarıda ve dışarlıklı kalmanın bir gerekçesi daha. Bu gerçekçi söylem, bu samimi, cesur ifadeler…

Lale Belkıs, Yalçın Otağ

Ama dışarlıklı olmak da ne güzeldir, ne zenginleştiricidir aslında… Zihni açar, bakışı keskinleştirir. Dışarlıklı olmak baktığı şeye, olduğu yere, yaptığı işe içerlek olmasını sağlar insanın, sanatçının. Topluma bile, ülkeye bile. Esas dışarlıklılar içerlektirler gerçekliğe.

Lale Belkıs, 2020 yılında Şahkan adlı genç şarkıcıyla bir düet yaptı ve bir klip çekti. İzleyin derim… Göz yanılması, yanıltması bir gençliğe oynamayan, ayakları yere basan yaşanmışlığına sahip çıkan güzelliğine bakın, her dalgasında ömrü, aşkları, kırgınlıkları ve gururu tınlayan sesini dinleyin ve küçücük devinim nüanslarında yeniden ürettiği dışarlıklı geometrisini takip edin…

Türkiye genel ahlâkının ve kitle kültürünün dayattığı feminen estetik ideolojisine yıkıcı etki yapacak güçteki Lale Belkıs güzelliğini saptayın orada… Ve hakkını teslim edin Lale’mizin.  

Tüm yazılarını göster