Saat 22.00…
Sabah 07.00’de okuduğum savaş haberiyle başlayan günüm henüz bitmedi.
15 saat geçti!..
15 saatte neler olur hayatta?
Çok şey.
En önemlisi de ne, biliyor musunuz?
Hayatlar biter!
İnsanlar ölür!
Hayır, ölür yanlış kelime, öldürülür!
Sabah 07.00’den bu satırları yazdığım 22.00’ye kadar geçen 15 saatte Ukrayna’da kaç kişi öldürüldü acaba?
* * *
Eyy, politika esnafı!
Eyy, saygın uzmanlar!
Eyy, deneyimli gazeteciler!
Eyy, siyaset kurdu okurlar!
Bütün gün savaşı konuştunuz, yorumlar yaptınız, tahminler ileri sürdünüz, sorular sordunuz, okudunuz, yazdınız, heyecanlandınız, sıkıldınız…
Kaçınız ölenleri düşündü?
Askerleri, sivilleri, gençleri, yaşlıları, çocukları, kadınları, erkekleri, Ukraynalıları, Rusları…
Siz o ateşli politika konuşmalarını yaparken kanlar içinde yaşamla vedalaşan insanları hatırladınız mı hiç?
“Büyük stratejiler”in, “zeki siyasi ataklar”ın ve “usta askerî hamleler”in gerisinde kopan kollar ve bacakları, solan umutları, parçalanan aileleri aklınıza getirdiniz mi?
Hayır!
En azından çoğunuz için cevabın böyle olduğunu sanıyorum.
* * *
Savaşın nedenlerini anlamaya, Rusya’nın mı yoksa Ukrayna’nın ve Batı’nın mı haklı olduğunu çözmeye çalıştınız.
Bunu düşünürken de genellikle yaptığınız gibi hangi tarafı tutmanın daha doğru olacağını merak ettiniz. Hangi devlet(ler)i ve hangi lider(ler)i savunmak gerektiğine odaklandınız.
Kiminiz savaş tablosunun önüne yerleştirdiği kara tahtaya “demokrasi” ve “diktatörlük” kavramlarını yazdı ve Kiev ile batılı başkentlerin arkasında durma kararı aldı.
Kiminiz “emperyalizme karşı” Moskova’nın yanında saf tuttu, Putin’in üstün siyasi ve askerî dehasını övdü.
Toto oynadınız, bahse girdiniz, bol keseden salladınız; “Rusya bu adımıyla sonunu hazırladı” dediniz veya “Ukrayna yönetimi en fazla bir hafta dayanır” buyurdunuz.
15 saattir Gazete Duvar mutfağında savaş haberleriyle iç içeyiz; yapılacak haberleri, söyleşileri, seçilecek videoları, tercüme edilecek kaynakları vs. vs. her şeyi düşünüp karar vermeye çalışıyoruz.
Arada bir telefonum çalıyor, televizyon kanallarından davetler geliyor; sorular, savaşın nedeni, ne olur, kim kazanır, dünya nereye gidiyor, Rusya güçleniyor mu? Ukrayna biter mi?..
15 saat…
Kaç kişi öldü bu 15 saat içinde?
Bu soruyu duymadım bütün gün boyunca.
Bu soruyu düşünüyorum 15 saattir.
Geçmiş savaşlarda bu tür soruları sorduğumda “uzmanlar” aşağı yukarı şu cevabı vermişlerdi:
“Yazık tabii, olan günahsız insanlara oluyor. Ama savaş böyle bir şeydir, birileri kurban olmak zorundadır. Ne var ki çabucak unutulur giderler. Savaş zayiatı sayılırlar. Doğaldır bu…”
* * *
Sosyal medyadan insani sesler de çıkıyor bazen. Acının, ölümün, ayrılığın görüntüsü de çarpıyor yüzümüze.
Böyle videolardan birinde Ukraynalı bir delikanlı, eşini ve sarılarak öptüğü küçük kızını daha güvenli bir yere gönderirken onlara gözyaşlarıyla veda ediyor. Belki de bir daha hiç görüşemeyecekler.
Bir başka videoda (bilmiyorum günümüzden mi yoksa daha eskiden mi, bence çok da fark etmez) bir Rus askerinin elindeki telefon çalıyor. Arayan Ukraynalı kadın, telefonun sahibi olan oğlunun cenazesini soruyor. Belki de onu öldürenlerden biri olan Rus asker zar zor cevap veriyor acılı anneye, “Özür dilerim, cenazeleri hazırlıyoruz, çok yakında Ukrayna’ya gönderilecek” diyor…
Birçok videoda bombalar, birbirini öldüren Ruslar ve Ukraynalılar, şehirlerden kaçan insanlar var. Bir tanesinde kırsal bir alanda aniden beliren ve alçaktan uçan küçük bir savaş uçağı bombalarını gürültüyle bıraktığında, herhalde telefonla çekimin yapıldığı evden korkuyla ağlayan bir bebeğin sesi yükseliyor.
O bebeğe böylesine korkunç bir travmayı kim, neden yaşatıyor?
Ve bunu yaşatanlar, o bebeğin tek bir gözyaşına değer mi?
Söyleyin, değer mi?
Kiev’den uzaklaşmaya çalışan bir arkadaşımla konuşuyorum. Anlattıkları korkunç: “Başkentte insanlar gıda ürünleri alabilmek için marketlere koştu. Bir de benzin istasyonlarında büyük bir yığılma var. Artık kimse kart kabul etmediği için nakit parası bitenler ATM’lerin önünde uzun kuyruklar oluşturmuş durumda. Şehirden kaçıp ülkenin batısına gitmek için zar zor bir araç bulabildik…”
Facebook’ta Rus ve Ukraynalı arkadaşlarımın paylaşımlarına bakıyorum. Kimisi bayram ediyor, kimisi panik içinde. Biri şöyle yazmış: “Petersburglu dedem 1945 baharında Kiev’i kurtaran askerler arasındaydı. Yaşıyor olsaydı şimdi ona Rus uçaklarının Kiev’i bombalanmasını nasıl açıklardım?” Altında bir başka arkadaşımın yorumu var: “Ya Donbass’ta Ukrayna uçaklarının Rusları öldürmesini nasıl anlatırdın dedene?” İkisi de bizim okuldan, Leningrad Üniversitesi’nden. Gerçek hayatta bilemem ama belli ki vaktiyle Facebook’ta “arkadaş” olmuşlar. Şimdi ise neredeyse düşmanlar…
* * *
Rusya-Ukrayna savaşında bizim gazetecilerin en çok ilgi gösterdiği haberlerden biri, Türkiye’nin Kiev yönetimine sattığı, hatta ortak üretim anlaşması yaptığı Bayraktar TB2 İnsansız Silahlı Hava Aracı.
Benim ilgimi daha çok çeken ise “insansız politikalar”…
Stratejiye, siyasete, askerî çatışmalara mercek tutarken hemen oracıkta ölen, öldürülen yüzlerce, binlerce insanı görmezden gelebilecek kadar kaygısız ama “son derece zeki ve eğitimli” şahsiyetler…
İnsan olma sürecinin sonuna kadar ilerleyemediği için vicdan üretiminde yarı yolda kalan “uyanık politika esnafı”…
Biliyorum, aranızda “onca yıl Rusya/SSCB uzmanı geçindin, şimdi savaşın analizinden kaçıyorsun” diyenler olacaktır. Kaçmayacağım, bir sonraki yazı, savaşa uzanan yol, Batı’nın, Rusya’nın, Ukrayna’nın ve tabii ki Türkiye’nin hataları üzerine olacak, söz.
Ama şimdiden söyleyeyim, ben hiçbir siyasi liderin ya da devletin yanında yer almıyorum bu savaşta. Ve hiçbirini savunmuyorum. Savunduğum tek şey var: hayat. Sıradan insanların hayatı. Ya da insanların yaşayabilmesi, ailelerin parçalanmaması, anaların ağlamaması, birbiriyle dost olabilecek kişilerin sadece farklı ülkelerden ve uluslardan olması nedeniyle birdenbire düşman haline gelmemesi için gereken ortam; yani “barış”…
Saat 23.00. Yazıyı teslim etmeli artık…
16 saattir ayaktayım ve savaş haberleriyle uğraşıyorum.
16 saatte kaç kişi öldü acaba?
Daha kaç kişi ölecek?
Ve neden?..