Latife Tekin kitaplarında ormanla hasbihal
Mutluluğa ne kadar hasretsek, mutluluk da bize hasret demektir. Karşılıklı hasretimizin doruğa çıktığı bu tarihsel anlarda bize verilen bir cevaptır Latife Tekin…
Fatma Zehra Fidan*
DUVAR - Son iki yıldır beni kuytularına çekerek mahremiyetimi mahremiyetine katan, ulaşmayı hayal ettiğim bir mekan olmaktan öte benden bir parça haline gelen Orman, el değmemişliği, gizemi, belirlenmişlikten uzaklığı, bu bağlamda özgürlüğü, son tahlilde de insansızlığı çağrıştırıyor.
Her köşe başına öznelliğimize ve kendiliğimize parmak sallayan tabelaların asıldığı, zihnimizin en mutena köşelerine gözetmenlerin koyulduğu günümüz dünyasında biz Orman’ı özlerken Orman da bizi özlüyor. Baltalardan ve betonlardan dem vurmadan, sadece kendi özünü korumak için Orman’ın özüne koşan insanî sahicilik, ondaki sahicilikle karşılık buluyor.
Oluşumunun bir parçası olduğum halde, beni yapısal/düşünsel düzenlemelerine maruz bırakan insanlı yapı, insan olmak bakımından kendimi içinde var hissetmediğim, varlığıma ket vuran karanlık bir evren olarak tecessüm ediyor. Kendi iradem dışında istemediğim bir oluşumun içine dahil olmak ve dahi dayatımına maruz kalmak, özgürlüğümü elimden alan bir durum. Düşünme ve eyleme biçimlerim ait olmadığım varoluşsal bir düzlemde tanımlanmaya kalkıldığında, öznelliğimin ya hiç oluş(a)madığını ya da elimden alındığını kanırtıcı bir acıyla anlıyor ve aşama aşama gerçekliğe uyanıyorum. Varoluşsal mücadelemin sadece gövdemin dirimini sağlamak düzeyine indirgendiğini anladığım meyanda, insandışılaşmadan bağımsız olan orman kuytuları gerçek mekanım olarak temayüz ediyor.
Bazı konularda duyduğumuz mutluluğun şiddeti, yaşadığımız hayatın karanlığına işaret eder. KHK ile akademideki işimden edilmemin üstünden bir buçuk yıl geçtikten sonra, merdiven altı bir “eğitim” mekanında “işe” alındığımı öğrendiğim gün hissettiğim mutluluğun şiddeti böyle bir göstergeydi. Dört ay sonra bu merdiven altından da kovuluşumu serinkanlılıkla karşılamak, tam olarak güçlü olup güçlü kalmanın bir işareti değil, hepten sıradanlaşan kötülüğe karşı ne kadar duyarsızlaştığımın da göstergesiydi. Bir adım önceki aşırı mutluluk gibi bu aldırmazlık da insanlık dışı halimize ayna idi.
TOPLUMSAL YANSIMA
Latife Tekin’in, Orman’dan üflediği nefesin bende ve onu tanıyanlarda uyandırdığı terütaze coşku üzerine derin(ce) düşündüğümde, yeni bir durumu değil, kendimdeki halin toplumsal yansımasını görecektim. İnsanı her şeye, özellikle de kendisine yabancılaştıran bu kentsel karanlıkta, Orman’dan esen rüzgar -deniz diplerine sığınıp gerçek sahibini bekleyen inci misali- sahicilikle buluşmuş, en mahrem duygularda hem hal oluyorduk işte. İnsanlı dünyadan kendiliğinden yükselen bu yürek çarpıntıları, kendi zirvesine tırmanan topluma dair bir acıya, bir karanlığa, bu karanlık mukabilindeki bir aydınlık özlemine şimşekli işaretler çakıyor(du).
Bu Aşk İşaretleri’ini somutlaştırmak için belki, belirlenmiş olanın sınırlarına savaş açan, mengeneler içinde kendisini gerçekleştirmenin peşine düşen biz kadınlar, Latife Tekin’i aramıza aldık; yoksulun dili, kadının dostu, insanın yoldaşı Latife Tekin aramıza karıştı. Acıların tüm yalnız yaşanılırlığına karşın mutluluğun çoğalma ve çoğaltma gibi bir doğası vardır; doğal olan bizi kendisine sürükledi ve Arel Kitap Kafe’nin o büyülü kuytusunda toplaştık. Ve sonbahar muştusunu içinde toplayan kasımın onuncu sabahında, bildiğimiz dört mevsimden farklı bir mevsimi yaşadık. Hava, gökkuşağının bütün renklerini zerrelerine bindirmiş, rüzgar oradan oraya dans etmekteydi. Mütevazi kubbemizde ruhlarımıza akmasına alışkın olduğumuz müzik, kendilerini inşa sürecinde harikalar yaratarak bilgece bir sessizlikle hayatın içine akan, hayatın gövdesinde ve ruhunda mekan tutan kadınların meraklı cıvıltıları karşısında kendi önüne perde çekmişti. Kadınlar kelebekler gibi salınıp işveli edalarıyla ormandan gelen esintiye dahil olurken, kah bin yıllar ötesinden seslenen Muinar, kah gecekondu damından göğe mektuplar salan Dirmit olup kadınlara karıştı Latife de…
MUTLULUK DA BİZE HASRET
Latife Tekin, bir kere daha, hayatımıza hadsizce girerek varlığımıza had çizen, artık “modern/postmodern” gibi kavramlara sığmayan tüm despotik karanlıklara inat, gerçekliğin kendisine işaret ediyor, hali ve duruşuyla ona ayna tutuyordu. Ağzından ışık saçan, ağzı parlayan (sıradan gibi görünen ancak sahiciliğin kendisi olan) insanlara odaklanarak, teneke kutuların içinde bulutların rüyasına giren bir ruhla tercüman olmaya çalışıyordu yeniden uyanabilmenin imkanına. Burada bizleri kendi kabımızdan çıkaran şeylerden yalnızca biri, bizi, gerçek üstü gibi görünen bir duruş, dil ve söyleyişle gerçekliğin ta kendisine götürmesiydi.
Mutluluğa ne kadar hasretsek, mutluluk da bize hasret demektir. Karşılıklı hasretimizin doruğa çıktığı bu tarihsel anlarda bize verilen bir cevaptır Latife Tekin…
Latife Tekin’in Orman’da aydınlanan, arınan, efsunlanan yüreği değdi… Bilincimin karanlıklarına gömülmüş kelimeler efsunlu bir üfürükle önce semaya yükseldi, sonra çaltaklana çaltaklana önümde arz-ı endam etmeye durdu. Hep Berci Kristin Çöp Masalları’nın gövdelerine yapışan sentetik elbiseler giyen kadınları mı çaltaklana çaltaklana yürür?.. Hayır, kelimeler de yürür… Ölüm olmayan bir ormanın böğründe efsunlanan nefes kelimelerin ruhuna öyle bir üfler ki, bütün tanımlanış mengeneler buhar olup uçar ve olanlar olur…