5’li çete diye bilinen müteahhit takımına baktığımızda karşılaşmalı bir Temel fıkrası gibi: Bir Rizeli, bir Trabzonlu, bir Bitlisli, bir Elazığlı, bir de Diyarbakırlı. Benzer bir kombinasyonu AKP’nin kurmuş olduğu 20 yıllık kabinelerde de görüyoruz. Benzer bir kombinasyonu İçişleri bakanlığı başta olmak üzere, bütün A sınıfı bürokrat kadroların dağılımında da görüyoruz. Benzer bir kombinasyonu, AKP döneminde büyümüş olan mafya organizasyonlarında da görüyoruz. Hatta, bu kombinasyon Kurtlar Vadisi ve Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz gibi mafya-teşkilat-devlet dizilerinde de, Dağ, Börü gibi vatan millet sakarya filmlerinde de aynıyla vaki. Aynı oyuncular, tayini çıkan muvazzaf subaylar gibi, bir diziden diğerine tayin olup, yaklaşık 30 yıldır aynı rolü oynayarak vatani görevlerini ifa ediyorlar. Benzer bir hikaye, yapımcı firmaların bir senaryodan bir diğerine gezen teçhizatları için de geçerli…
Bütün cumhuriyet tarihi boyunca -ama son yirmi yıl boyunca daha çok- Galton Tablosu’ndakine benzer bir şekilde, para, itibar, statü, ihtişam ve şan şöhret, Rize-Trabzon hattında zirve; Erzurum, Elazığ, Diyarbakır'da yamaç yaptıktan sonra, Türkiye’nin milliyetçi-mukaddesatçı bozkırlarının kuru derelerine, erat kadroları kalıyor. Bu çoraklığın hem yoksulluk hem de milliyetçi-mukaddesatçılık için harika bir zemin olmasının elbette bir hikmeti var.
Sonuçta, 20 Yıllık AKP iktidarı, bir arketip yarattı Laz Reis, sadık Kürt yâran, delikanlı ama taş kafalı bozkırlılar.
Bu arketip siyasete, ticarete ve medyaya da şöyle ya da böyle yansıyor.
Yani, aslında dizi diye izlediğimiz şeyler devlet eliyle büyütülmüş bir mafya klanı ve onun hanesinin muhafazakar anlatısı. Ya da cümleyi şöyle kurarsak, devlet diye bildiğimiz şey bir mafya kılanı eliyle büyütülmüş olan muhafazakar bir aile ve onun evi.
Kadının yeri olarak ev. Yerini bilen kadının yeri olarak ev. Bu mesele gene bu 20 yılın özeti sayılabilecek mafya-teşkilat dizilerinde de çokça kullanıldı ve belirli düzeyde bir kalıp yarattı.
70’li yılların Türk sineması Mario Puzo’nun eserinden uyarlanan "Baba" filmini çokça taklit etmesine rağmen, sosyolojik bir olgu olarak, Türkiye’de mafyanın dramatik açmazı, ne kadar aile kurmaktan kaçsa da, aşktan dolayı evcilleşen mafya babasının ölüme doğru Sophokles tragedyalarını andıran bir koşusu şeklindeydi. Fakat, AKP döneminde, mafya da muhafazakarlaştı, tıpkı Sicilya mafyasının Holywood temsiline benzer bir şekilde, kendisini bir hane ve aile ile anlamlı kılabildi. Böylelikle, Türkiye mafyasının Sophoklesci ölüm açmazı olan kadınlar ve aile, onun yıkılmaz kalesi olarak haneye dönüştü. Gene 70’li yıllarda birbiriyle rakip olan birkaç erkek çetesi ve onların etrafındaki hafif meşrep kadınlar kurgusundan farklı olarak; AKP dönemi mafya temsilinde, evin büyüğü anne ya da akil bacılar, vefalı eşler hanenin çekip çevrilmesi ve kale haline getirilmesinde oldukça önemli bir pozisyona getirildiler. Bu ana-bacılar-gelinlerin yönettiği evin dayanışması ara ara gelin-görümce, gelin-kaynana, gelin-kuma, elti vs. elti, enişteler-kayınlar arasında yaşanan gerilimlerle kesintiye uğrasa da AKP döneminde iyice köpürtülen, saygı-sevgi, büyükler-küçükler, törelerle çizilmiş muhayyel-muhafazakar ailenin sınırlarında bu olaylar hep tatlıya bağlandı ve her defasında hanenin burçlarını, dış dünyanın necasetine karşı güçlendirdi. Dahası, hanenin ümmi hizmetçisi ile yakışıklı bıçkın şoförünün temiz aşkı, bu aile tahayyülünü daha da sıcaklaştırdı ve saçaklandırdı.
İşte bu hane ve hanenin kadınları için bir temsiliyet normu var uzun zamandır.
Öncelikle, mafya hanesindeki kadınların tamamı Laz değildir ama, hanedeki Laz Kızlarının tamamı yerli-milli standartla iffetli, haneye ve şefe itaatkârdırlar. Hanenin bütünlüğünü muhafaza etmek gerektiğinde, kocalarının metreslerine, hatta onların çocuklarına yutkunurlar ve kol kırılıp yen içinde kalır. Hanenin büyüğü, “bunların rahmetli babası da böyleydi” konulu bir kıssa patlatıp konuyu tatlıya bağlar. Asiye, Meryem gibi sterotip isimleri olan hafif delişmen, okusa bile bozulmamış, öz değerlerini Batının feni ile zenginleştirmiş, okumamışsa ümmi, dobra, delikanlı, evine sadık, erkeği ne yaparsa yapsın ona ihanet etmeyen, gözü dışarıda olmayan aynı zamanda gözünü budaktan sakınmayan, kan kussa kızılcık şerbeti içtim demesini bilen, gerektiğinde kurşun da atan kurşun da yiyen ve seküler görünse de, kocası/sevgilisine mi, devlete mi, dine mi daha çok taptığı belli olmayan Laz Kızları. Kurtlar Vadisi’nden beri ama özellikle Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisi ile iyice önü ardı belirlenmiş, ‘Laz Kızı’ imajı.
Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinde, itinayla cilalanmış bu Laz Kızı imajının bütün fasılalarını izledik. Hatta dizide Meryem’i oynayan sanatçı gerçek hayatında, bu Laz Kızı imajına uymayacak, AKP muhafazakarlığının adabına mugayyir hareketler içine girince, dizideki mafya şefi kocasıyla kavga ederek Amerika’ya sürüldü ve oradan da cenazesi geldi. Onun yerine sonraki bölümlerde diziye giren Meryem’in kardeşi Ceylan ise gerçek hayatındaki fırtınaları 90’larda bitirmiş, epeydir ortalarda görünmeyen bir oyuncuydu. Meryem’in gerçek hayatını kaldıramayan, havuz kanalı dizinin zaten çoğunluğu erkek izleyici kitlesine küçük bir sürpriz yaptı. Mafya babası Çakır ile baldızı Ceylan arasında meğerse, alenen ailenin ve cemiyetin gözü önünde fırtınalı bir aşk yaşanmış ve Ceylan hamile kalınca, Çakır’ı kız kardeşine bırakıp, devletin derin dehlizlerinde operasyonlar yürütmeye gitmişmiş ve takriben 20 yıl kadar sonra ortaya çıkmışmış. Ceylan karakteri, upgrade bir Laz Kızı olarak, derin devlet ile vatansever mafya arasında köprü kuran, vatansever mafyaya devlet adına aşık olan, devlet adına mafya ile kol-kola derin operasyonlar yöneten ‘resmi’ bir görevli bir tür ombudsman olarak dizide vatani görevini ifa ederken, hainler tarafından adabıyla ‘şehit’ edilip gerçek bir kurbana dönüşerek, ‘Laz Kızı’ imajının bayrağını göndere çekti.
Dizilerde ve havuz kanallarında, memleketin her yerinden, wamp kadınlar, femme fataller, ahlaksız kadınlar, iffetsiz kadınlar çıkıyor. Buranın da sterotipleri var: çirkin, salaş, vatan haini tercihen Kürt bölücü, solcu kadınlar; derin dekolte ve mini giyen, yatak yatak gezmeyi halkın yobazlığı ile mücadele etmek sanan İzmir-İstanbul menşeili okumuş orta-sınıf iffetsiz kadınlar; batı hayranı, zengin sadakatsiz kadınlar vb… Yerli ve milli havuz kanallarının ötekisi olarak imal edilmiş olan bu kadınlar, Türkiye’nin herhangi bir yerinden olabilirler ama Karadeniz’den bilhassa Doğu Karadeniz’den olamazlar.
Çünkü Laz reis, onun sadık Kürtleri ve bozkırlı askerlerinin hanesini muhafaza eden iffetli Laz kızı arketipini de ihtiva eden yerli-milli ilahiyat(1) böyle bir şeye müsaade etmez, edemez.
***
Uzunca bir süredir, havuza su taşıyan kanalların sunucuları, troller, değişik tarikat ve cemaatler, sosyal medya yergisi üzerinden ahlak inşa ve imal ediyorlar. Yani, baldız baldan tatlıdır frekansından çıkamayan mafya dizileri; 2-3 yılda bir güncellenen Aşk-ı Memnu tadında ensestli diziler ve bu frekansta Tatlı-Sert Müge Anlılar mensuplarının, ya da kız-erkek ayırt etmeden her türlü çocuğa musallat olmayı tedrisatın bir parçası haline getirmiş olan pek çok cemaatin, sosyal medya ile ilgili tam olarak neyden şikayet ettiklerini anlamakta güçlük çekme hakkımız olmakla birlikte, bu operasyonun LazKızı34 namıyla ma’ruf Tik-Tok fenomeni bir kadın üzerinden başlaması çok anlaşılır.
Her şeyden önce, bu kadının canlı yayının orta yerinde patlayan göğüs düğmeleri, elbette ve öncelikle mafya enişteler ve baldızların ateşiyle su verilmiş olan çelikten iffetli Laz Kızı imajına halel getiriyor. İkincisi bu kadın evli, kocası var ve üstelik 5 aylık hamile. Tüm bunlar ortalama Türk-Kürt-Arap çatışmasının ortadan kalktığı, Ortadoğululuk başlığında ittifak olunan, ve müttefiklerin ayranını kabartıp, fanteziden fanteziye koşturan öğeler. Ama, Ortadoğulu erkek ittifakının rüyası, yerli-milli devletin karabasanı. Yani karabasan derken, alenen olması dışında bir problem yok aslında. Zira, başörtülü, evli, hamile üstelik LazKızı bir kadının iffetsizliği, yerli-milli rüya aleminin camdan fanusunu patlatan bir murdarlık.
Ama mesele yalnızca imajlar dünyası ile kısıtlı değil. Zira, bu LazKızı’nın elinde belli ki onu dünyaya bağlayan akıllı telefon, komisyonuna bakan dijital pezevenklik uygulamalarından başka bir iktidar ilişkisi yok. Eğer örneğin, Fatih Terim & Seçil Erzan ya da Engin&Dilan Polat örneklerinde olduğu gibi o da belirli iktidar ağlarının içinde olmuş olsaydı, bu ağların görünmez eli, onun canlı yayında patlayan ve patladığı gibi muhafazakar aile ütopyasını murdar eden göğüslerinin düğmelerini usulca ilikler ve konu kapanırdı.
NOT:
(1) Ortada bir arketip varsa elbette ritüeller ve bir de ilahiyat olacak. İlahiyat varsa birkaç da kadın olur. Mesela ilk beş Müslüman böyle bir arketiptir, bir kadın, bir çocuk, bir zengin, bir akraba, bir köle. Hazreti İsa’nın hikayesinde, iki Meyrem hem anne hem sevgili. Bu ilahiyat kurguları içinde kadın arketipi Marry Douglas’ın kavramlarıyla söylersek, temizlik-kirlilik'e (vacib-murdar) ilişkin sınırların belirlenmesinde oldukça önemli. Mesela, İslamiyet’te hem bedensel hem de ruhani temizliği (abdest) bozan necislik (kirlilik) kaynaklarından birisi kadın dokunuşudur. Gerçek islamın aslında öyle olmadığına dönük elbette pek çok itiraz, hadis, içtihat ve yorum gelecektir fakat öyle olsa bile, en azından günümüzde AKP’nin icra ettiği din yorumunun, kadınla erkek arasında bir mesafelenme ve bu mesafenin çoğunlukla kadının kapanması/kapatılması üzerinden yürütüldüğünü iddia etmek yanlış olmayacaktır.