Leskov ve hikâyeyi anlatmak
Batı ve Rus edebiyatının en belirgin isimlerinden Nikolay Leskov, Uğur Büke çevirmenliğinde Dedalus Yayınları tarafından yayımlanan “Mtsenskli Lady Macbeth” kitabında yaşanan olayları kurguladığı hikâyeye yerleştirirken açıklama yapmıyor, yaşananlar doğallıkla akıyor. Okuduğumuz onlarca hikâye zihnimizin boşluğunda kaybolurken, Leskov bize hâfızamızın bir köşesinde tuttuğumuz öyküler anlatmayı başarıyor.
Nikolay Leskov’un iyi anlatıcı olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Bir şekilde onun metinleriyle tanışanların da hissetmiş olacağı gibi Leskov’un okuru nefessiz bırakan, yani klasik tabirle söylersek elimize aldığımızda bırakmadığımız, sizi bir şekilde sonuna kadar gitmeye iten bir hikâye etme becerisi var.
HİKÂYE ETMEK
Dedalus Yayınları Mtsenskli Lady Macbeth’i basmıştı, okurken Benjamin’in Hikâye Anlatıcısı (2012) adlı metni tekrar aklıma düştü. Benjamin daha hemen girişte, “Bir şeyi layıkıyla hikâye edebilen insanlara gittikçe daha az rastlıyoruz artık” diyordu. Günümüzde hikâye anlatmak üzerine düşündüğümde, güncel enformasyonun bir parçası olmuş bir anlatıcılık canlanıyor kafamda. Bu açıdan Leskov’a baktığımızda ise, yine Benjamin’e başvurabiliriz, şöyle diyordu: “Aslında, hikâyeyi açıklama katmadan anlatabilmek, anlatma sanatının yarısı eder. Leskov bunda ustadır. Olağanüstü ve mucizevi şeyleri bütün ayrıntılarıyla anlatır, ama okuru hiçbir zaman olayların arkasındaki psikolojik bağı kabul etmeye zorlamaz. Olayları kendi anladığı şekilde yorumlamak okura kalmıştır; böylece anlatı enformasyonun yoksun olduğu genişliğe ulaşır”(age. 82).
‘MTSENSKLİ LADY MACBETH’
Buradan Mtsenskli Lady Macbeth üzerinden devam edersek, yazar bu hikâyede mutsuz bir kadının arzularının peşinden sonuna kadar gidişini konu ediyor. Katerina Lvovna umutsuz, zengin kocası ve kayınpederi ile yaşayan bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Kadın etrafındaki erkeklerin yani eşi ve kayınpederinin sahip olduğu diğer eşyalar gibi yaşamın bir köşesine atılmış, varlığı değersizleştirilmiş bir profil çiziyor başta. Eşinin uzun iş gezileri nedeniyle de evdeki eşyalarla yaşamaya mahkûm edilmiş. Katerina Lvovna’nın sıkıcı hayatı evlerinde çalışmaya başlayan bir gence duyduğu aşk ile canlanıyor. Bir kadının bedenini, kendisini, arzularını tekrar hatırlaması ve eski sıkıcı yaşamına dönmemesi için verdiği mücadele, cinayete kadar varan olaylarla ardı ardına anlatılıyor. Benjamin’in bahsettiği durumu bu öyküde de görüyoruz. Leskov yaşanan olayları kurguladığı hikâyeye yerleştirirken açıklama yapmıyor, yaşananlar doğallıkla akıyor. Evet, çok ayrıntı var ama ilginç bir şekilde pek çok metinde karşımıza çıktığı gibi olaylar içinde kaybolmuyorsunuz, geri dönmüyorsunuz; akışa kapılıp, hikâyenin atmosferiyle birlikte kendinizi olayların içinde buluyorsunuz. Ve kafanızda yorumlar uçuşuyor çünkü Leskov size kendi fikrini dikte etmiyor, enformasyon yok denecek kadar az. Böylece hikâye edilen size mâl oluyor, metin okurun kendi değerleriyle yorumlanıp, hafızadaki yerini alıyor.
HAFIZADA YER ETME
Leskov’un anlatıcılığında bu hafıza konusu da önemli benim fikrimce ki yine Benjamin’in deyimiyle, “Bir hikâyeyi hâfızaya mâl etmekte hiçbir şey psikolojik çözümlemelerden kaçınan o veciz, bakir anlatım kadar etkili değildir. Hikâye anlatıcısının psikolojik nüanslardan vazgeçişi ne kadar doğal yollardan olursa, hikâyenin dinleyicinin hafızasında yer etme şansı da o kadar artacak, hikâye tümüyle ona mâl olacak, dinleyicinin onu er ya da geç başkalarına aktarma eğilimi o kadar büyük olacaktır” (a.g.e. 84). Leskov’un Mtsenskli Lady Macbeth öyküsünü bu cümleler ile birlikte düşündüğümde, karakterimiz Katerina Lvovna’nın mutsuz olması dışında yazarın onu çok da tanımlamadığını fark ediyoruz. Zengin kocası, eşya muamelesi görmesi, arzularını bastırmak zorunda kalışı bir şekilde bizim çıkarımlarımız. Leskov okura, kendi tanımlamalarını yapma fırsatı sunuyor. Okurken bir şekilde karakteri anlamaya tavırlarının nedenlerini yorumlamaya başlıyorsunuz. Yani kafanızda hikâyenin tüm olaylarını doğallaştırıyorsunuz. Oysa yaşananlar, aslında olağanüstü denilebilecek nitelikte. Üç tane cinayet, kadının sonuna kadar arzularına sahip çıkışı, genel ahlâki bakışı yıkan çabası, doğal bir akışa yerleşiyor, siz de hikâyeye yerleşiyorsunuz.
Okur açısından, en azından kendi okuma deneyimim açısından düşündüğümde tüm bunların “normal” bir akış içerisinde gerçekleşmesi Benjamin’in “hikâye anlatıcısının psikolojik nüanslardan vazgeçişi” dediği durumla ilgili sanıyorum. Ayrıca bu anlatının okurun “hâfızasına mâl olması” açısından da önemli. Çünkü Leskov, karakterin yorumunu okura bırakarak onu işe dâhil ediyor. Okur, karakteri dikte edilmeden anlamaya çalıştığı için onun gündelik yaşamda “anormal” karşılanabilecek durumlarını doğal kabul edip, bir bakıma hikâye edilen olayları anlatının akışına bırakıyor. Belki de bu nedenle hikâye, okurun zihninde yerini alıyor ve onun hâfızasına mâl oluyor.
‘ŞEYTAN KOVMA’
Mtsenskli Lady Macbeth’in Dedalus baskısında “Şeytan Kovma” adlı bir öykü daha var. Bu öyküde yazar bir ayini hikâyesinin içerisine taşırken, bazı pagan gelenekleri de anlatıda yer alıyor. Leskov’un bir özelliği de bu sanırım. Hikâyesine kattığı ayinler, gelenekler bir şekilde onun anlatısına fantastik bir yan katıyor. Benjamin, sözünü ettiğimiz “Hikâye Anlatıcısı” adlı metninde Gorki’den şöyle bir alıntı yapıyordu: “Bütün yabancı etkilerin tamamen uzağında, halktan en çok beslenen yazardı.” Bu öyküdeki imgeler bana bu cümleyi çağrıştırdı. Gerçek üstü gelebilecek bir ayin anlatısı, en son karakter, İlya Fedoseviç’in ki kendisi epey itibarlı, saygı duyulan, vakur bir karakter, günahlarından arınmak için sahnelediği kendinden geçme ânı Leskov’un bir şekilde bu ritüellerle olan bağını korumasıyla ilgili olabilir. Bu da onun hikâye anlatıcılığını ayrı bir boyuta taşıyor. Böylece Leskov, insanın metafizik yanını ihmâl etmeyerek, karakterine ve anlatısına spiritüel bir yan katmış oluyor.
Nikolay Leskov baştan beri dikkat çekmeye çalıştığımız gibi iyi bir hikâye anlatıcısı, Mtsenskli Lady Macbeth adlı kitapta yer alan öykülerde de bunu görüyoruz. Okuduğumuz onlarca hikâye zihnimizin boşluğunda kaybolurken, Leskov bize hâfızamızın bir köşesinde tuttuğumuz öyküler anlatmayı başarmış. Bilgi vermeyen, açıklamayan, yazarın kendini unutturduğu, okurun kendi bağını kurup, yorumlar çıkardığı hikâyeler anlatmak, bugün çok zor olsa da bunun için çabalamak gerekiyor belki de. Çünkü yine Benjamin’in söylediği gibi: “Enformasyon yalnızca yeni olduğu an değer taşır, yalnızca o an yaşar. Kendini tümüyle o âna teslim etmeli, zaman kaybetmeden kendini ona açıklamalıdır. Oysa hikâye farklıdır: Kendini tüketmez, gücünü toplar ve korur yıllar sonra bile harekete geçebilir” (2012:83). Umarım enformasyonun içinde kaybolduğumuz değil de, kendini tüketmeyen, okuma hazzının öne çıktığı, zor zamanımızda belleğimizin bir köşesinden kendini hatırlatan öyküler okumaya günümüzde de devam edebiliriz.
KAYNAK
- Benjamin, W., (2012), “Son Bakışta Aşk”, (Der. Nurdan Gürbilek), İstanbul: Metis.