Toplumların kadınlar için yaşanılabilir olması, emekçinin hakkının verilmesi, insanların refahı düğünlerde takılan altınlar üzerinden aramadığı bir düzenin kurulması, isteyenin istediğini giyebilmesi için çok büyük mücadeleler mi vermek gerekecek? Yarın seçimlerde Meclis’e girmek, temsilde adaleti sağlamak, kadın sorunlarını kadınlar olarak dile getirmek için sürekli mücadele vermiş kadınlar verecek bu sorunun yanıtını.
Leyla, tüm yaşamını dört erkek kardeşine ve anne babasına kâh
bir hizmetçi kâh bir hemşire kâh da bir köle gibi bakmaya adamış,
onları maddi olarak geçindiren, 40 yaşında bir kadın. Yaşadığı
stres, ona sırt ağrısı şeklinde geri dönüyor.
Arka fonda, uluslararası ekonomik yaptırımlara konu olan bir
ülkede her geçen saniye artan enflasyon ve zayıflayan bir para
birimi var. İlk bakışta, bir çekirdek aile düzeyinde yaşanan bir
dram olsa da, kabuğunu biraz soyduğunuzda ülkenin sosyo-politik
durumu, ekonomik gidişatı, kadına biçilen konum gibi birçok
bileşenle de karşılaşıyoruz.
“Çocukken hayal ettiğim gelecek hiç de böyle değildi,” diyor
Leyla. Ve erkek kardeşlerinden biri ona karşılık veriyor:
“Büyümenin, hayallerinden yavaşça ama emin adımlarla vazgeçmek
demek olduğunu öğrendim.”
“Peki,” diyor Leyla, “tüm zenginlerin birbirini tanıdığını
biliyor musun? Çünkü sayıları az. Yoksullarsa birbirlerini
tanımıyor ama kılıklarından ayırt ediyorlar.”
Leyla'nın Kardeşleri - 2022
Leyla, kendi geleceği konusunda artık ne babasının ne de erkek
kardeşlerinin karar vermesini istiyor. Kılıklarından ayırt edilen
yoksullar kervanında ilerlemekten de çok yorgun. Çünkü o İran’da
kadının güçlenmesine yönelik tüm protesto hareketlerinin gücünü
içinde barındıran bir kadın...
Leyla bir simge... Patriyarkal düzene, hayalleri küçülten feodal
zihniyete, kaderci edilgenliğe karşı kişinin bireysel gücünü,
imkanlarını zorlamasını, aklını ve sağduyusunu kullanmasını
simgeliyor. Çevresi erkeklerle örülü bir dünyası olsa da,
hayallerini eril kodlara ve zorunluluklara feda etmeye razı
değil.
Ailesinde herkes derin yoksulluğun pençesinde... Kısa süre
öncesine kadar bir fabrikada maaşlı çalışan erkek kardeşi,
fabrikanın aniden kapanması sonucu işsiz kalmış. Bir diğer erkek
kardeşi hızlı şekilde köşeyi dönmek üzere dolandırıcılık işlerine
merak salmış. Diğer erkek kardeşinin aklı fikri, daha kaslı bir
vücuda sahip olmakta.
Öteki erkek kardeşi ise, AVM’de tuvalet temizleyerek aldığı
bahşişlerle yaşamaya çalışıyor, ancak evde onu bekleyen çocuklarını
doyurmak için babasının buzdolabından her defasında yumurta
aşırıyor. Dolayısıyla, Leyla’nın artık İran’da bir “kadın” olarak
dizginleri ele alması gerekiyor.
Seksenine merdiven dayamış aksi babası, İran toplumunda onur ve
saygınlık unvanı olan bir rütbeye gelmek için canhıraş bir mücadele
veriyor. Baba, bir nevi yaşadığı mikro-kozmosun “Godfather”ı olmak
istiyor. Gençliğinde görmediği saygıyı, kırk yıl işe otobüsle gidip
araba almaya yetecek birikim yapamadığı için yükselemediği
toplumsal hiyerarşideki saygınlığı, yaşlandığında acıma duyguları
eşliğinde tatmak istiyor. Babası, bunun için tüm birikimlerini ve
aile ilişkilerini heba etmekte beis görmüyor.
Leyla'nın Kardeşleri - 2022
Ama Leyla böyle bir irrasyonelliğe razı değil. Bunun için AVM’de
bir dükkan alma planı ortaya atar ve melodramdan tamamen uzak bir
olay örgüsüne sahip olan film bu noktadan sonra nakış işi gibi
çözülür ve “ancak dibe vurduğunda yükselirsin” şiarını izler. Bir
yıllık emeği karşısında mücadele etmeyen ve çalıştığı fabrika
kapandıktan sonra itirazını dillendirmeyen kardeşi Alirıza’nın bir
antitezidir Leyla’nın başkaldırısı ve kararlı itirazı...
İranlı yazar ve yönetmen Saeed Roustayi’nin (32) yönetmen
koltuğuna oturduğu, İran’da sinemalarda gösterimi (yönetmenin,
içerik hakkında hükümetle önceden “istişare etmediği” iddiasıyla)
yasaklandıktan sonra, Türkiye’deki gösterim hakları Mubi tarafından
satın alınan Leyla’nın Kardeşleri (Leila’s Brothers)
isimli 2,5 saatlik uzun metrajlı film, geçtiğimiz sene Cannes Film
Festivali’nde Altın Palmiye adayları arasına girdi ve prestijli bir
ödül olan FIPRESCI’nin (Uluslararası Film Eleştirmenleri
Federasyonu) Cannes ana yarışmasındaki en iyi film ödülüne layık
görüldü.
Gerek bu film, gerekse “Yemeği buğdayla pişiririz, sabırla
değil. Halka bu mezalimi yaşatmaya son verin” şeklindeki
eleştirel İnstagram paylaşımı yüzünden birçok tehditle
karşılaştığını duyuran genç yönetmen, bu şaheserinin ardından,
Coppola, Arthur Miller ve Visconti gibi ustalarla kıyaslanmaya
başlandı.
Roustayi, ülkesinde sanat üzerindeki kısıtlamalar karşısında pes
etmeyen bir cesur yürek aslında... Cannes film festivalinde AFP’ye
konuşan yönetmen, “İran’da çok fazla kırmızı çizgi var. Film
çekme izni almak, çok zor, meşakkatli ve uzun bir süreç. Ardından,
filmi sinemalarda göstermek için bir başka izin daha almanız
gerekiyor ve bu süreçte elbette sansür devreye giriyor,”
demişti.
Filmin “asi” oyuncularından Peyman Maadi de, yine Cannes’da
yaptığı bir konuşmada, İran’da enflasyonun bazen günde üç kez
arttığını, İran’da bazı kesimlerin buzdolapları bozulduğunda sosyal
sınıflarının bile değişebildiğini söylemişti.
Leyla'nın Kardeşleri - 2022
Taraneh Alidoosti’nin canlandırdığı Leyla, İran’daki patriyarkal
düzen karşısında isminden, kararlarından, belirleyiciliğinden ve
aileyi toplayan iradesinden söz ettiren, çalışan, ailesini
geçindiren, rasyonel kadını simgeliyor ve bir anlamda yıllardır
İran özelinde tanık olduğumuz kadınların onurlu ve cesur
direnişinin de bir mikro-öyküsü oluyor.
İran’ın en meşhur aktrislerinden olup daha önce 2016 yılında
Oscar alan Asghar Farhadi’nin Satıcı (The Salesman) adlı
filminde de rol almış olan Alidoosti sadece filmde Leyla’ya can
vermekle yetinmiyor; İran’da Kürt asıllı Mahsa Amini’nin Eylül
ayında karakolda ölmesinin ardından güçlenen kadın özgürleşmesi
hareketinde de başörtüsünü çıkararak protestolara desteğini
açıklamış, kendisi Kürt olmamasına ve halen İran’da yaşamasına
rağmen elinde tuttuğu pankartta da Kürtçe olarak “Kadın. Yaşam.
Özgürlük” yazmıştı.
Bu fotoğrafını koyduğu İnstagram
paylaşımının altında da bir şiir göze çarpıyordu: “Senin son
yokluğun, şakıyan kuşların göçü misali, bu isyanın sonu anlamına
gelmiyor.”
Alidoosti, protestolar sırasında yaptığı birçok açıklamada
“ülkemi terk etmeyeceğim, burada kalacağım, mahkumların ve
öldürülen insanların ailelerine destek olacağım ve onların
haklarını savunacağım. Vatanım için mücadele edeceğim. Bugün
birlikte inşa ettiğimiz şeye inanıyorum” ifadelerini
kullanmıştı.
Bir yandan bu eşsiz filmi izlerken, ekrana Yılın Dünya Basın
Fotoğrafları’ndan biri düşüyor. Fotoğraftaki isyankar kızın gözleri
ve duruşunda Leyla’yı görüyorum. Mahsa Amini protestoları sonrası
değişen İran’dan bir kesit veren Ahmet Halabisaz’ın fotoğrafında
Leyla’nın düzene karşı isyanını ve yardım çığlığını yakalamak
mümkün. Çünkü fotoğraflar konuşur, kadınların dertlerini
dillendirir. Fotoğrafların dili ve belagati çok güçlüdür.
Yılın Basın fotoğraflar seçkisinden bir kare.
Foto: Ahmet Halabisaz
Leyla’nın Kardeşleri bize temel bir gerçekliği
anımsatıyor: Mikro-ölçekte bir ailede bile her bir birey diğerinden
bir şeyler gizlerken ve ayağını kaydırmaya çalışırken, bir babanın
kırk adet altınının üzerinden yaşanan usulsüz bir çark sonucu bir
aile dramı yaşanabilirken, patriyarkal düzen ve reislik sistemi
aslında içinde yozlaşmış bir saadet zinciri barındırırken, İran
gibi özgür yaşam için canların verildiği, sokaklarda polisle
çatışıldığı, üniversite kampüslerinde protestolar düzenlendiği bir
toplumun yaşanabilir olması nasıl mümkün olur?
Yoksulluk çaresizce yoksulluk üretirken, insanlar bu kısır
döngüden çıkmak yerine sürekli birbirinin kuyusunu kazıp birbirini
yoksulluğun daha da dibine çekme derdindeyken, sağlıklı ve
birbirinin yurdu olan toplumlar nasıl oluşur? Soruyu tersten sormak
gerekirse; bu girdaptan –hangi ülkede, hangi Leyla’larla olursa
olsun- birlikte çıkabilmek mümkün mü?
Çok uzağa da gitmeye gerek yok. Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV)
tarafından Friedrich Ebert Stiftung Derneği Türkiye
Temsilciliği’nin katkılarıyla hazırlanan ve geçen hafta kamuoyuyla
paylaşılan “Kadınların Ekonomik ve Toplumsal Yaşamdaki Sorunları
Araştırma Raporu”na göre yaklaşık olarak her 4 kadından 3’ü
geceleri sokakta yürürken kendini güvende hissetmiyor; kadınların
yarıdan fazlası ise –ekonomik sınıftan bağımsız olarak- “mutsuz”
olduklarını dile getiriyor. Yaş grupları içinde genç kadınların ve
orta sınıf kadınların mutsuzluk oranları diğer yaş gruplarından ve
ekonomik sınıflardan daha fazla.
Peki, toplumların kadınlar için yaşanılabilir olması, insan
onuruna yaraşır yaşam koşullarının normalleştirilmesi, emekçinin
hakkının verilmesi, insanların refahı düğünlerde takılan altınlar
üzerinden aramadığı bir düzenin kurulması, isteyenin istediğini
giyebilmesi için çok büyük mücadeleler mi vermek gerekecek?
Bu sorunun yanıtını bugün İran’da sadece başörtüsü zorunluluğuna
değil zorbalığa karşı da itiraz eden, özgür iradeleri çerçevesinde
hayatlarına karar vermek isteyen Leyla’lar, sokak gösterilerine
katılarak, metrolarda dans ederek veriyor. Benzer şekilde
Kadınların Sesi radyosunun Afganistan’da Taliban tarafından
kapatılmasının ardından radyonun genel yayın yönetmeni, bu konuda
uluslararası toplumu dayanışmaya ve duygudaşlığa çağıran
açıklamalarda bulunuyor.
İran’da da Afganistan’da da diğer zorlu coğrafyalarda da
kadınlar canları pahasına bir hak mücadelesi içerisinde.
Yarın ise, yaklaşan genel seçimlerde Meclis’e girmek, temsilde
adaleti sağlamak, kadın sorunlarını kadınlar olarak dile getirmek
için Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli mücadele vermiş olan
kadınlar verecek bu sorunun yanıtını...
Bu zaman değin örneğin Kırklareli’nden niçin hiçbir partiden bir
kadın milletvekili çıkmadığını veya okuma-yazma oranlarının en
yüksek olduğu illerden olan Tunceli’den niçin ana muhalefet
partisinin bu zamana değin hiçbir kadın milletvekilinin olmadığını,
siyasi partilerin niçin kadınları çoğu zaman seçilemeyecek
sıralardan aday gösterdiğini, siyasetin niçin bir erkek kulübüne
dönüştüğünü elbette soracak kadınlar...
Sinema da, hayatın saf gerçekliği içinde siyasetin yaşamdan
damıtılmış sahneleri, bize bu hakikati her gün bir kez daha
anımsatıyor.