Saeed Roustayi'nin MUBI'de izleyicilerle buluşan filmi "Leyla'nın Kardeşleri", yoksul bir aileye odaklanıyor. İran'daki gösterimi yasaklanan filmde yönetmen, aile ilişkilerini anlatırken İran’ın var olan gerçekliğini es geçmeden bunu ustaca hikâyesine yediriyor.
İran’ın genç ve üretken yönetmeni Saeed Roustayi’nin 2022 yapımı "Leyla’nın Kardeşleri" (Baradaran-e Leila) filmi MUBI kataloğuna eklendi. Büyük ilgi gören film, gözlerin yeniden İran sinemasına dönmesi sağladı.
Saeed Roustayi, üçüncü uzun metraj filmi olan "Leyla’nın Kardeşleri"nde kamerasını yoksulluğun ve sınıfsal problemlerin üstünde tutmayı sürdürüyor. Özellikle ilk filmi, 2016 yapımı "Sonsuzluk ve Bir Gün" (Abad va Yek Rooz) filmini hatırlatan yapımda, yine yoksul bir aileye odaklanıyor. Üstelik aynı oyuncularla çalışmaya devam ederek.
"Leyla’nın Kardeşleri", dört erkek kardeşiyle birlikte, otuzlarını bitirmiş olarak evlenmeden ailesinin yükünü hem ekonomik hem de psikolojik olarak sırtlayan Leyla’nın, aileyi ayakta tutma ve yoksulluktan kurtarma mücadelesi ekseninde ilerliyor. Sülalesinin en büyüğü olmasına rağmen akrabalarından gerekli itibarı görmeyen ve bununla yüzleşemeyen eski afyonkeş bir baba, kocasına karşı gelemeyen geleneksel bir anne ve dikiş tutturamayan 4 erkek kardeş. Leyla, bu çok bilinmeyenli denklemden bir kurtuluş yolu bulduğunda hem kardeşlerini motive etmeli hem de bunun ekonomik altyapısını sağlamalıdır. Ne var ki yoksulluğun derin çukurunda debelenmeye alışmış bu aile bireylerinin geleneksel baskılanmışlığın pençesinden kurtulmaları hiç de kolay olmaz. Üstelik ülkenin bütünü de tıpkı bu aile gibi giderek daha fazla dibe batar halde yoksullaşıp devalüasyona uğruyorken tünelin ucu görünmüyordur. Bu karamsar ama bir o kadar da gerçekçi tablo yüzünden filmin İran’daki gösterimi yasaklandı. Film, ilk gösterimini yaptığı Cannes Film Festivali’nde ise FIPRESCI Ödülü’nü almıştı.
Yönetmen, aile ilişkilerini anlatırken İran’ın var olan gerçekliğini es geçmeden bunu ustaca hikâyesine yedirmiş. Anne ve baba, eski kuşağın tutucu yaklaşımını temsil ederken; Leyla, mücadelesiyle sokaklara çıkan genç kadınların temsilcisi gibidir. Leyla’nın kardeşi Ali Rıza, fabrikada çalışıp aylardır maaşını alamamış halde direnişe katılmadan usulca servis otobüsüne binip ailesinin evinin yolunu tuttuğunda anlarız ki o, kendi gerçekliğiyle yüzleşmek yerine kaçmayı seçen çoğunluktan biri olmayı temsil ediyordur. Başka bir kardeş, sağlıksız beslenmenin sonucu zor yürüyecek kadar şişmanlamıştır. Çareyi içkide arıyordur. Öteki kardeş ise dolandırıcılığa merak sarmış halde kendi kurtuluşuna odaklanmıştır. Başka bir kardeşi, zihni yerine vücuduyla düşünen bir kas deposudur. Rol modeliyse kaçak uydu yayınıyla izlediği Amerikan güreşçileridir. Evin A takımı bu her yarışın kaybedenlerinden oluşmuşken Leyla’nın bir kurtuluş bulması hiç de kolay olmaz. Üstelik onu sevip onunla evlenmek isteyenler babasının yalanlarıyla bir daha karşısına çıkmamacasına yok olurken…
SAEED ROUSTAYİ SİNEMASI: YOKSULLUK BAŞROLDE
1988 doğumlu Saeed Roustayi, genç yaşına rağmen oldukça başarılı bir filmografi oluşturdu. Yönetmen, unutulmaz diyaloglar ve hiç sekteye uğramayan başarılı kurgu yaklaşımıyla oldukça etkileyici filmler ortaya koyuyor. Senaryosunu yazdığı filmler gibi kendisinin çektiği üç uzun metraj film de oldukça ses getiren yapımlar oldu. İlk uzun metrajı, 2016 yapımı "Sonsuzluk ve Bir Gün" (Abad va Yek Rooz) filminde de "Leyla’nın Kardeşleri" gibi yoksul bir aile panoraması çizmişti. Evin tek kız çocuğu Sümeyye, kendisine talip olan Afganistanlı bir aileye gelin gidecek ve alınan başlık parasıyla ağabeyi iş yerini büyütecektir. Küçük ağabeyi ise pek çok yoksul İranlı gibi uyuşturucunun esiri olmuş halde satıcı olarak geçiniyordur. Sümeyye, okula giden küçük kardeşiyle ilgilenirken, bu ailenin bütün bireylerini bir arada tutan tek güç olarak kendisinden beklenmeyecek bir performans gösteriyordur. Üstelik evlilik hazırlıkları yaparken... Evlenip yeni ve uzak bir coğrafyada başka bir ailede yaşamına devam etmek ve yoksul ailesini bir arada tutmaya çalışmak arasında kalakalmıştır.
2019’da çektiği "Metresi 6.5" (Metri Shesh va Nim) ise oldukça güçlü aksiyon sahneleri barındıran, uyuşturucunun İran’daki yaygınlığı üstüne sert ve cesaretli bir yapımdı. 2019’da konferans vermem için Fecir Film Festivali’ne davet edilmiştim. Bu vesileyle İran’daki ilk gösterimini izlediğimde bütün salonun şok olduğunu görmüştüm. "Metresi 6.5", daha önce çekilen hiçbir İran filmine benzemeyen, çok özgün bir uyuşturucu karteli filmiydi. 2020 sonrasında sinemaya girmeden TRT 2’de gösterilen film, yakalanan bir uyuşturucu dağıtımcısı liderinin idam edilme sürecinde suç ve suçlu kavramlarını felsefi zeminde sorgulayan ve uyuşturucu dağıtımının İran’da idam cezasına rağmen varlığını devam etmesini anlatan gerçekçi bir yapımdı.
İKİ USTA OYUNCUDAN ŞAŞMIYOR
"Leyla’nın Kardeşleri"nde olduğu gibi çektiği öteki filmlerde de İran sinemasının iki usta oyuncusu olan Payman Maadi ve Navid Mohammadzadeh başrollerdeler. Bu iki oyuncu hiç kuşku yok ki şu anda yaşayan en iyi iki İranlı oyuncu. Özellikle Navid Mohammadzadeh’nin farklı filmlerde tek başına oynadığı sahnelerde adeta transa geçerek gerçekleştirdiği performanslar İran sinemasının en unutulmaz film sahnelerini oluşturuyor. Yönetmenin son filminde Leyla rolüyle göz dolduran oyuncu Taraneh Alidoosti’yi ise Asghar Farhadi filmlerindeki performanslarından tanıyoruz. Ünlü oyuncu son dönemde, kadınların örtünme yasağına karşı verdiği mücadelenin de önemli bir figürü haline geldi. Alidoosti, İran’daki son sokak protestolarına destek verdiği için tutuklanmış ve toplum baskısıyla ocak ayında serbest bırakıldı. Yönetmenin başarısındaki en önemli etkenlerden birinin oyuncu yönetimi olduğunu söyleyebiliriz.
MANEVİYATTAN GERÇEKLİĞE İKİ FARKLI İRAN SİNEMASI
Bir bütün olarak görülen İran sineması, esasen kendi içinde oldukça büyük farklılıklar taşıyor. Saeed Roustayi’nin filmleri son yıllarda öne çıkan gerçekçi İran sineması geleneğine yaslanıyor. Bu anlayış; eleştirel, yoksulluğu ve sınıfsal farklılıkları es geçmeyen yaklaşımıyla ucu İslam Devrimi öncesine dayanan muhalif ve sorgulayan bir sinema anlayışı. Bu sinema çizgisi; Mesud Kimyai, Dariush Mehrjui, Rahşan Beni İtimad gibi yönetmenlerin üretimleriyle bir düzey tutturan, Asghar Farhadi ile dengeli bir çizgide devlet nizamında kabul edilebilir olan, yakın zamanda hapisten çıkan Muhammed Resulof’un üretimleriyle sertliğini arttıran bir sinema.
Başka bir anlayışsa daha çok devlet desteği gören, önü açılan İran devletinin benimsediği Mecid Mecidi’nin filmlerinde en popüler örneklerini gördüğümüz; sınıfsal bakış açısından yoksun, dünyevi hayatın beyhudeliği, İslam’ın güzel ahlakı, yanlış yapanların cezasını bulduğu bir sinema anlayışıdır. Bu çizgide ise savaş ve devlet başarıları eksenli üretimleriyle İbrahim Hatemi-kiya, kadınları bu anlayışın öznesi yapan Nergis Abyar ya da tasavvufi göndermeler taşıyan unsurlarla Ali Veziriyan ve Hasan Necefi gibi daha çok iç piyasada bilinen yönetmenlerle temsil ediliyor. Bu yaklaşımda hikâyeye yaslanmış bir sinema anlayışı içinde toplumsal problemler, zengin ve yoksulluğun nedenleri, sınıfsal farklılıklar, devletin bireyler üzerindeki tahakkümü kendine yer bulmaz. Giderek toplumsal desteğini kaybeden bu sinema anlayışı, devlet bürokrasisinden kabul görse de yaslandığı ideaların sarsılmaya başlamasıyla temsil gücünün azalacağını görmek zor değil. Saeed Roustayi’nin yaslandığı toplumsal ve eleştirel İran sineması ise ses getirmeye devam edeceğe benziyor.