LGBT kökenli T.C. aşığı vatandaşlar 2023 İstanbul Onur Yürüyüşü’ne hazır!
Kitlesel olarak bu kadar damgalanmış ve damgalanmayı normalleştirmiş bir toplumda da LGBTİ+ düşmanı politikanın tutacağı varsa da tutmadı. Halkı; dinci ve ırkçı hegemonik erkekliğin dışlayıcı, damgalayıcı, siyah-beyaz, taraf-bertaraf, milli-gayrimilli ikili karşıt sopası queerleştirdi.
Beren Azizi
23 Haziran sabahı LGBTİ+ kökenli T.C. aşığı vatandaşlarımız kalktılar, taktılar takıştırdılar, sürdüler sürüştürdüler… Hür, özgür, bağımsız vatandaşlar olarak, şıkır şıkır, fıkır fıkır, başları dik, alınları ak, son derece bıçkın, kimseye hesap vermeden mahallelerinden geçtiler okullarına gittiler, heteroseksüel kökenli vatandaşlarımızla aynı sandıklarda oylarını verdiler mi? Verdiler! Senin oyunla LGBTİ+’nın oyu bir mi? Bir! Eşit mi? Eşit! Mührü LGBTİ’li basmış, oydan saymayalım diyebildin mi? Diyemedin! Nokta! Kabullen! Sindir! Soda!
Oysa vatandaşlık temelli bu eşitliği ilke edinen siyasetçilere karşı İçişleri Bakanı düzeyinde nefret politikası inşa edildi. Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesine destek veren siyasetçiler nefret medyası ve nefret politikasıyla hedef haline getirildi. Bunları yapanların nefretten dönen gözleri, LGBTİ+ mücadelesi sayesinde Türkiye’nin kısmen de olsa pozitif yönde değiştiği gerçeğini göremedi. Türkiye eski Türkiye değildi. Toplumdaki LGBTİ+ fobiye gereğinden fazla güvenildi. Bu aslında bir yandan da seçmeni hiç tanımamak, onu gereğinden fazla fobikleştirmek, yani aslında düpedüz seçmeni aşağılamaktı. Toplumu olduğundan fazla nefret dolu sandılar, seçmenin ölçüsünü bilmedikleri mevcut fobisinden imkansızı umdular. Münferit fobik gruplarının radikal LGBTİ+ nefretini yaygın ve sıradan olan zannettiler. Dolayısıyla LGBTİ+ düşmanlığı üzerinden yürütülen hedef gösterme ve nefret politikasının rakip lidere seçim kaybettireceğine dair hayale kapıldılar. Halk, güya gökkuşaklı logodan büyük oyunu görecekti, İSPARK heteroseksüeldir heteroseksüel kalacak naralarıyla İmamoğlu’na oy vermekten vazgeçecekti ve İmamoğlu da bu yüzden seçimi kaybedecek Binali Yıldırım kazanacaktı. Gerçekten muhteşem(!) Peki sonuç? Yapılabilecek en kapsamlı ve en absürt LGBTİ+ düşmanı kara propaganda geçtiğimiz seçimde yapıldı ve sonuç ortada:
LGBTİ+ düşmanı nefret siyaseti kimseye seçim kazandırmıyormuş!
Daha da önemlisi kara propagandadan korkmamak, toplumsal cinsiyet eşitliği tutumundan geri adım atmamak da kimseye seçim kaybettirmiyormuş!
O halde artık bundan sonra hiçbir partinin, hiçbir adayın LGBTİ+ hareketine destek vermekten korkmak gibi bir lüksü olamaz. O halde hemen şimdi, kara propagandalardan korkmayı, nefret medyasından çekinmeyi bir kenara bırakarak LGBTİ+’ların ve tüm ötekileştirilmişlerin halk olduğunu hatırlama zamanı geldi! LGBTİ+’lar toplumu ideoloji ve parti ayırmadan dikine kesen halkın ta kendisidir!
Irkçı-dinci genel ahlakçılık, yandaş medyaya konuşlandırdığı ahlak bekçileriyle halkın ta kendisi olan LGBTİ+’lara karşı nefret savaşı yürüttü. Akıl, hukuk, vicdan ile meşrulaştırılamayacak politikalar ve yasaklar bu ahlak bekçileriyle meşrulaştırılmaya çalışıldı. Nefret resmen normal ve sıradan bir olguymuş gibi denetimsiz ve cezasız bırakıldı. Genel ahlak elden gidiyor çığırtkanlığıyla LGBTİ+ etkinlikleri yasaklandı. Oysa toplumun genel ahlakını, LGBTİ+ etkinliklerini yasaklayarak koruyacağını düşünen iktidar ve onun ahlak bekçisi linç medyası görünen o ki kaybetti. Halkın bir kesimine karşı ayrımcılık yaparak genel ahlakın korunacağını iddia edenler kaybediyor. Genel ahlakın, LGBTİ+ yasaklarıyla korunacağına kim inanıyor bu ülkede? Eğer ahlak dedikleri; kadınlar, hayvanlar ve çocuklar tecavüz edilip katledilirken hiçbir gerçekçi ve eşitlikçi politika üretmemek, hatta kadın erkek eşitliğine karşı olmaksa ve bir yandan da toplumdaki dezavantajlı gruplar söz konusu olduğunda birden namus ve ahlak bekçisi kesilmekse, evet LGBTİ+ etkinliklerini yasaklamak bu ikiyüzlü ahlakı korur, bu yasaklarla korunan bir şey varsa o da ikiyüzlü ahlak düzeniydi; ama ikiyüzlü ahlak düzeni de kaybediyor bugünlerde.
İstanbul seçimi sürecinde Ekrem İmamoğlu hakkında organize bir şekilde, iktidar eliyle iki konu üzerinden ciddi kara propaganda yapıldı: Birincisi İmamoğlu’nun Kürt siyasi hareketiyle dayanışması, bu hareketle arasına mesafe koymaması, ikincisi ise LGBTİ+ hareketiyle, daha doğrusu toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesiyle olan dayanışması. (Veya bu iki harekete ırkçı ve cinsiyetçi yani “yerli ve milli” düşmanlık ilan etmemesi.) Ülkenin ve İstanbul’un çözülmesi gereken çok ciddi başka dertleri yokmuşçasına bu iki çeşit halka dayanışma pratiği bir ucu milli diğer ucu dini değerlere aykırıymış gibi yansıtıldı ve nefret siyaseti işletildi. İmamoğlu önce Müslümanlıktan sonra da Türklükten atılmaya çalışıldı: “Pontus” ilan edildi. Oysa velev ki Pontus olsaydı da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ise seçme ve seçilme hakkına her vatandaş gibi sahip olmalıydı. Anayasa’da yeri olmayan kafatasçı ve dinci bir üst kimlik sopasını en popülist şekilde karşısına diktiler. Hem bu ülkenin eşit vatandaşları olan Gayrimüslimleri gayrimeşrulaştırmaktan çekinmediler, hem Kürt siyasi hareketini kriminalize etmekten geri durmadılar, hem de LGBTİ+ vatandaşların taleplerini ve siyasetini ucube komplo teorilerine malzeme yaptılar. Bu ırkçı ve dinci yolla kendilerini meşruluğun tekeli ilan etmek istediler. Tek meşru olan ve her zaman masum kalan onlardı! (Yerlilik ve millilik işin hikayesi.) Geri kalan herkes gayrimeşru ve düğmeye basıldığı anda suçluydu! Oysa halk; yandaş olmayan herkesi yerinden etme küstahlığına ve nefret siyasetine karşı hak, hukuk, adalet, iyilik, demokrasi, eşitlik gibi siyasetlerden taraf olmaya başladı. Bu mucize değil, halkın ekmek ve su gibi aç olduğu doğal bir ihtiyacın sonucuydu.
Bu ihtiyaçla ilgilenmeyen iktidar, yandaşlık yapmayan insanları kitleler halinde damgalayarak gayrimeşrulaştırdı, neredeyse bölgesel aforozlar gibiydi bu damgalamalar. İşte böyle bir toplumda artık LGBTİ+ nefret siyaseti sosyolojik olarak sonuç veremiyordu; çünkü kendi küçük çıkar grubunun rantını korumak için halkını damgalamaktan hiç çekinmeyen parti devleti kitleler halinde halkı damgalayarak queerleştirdi. Tüm Trabzonlular hatta tüm Karadenizliler bir gecede “Pontus” oluverdiler, HDP seçmenleri önce HDPKK sonra terörist oldular, İmamoğlu’na oy verenler FETÖ-Pensilvanya-Kandil destekçisi hatta Sisici buluverdiler kendilerini. Bir sabah uyandığında herkesin her şeyle damgalanabileceği gerçeğini herkes normalleştirdi. Kitlesel olarak bu kadar damgalanmış ve damgalanmayı normalleştirmiş bir toplumda da LGBTİ+ düşmanı politikanın tutacağı varsa da tutmadı. Halkı; dinci ve ırkçı hegemonik erkekliğin dışlayıcı, damgalayıcı, siyah-beyaz, taraf-bertaraf, milli-gayrimilli ikili karşıt sopası queerleştirdi. İnsanlar gayrimilli olmayı sahiplenemiyordu belki ama iktidarın sınırlarını çizdiği anlamda milli de olamadılar ve bu ikili karşıt sınıflandırmanın dışına çıkmak istediler. Halkın yaygın olarak hissettiği duygu yerinden edilmişlik ve kimliksizlik duygusu oldu. Kendini bir saniye olsun dayatılan sınıflandırmaların dışında hissetmeyen oldu mu geçtiğimiz yıllarda? “Bunlaaaaaaaaar…..!!!!” siyasetinden nasibini almayanımız kaldı mı? Gezi’de “çapulcular” söylemiyle iyice ayyuka çıkan kendi gibi düşünmeyeni damgalama siyasetinin kaybetmesi çok önemli; çünkü bu damgalama ve hedef gösterme siyasetinin amacı muhalefetlerin müşterek ilkelerde birleşmesini engellemekti. Bundan korktular. Muhalefetler birleşsin ve birbirlerinin de hakkını savunsun istemediler. Bir muhalefet, diğer muhalefeti “kirlenmemek” için ağzına almasın, kendi içine kapansın diye umdular. Herhangi bir muhalefetle ilkesel olarak dayanışmak isteyenlere nefret medyası aracılığıyla linç başlatmaktan, cezasızlığın verdiği güçle, geri durmadılar. Basit bir haksızlığa karşı çıkmayı dahi komplo teorileriyle sosladıkları mesnetsiz ithamlarla bastırmaya çalıştılar. Günün sonunda herkes sapkın, hain, terörist, gayrimilli ve hatta Sisi ilan edildi. Peki bu işe yaradı mı? Ya da halkın buna cevabı ne oldu? Şimdilik görünen o ki, halk; ikiyüzlü ahlak bekçiliğinin, hedef göstermenin ve nefret siyasetinin karşında bir nebze olsun durabildi. Peki muhalefetteki siyasetçiler bu linç kampanyalarından ve kara propagandalardan korktu mu? Görünen o ki onlar da pek korkmadı. Savunduklarından geri adım atmadılar. Dolayısıyla, bu büyük hikayenin bir parçası ve devamı olarak diyebiliriz ki, artık hem halk hem muhalefetler hem siyasetçiler LGBTİ+ mücadelesiyle dayanışmaktan korkmuyorlar veya korkmamalılar, hatta her muhalefet kendi LGBTİ+ politikasını üretmeye başlıyor bile. Böyle giderse hakikaten her şey çok güzel olabilir; ama şimdilik vakit kaybetmeden, nefret siyasetinin arkasını korkmadan toplama vakti.
Sonrasında ise 2023 İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’nde görüşeceğiz!