Libya ile yapılan anlaşmanın yankıları sürerken Erdoğan, Libya Hükümeti’nden davet gelmesi durumunda Libya’ya asker gönderebileceğini söyledi. Bu sözlerin önünü açansa Doğu Akdeniz konusunda anlaşmanın yapıldığı 27 Kasım’da TSK’ye bu ülkede konuşlanma imkânı sunan Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması.
Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım 2019’da Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nın imzalanması beraberinde pek çok tartışmayı getiriyor.
Anlaşma incelendiğinde Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmediği görülüyor. Libya ile çizilen dış sınır, Yunanistan ve Mısır ile anlaşmaya varılırsa anlamlı olacak. Bununla beraber Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan katıldığı bir canlı yayında Libya Hükümeti’nden talep gelirse asker gönderebileceğini söyledi, hemen ertesinde bazı medya organlarında Türkiye’nin Libya’ya asker yollaması gerektiğine dönük yazılar çıktı. Üst üste gelen bu açıklama ve tutum, “Türkiye, iç kamuoyunun desteği için söz konusu anlaşmayı öne mi sürecek?” sorusuna neden oluyor. Bu yazıda Doğu Akdeniz’deki saflaşmaya, “yok mu artıran” dedirten spekülatif rezerv bilgilerine ve Türkiye’nin Libya siyasetine mercek tutacağız.
DOĞU AKDENİZ’DEKİ DEĞERLİ YALNIZLIK
Doğu Akdeniz sorunlu bir bölge. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), 2004’te tek taraflı olarak bitişik bölgesini 24 mile, MEB’ini de 200 mile çıkardı. GKRY’nin ilan ettiği MEB, adanın bütününe dönük bir perspektife dayanıyor. Yani KKTC’nin haklarına el konulduğu söylenebilir. Bu adıma karşı Türkiye ile KKTC, nota verme, sorunu BM’ye taşıma gibi adımlar attı.
Güney Kıbrıs’ın 2004’te ilan ettiği bitişik bölge ve MEB yalnızca KKTC’nin sorunu olmayıp Türkiye’yi de etkiliyor. Güney Kıbrıs’ın 2004’te ilan ettiği sınır, Türkiye’nin Akdeniz’deki karasularıyla çakışıyor. Bununla beraber uluslararası hukuk kaideleri ve 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi gereği karasularının MEB karşında bir üstünlüğü var. GKRY gibi Yunanistan, Libya, Mısır, Suriye, Lübnan ve İsrail de MEB ilan etti. GKRY 2002’de başlattığı müzakerelerle 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail’le MEB anlaşması imzaladı. Dahası bu ülkeler enerji konularında işbirliğine gidiyor.
Bölgesel işbirliğinin son örneği, 26 Temmuz 2019’da Mısır’da gerçekleşen Doğu Akdeniz Gaz Forumu Bakanlar Zirvesiydi. Foruma Mısır, İsrail, Yunanistan, Filistin, GKRY, İtalya, Ürdün’ün enerji bakanları katıldı. Forum bölgedeki doğal gaz için ortak bir pazar oluşturmayı hedefliyor. Bir sonraki toplantı yine Mısır’da 2020’de yapılacak. Benzer biçimde Yunanistan, İsrail ve GKRY arasında düzenli toplantılar yapılıyor. Nisan 2019’da yapılan üçlü toplantıya ABD adına Dışişleri Bakanı Mike Pompeo gözlemci olarak katılmıştı.
Bölgede bunlar olurken Türkiye, 2013’ten beri kendi karasuları ve KKTC’nin 2009’da TPAO’ya verdiği yetkiyle bölgede sondaj ve arama faaliyeti yürütüyor. Ancak ne Mısır ne İsrail ne de diğer aktörlerle bir masa etrafında toplanabildi. Dahası Mısır’da Müslüman Kardeşleri destekleyerek doğrudan iç politikada taraf oldu. İsrail ile karşı karşıya geldi. Öyle ki Filistin ile İsrail bile kaynaklar için aynı masada buluşurken Türkiye İsrail ile arasını iyice açtı. Dahası Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Katar arasındaki krizde Katar’dan yana taraf oldu. Bu nedenle bu iki ülke, Türkiye karşıtı bloka yakın duruyor. Öte yandan iki ülkeyle Türkiye arasında gerilime neden olan Katar, ulusal petrol şirketiyle GKRY adına Doğu Akdeniz’de doğal gaz ve petrol arıyor. Türkiye, konuya dönük görüş belirtmiyor.
DOĞU AKDENİZ’İN ABARTILAN REZERVLERİ
Doğu Akdeniz’in gündeme taşınmasına neden olan burada 120 trilyon metreküp gaz olduğu varsayımı. İsrail ve Mısır’ın bölgede önemli gaz yataklarına ulaşması, GKRY’nin aramalara hız vermesine neden oldu. Ancak bölgede böylesine devasa kaynakların olduğuna dönük net bir rapor yok.
Öte yandan Türkiye’de bazı uzmanlar buradan Türkiye’nin 560 yıllık gaz ihtiyacının karşılanabileceğini iddia ediyor. Bu iddia hem matematiksel hem de hukuki çerçevede savunulur değil. Zaten ne Dışişleri Bakanlığı ne de Enerji Bakanlığı bu mantık dışı iddiayı sahiplendi. Örneğin GKRY, bölgede gaz kaynaklarına sahip, ancak kanıtlanmış rezervi yaklaşık 600 milyar metreküp.
“Rezerv az mı çok mu” tartışması bir yana rezervlerin varlığı otomatik olarak hazinelerin parayla dolması anlamına gelmiyor. Doğal gaz ve petrol gibi kaynakların keşfi, sondajı başlı başına maliyete sahip. Maliyete etki neden başlıca faktörler rezervlerin olduğu bölgenin coğrafi koşulları, derinlik, kullanılan teknoloji ve sigorta. Nitekim Akdeniz’de yapılan bir sondaj çalışması ortalama 200 milyon dolara mal oluyor. Öte yandan bölge kaynakları gerek derinlik gerek coğrafi koşullar nedeniyle ticari olarak şu anki teknolojiyle cazip değil. Şöyle ki buradan çıkan doğal gazın ücreti (taşımacılık maliyeti hariç) AB’de satılan doğal gaz ücretinin 1.5 katı. Üstelik bu hesaplanabilen, buna bir de ek maliyetler dahil edildiğinde bu ücret farkı 2-2.5 katına çıkıyor. Hal böyle olunca spot piyasada daha uyguna almak varken, enerjide yenilenebilir kaynakların payı git gide artarken, Avrupa neden bu gazı alsın? “Başka pazara satarız” denecekse o zaman boru hattı ve sıvılaştırma maliyeti, girilecek pazardaki rakipler ve gazı sattıkları fiyat marjı, mesafenin getirdiği yük, siyasi anlaşmazlıkların neden olduğu sigorta maliyetleri dikkate alınmalı.
ANLAŞMANIN GELECEĞİ LİBYA İÇ SAVAŞININ GALİBİNE BAĞLI
Türkiye-Libya Anlaşması’nın geleceği Libya’nın akıbetine bağlı. Libya’da 2011’den bu yana bir iç savaş var. Türkiye, Suriye’de olduğu gibi burada da taraf. Ankara, Trablus ve Mısrata merkezli İslamcı güçlerden yana ve savaşa müdahil. Zaten bahse konu olan anlaşmayı da Trablus’taki hükümetle yaptı. Buna karşın uluslararası anlaşmaları onaylama yetkisi, Tobruk’taki Temsilciler Meclisi’nde. Meclis anlaşmaya karşı olduğunu ve hükümetin güven oyu almadığı için anlaşmaya yapma yetkisinin olmadığını duyurdu.
Türkiye, BM’nin Libya resmi temsilcisi olarak tanıdığı hükümetle anlaşma yaptığı için attığı adımın meşru olduğunu savunuyor. Ancak bu hükümetin kurulmasını sağlayan Suheyrat Anlaşması hiç yürürlüğe girmedi. Temsilciler Meclisi bu nedenle hükümetin hiçbir zaman meşru olmadığını savunuyor. Kaldı ki anlaşma geçerli olsaydı dahi süresi 17 Aralık 2016’da doluyordu. “Hükümet güven oyu almadığı için süresi başlamadı” diyenlere karşı Meclis “güven oyu almayan hükümetin uluslararası adımları ve yaptığı anlaşmalar da geçersiz” yanıtını veriyor.
Libya’daki durum bununla sınırlı değil. Bir yanda meclis ve hükümet arasında ipler koparken, küresel ve bölgesel güçler farklı grupları destekliyor. ABD, Rusya, Fransa, Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri Halife Hafter’i desteklerken; Türkiye, Katar, İngiltere ve İtalya Trablus'taki İhvancı hükümeti ve İslamcı grupları destekliyor. Bunun yanında Libya ile Türkiye arasında yapılan anlaşma, Yunanistan, GKRY ve İsrail’in Hafter grubuna destek vermesine neden olabilir.
ANLAŞMA MÜDAHALENİN TEZKERESİ Mİ?
Libya ile yapılan anlaşmanın yankıları sürerken Erdoğan, Libya Hükümeti’nden davet gelmesi durumunda Libya’ya asker gönderebileceğini söyledi. Bu sözlerin önünü açansa Doğu Akdeniz konusunda anlaşmanın yapıldığı 27 Kasım’da TSK’ye bu ülkede konuşlanma imkânı sunan Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması. General Hafter’e bağlı güçlerin Trablus’a gittikçe yaklaştığı dikkate alındığında Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşma Libya’daki hükümete yardım için mi kullanılacak” sorusunu akla getiriyor.
Libya’daki mücadelede Hafter bloku galip gelirse şu an imzalanan anlaşma geçersiz olacak, bunun yanı sıra Türkiye’nin bölgesel yalnızlığı pekişecek. Üstelik daha önce savaşa dahil olmayan ülkeler de Türkiye karşısında yer alacak. Özetle bu anlaşma, 2011’de “NATO’nun Libya’da ne işi var!” diyen Türkiye’nin aynı soruyu kendisine sormadığını gösterecek ve Libya’ya asker yollamak için kamuoyunun ikna edilmesinde önemli rol üstlenecek.