Libya’da eylülden beri Buznika, Hurghada ve Kahire’de buluşan taraflar Cenevre’de dört gün süren görüşmelerin sonunda kalıcı ateşkes anlaşmasına imza attı.
BM, Afrika Birliği, Arap Birliği, Avrupa Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi’nin yanı sıra ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi uluslararası aktörler desteğini açıkladı. Biri hariç; Türkiye! Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan keyifsiz. Anlaşmaya gölge düşüren yegâne ‘dünya lideri’!
Erdoğan yönetimi, Mısır’da darbe yiyen Müslüman Kardeşler’i Libya’da iktidar eylemeye odaklı biçimsiz siyasetini ‘Mavi Vatan’ tasavvuruyla ulusal meseleye dönüştürünce izlediği stratejiyi gerçek bir arenada teste sokmuş oldu. İddia büyüdükçe meydan okumalar da büyüyor. TSK, MİT, SADAT, Suriyeli milisler ve damadın SİHA’larıyla büyütülen askeri müdahale, geçen haziranda Mısır ve Rusya’nın Sirte ve Cufra’yı kırmızı çizgiye dönüştürmesi üzerine kadük kaldı. Halbuki hedef ‘Petrol Hilali’ne ulaşıp dengeleri alt üst etmekti. Ve tabii deniz yetki alanları anlaşmasını kurtarmak için doğu sahillerini de kapsayan mutlak bir zafer gerekiyordu. Trablus’un güvenceye alınması ve müzakereyi mümkün kılacak koşulların oluşturulması birer başarı olarak ele alınsa da asıl kurgu bunların çok ötesindeydi.
Kısa gelen zafer havası Türkiye’nin Trablus’taki ortaklarını mecburen Mısır’ın inisiyatif aldığı, Rusya’nın perde arkasından kurduğu bir sürece soktu. Almanya’nın ağırlığını koyduğu, ABD’nin sonunda el attığı, BM Libya Özel Temsilcisi Vekili Stephanie Williams’ın Berlin Konferansı ilkeleri çerçevesinde sıkı bir arabuluculuk yürüttüğü bir süreç 8 Haziran’da ilan edilmiş geçici ateşkesi 23 Ekim itibariyle kalıcı hale getirdi.
Yani herkesin limitlerini gördüğü bir noktada müzakereden yana akıl öne geçti.
Bu sürecin Türkiye açısından burukluk yaratan boyutları artık daha da belirgin hale geliyor. Büyük bir işe kalkışıp savaşta taraf haline gelen Türkiye çok iddialı olduğu oyunu umduğu gibi kuramadı. Buna karşın askeri kanatta Halife Hafter ve siyasi kanatta Akile Salih’in temsil ettiği doğu güçlerini desteklediği halde Mısır görüşmelere ev sahibi olabilmeyi başardı. Mısır ve Fas’ın yanı sıra Tunus da bu işi bir tarafından tutuyor. 5+5 formatında yürütülen sıradaki toplantı 9 Kasım’da Tunus’ta yapılacak. Ülkeler arasında mekik dokuyan Williams’ın uğramadığı tek başkent Ankara oldu.
Erdoğan yönetimi 27 Kasım 2019’da deniz yetki alanları anlaşmasını imzaladığı Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) temsilcilerini sıklıkla Ankara ve İstanbul’da ağırlayarak süreci yönlendirmeye çalışıyor. Cenevre’deki pazarlıkların hemen öncesinde Libya Genelkurmay Başkanı Muhammed el Haddad Ankara’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler ile görüştü. Ne var ki çıkan sonuçlar Türkiye’ye yol verir nitelikte. Sahaya bu kadar girip de masadan dışlanmış olmanın içerdiği ders yığınlarca. Erdoğan olası bir müzakere sürecinde Hafter’in dışlandığı bir masa için bastırıyordu. Fakat Mısır, Rusya ve diğer aktörlerin ağırlığı ve sahadaki zor dengeler Hafter’in dışlandığı seçeneğe imkan vermedi.
Gelelim ateşkesin Erdoğan’ın keyfini kaçıran taraflarına. Anlaşmanın önemli iki koşulu:
- Tüm paralı askerler ve yabancı savaşçılar en fazla üç ay içinde kara, hava ve deniz yoluyla Libya topraklarını terk edecek.
- Libya içindeki eğitimle ilgili tüm askeri anlaşmalar yeni hükümet kuruluncaya kadar askıya alınacak ve eğitim ekipleri ülkeyi terk edecek.
Erdoğan imzaların üst düzey olmadığı gerekçesiyle “Güvenilirliği bana göre çok da olabilecek gibi değil” diyerek anlaşmaya gölge düşürdü. UMH adına Tümgeneral Ahmed Ebu Şahme, Hafter adına Tümgeneral Ahmed el Amami’nin imzaladığı anlaşmada BM temsilcisinin de imzası var. Anlaşma BM Güvenlik Konseyi’ne de gönderildi.
Milisler ve yabancı savaşçılarla ilgili madde hatırlatılınca Erdoğan hiç üzerine almayıp parmağını Ruslara çevirdi: “Wagner gibi paralı askerlerin üç ay içerisinde oradan çekilmesinin ne denli doğru ve sağlıklı olup olmadığını bilemiyoruz.”
Anlaşma bütün milisler, yabancı savaşçılar ve Libya’da bulunan askeri eğitimcilerin çekilmesinden bahsediyor.
Tabii anlaşma detaylara girmediği için taraflara farklı yorumlama fırsatı da veriyor.
Türkiye’nin ‘eğitim desteği’ adı altında Libya’da bulundurduğu askeri uzmanların yanı sıra savaşın planlanması ve yürütülmesinde etkili olan asker ve istihbaratçıları sahada. Hafter tarafı anlaşmanın ilgili maddesinden sadece Suriyeli milislerin değil tüm Türk askeri unsurlarının çekilmesini anlıyor. Hatta anlaşma uyarınca Türkiye’nin fiilen kullandığı Vatiyye Hava Üssü, Mısrata Limanı ve Mitiga Havalimanı’ndan çekilmesi gerektiğini de savunuyorlar.
Ankara’nın yaklaşımı malum; “BM’nin tanıdığı meşru hükümetin daveti ile Libya’dayız” denilecektir. Trablus’ta Türkiye’ye yakın duran kanatlar da şimdiden “Çekilme koşulu meşru hükümetle anlaşmalar çerçevesinde Libya’da bulunan güçleri kapsamıyor” der gibiler.
Eski BM Özel Temsilcisi Ghassan Selame, BM Libya’ya Destek Görevi’nin süreci gözlemleyeceğini söylüyor. Ama ortada ateşkesi denetleyecek, milisler, savaşçılar ve yabancı eğitmenleri çıkartacak bir mekanizma yok. Bu da sürecin dallanıp budaklanacağı anlamına geliyor.
Bu minvalde özellikle Türkiye ve Rusya dikkatlerin odağında olacak iki ülke. Hafter’in ana finansörü Emirlikler açık oynamadığından radardan daha kolay kaçabiliyor.
Erdoğan’ın tepkisinden Türkiye’nin kolay kolay güç çekmeye yanaşmayacağı anlaşılıyor. Muhtemelen Ruslar Türklerin, Türkler Rusların hareketlerine bakarak tutum belirleyecek. Wagner grubuna bağlı güçler Cufra Hava Üssü ve Sirte yakınlarındaki Gardabiye Üssü’ne yerleşmiş durumda. Wagner’in farklı ülkelerden taşıdığı milisler de var. Ateşkes metninin bir BM Güvenlik Konseyi kararı ile desteklenmesi durumu değiştirebilir.
Asıl, anlaşmanın yerelde ne kadar sahiplenildiği önemli. Hafter’in komutasındaki Libya Ulusal Ordusu Sözcüsü Ahmed el Mismari “Cenevre Anlaşması’na tamamen bağlıyız” derken UMH’ne bağlı Libya Ordusu Sözcüsü Muhammed Kanunu, Erdoğan’ın hissiyatına tercüman oldu: “Cellat ve kurbanın eşit tutulduğu hiçbir barış sürecinin başarısına güvenmiyoruz."
Aslında Trablus güçleri arasındaki bölünmüşlükler nedeniyle ateşkes ile ilgili yekpare bir destek ya da köstek görüntüsü çıkmıyor. 5+5 Askeri Komitesi içinde Trablus güçlerini temsil edenlerin UMH Başkanı Fayiz el Serrac’a yakın olduğu, hükümetteki Müslüman Kardeşler bağlantılı temsilcilerin ise bundan rahatsız olduğu aktarılıyor. Türkiye ile anlaşmalara ‘yetkisiz olduğu’ gerekçesiyle aylarca direnen, bu konuda Müslüman Kardeşler’in baskısı altında kalan ama Hafter’in Trablus kuşatması karşısında Türk desteğini garantilemek için mecburen rıza gösteren Serrac da nihayetinde mutsuzluğunu geçen ağustosta patlak veren olaylar sırasında açığa vurmuştu. Serrac, Ankara’yla yakın çalışan İçişleri Bakanı Fethi Başağa’yı açığa almış, sonra geri adım atmış ve bir süre sonra da görevi kurulacak yeni hükümete bırakmaya hazır olduğunu açıklamıştı. Bu bölünme Ankara’nın keyfini daha da kaçırmıştı.
Anlaşmanın maddeleri arasında “Ateşkes BM tarafından belirlenmiş terörist gruplar için geçerli olmayacak” hükmü de var.
Bu, Hafter tarafının parmak sallaya sallaya kullanacakları bir madde.
Yine anlaşmaya göre “Cephe hatlarındaki tüm askeri birlikler ve silahlı gruplar kamplarına dönecek.” Açıkça belirtilmemekle beraber genel algı bu maddedeki hedef bölgenin Cufra, Sirte ve Petrol Hilali olduğu yönünde. Yine anlaşmaya göre silahlı güçlerin çekildiği yerlerin güvenliğini temin için ortak askeri komite ve ortak operasyon odası kurulacak. Güvenlikteki ortaklığın güçlerin birleşmesine yönelik bir ilk adım olması öngörülüyor. Bu daha önceki toplantılarda da tartışılan bir mesele. Bu konuda çatışan taraflar ve destekçileri arasında çekinceler mevcut. Mısır ‘terörist’ olarak gördüğü Müslüman Kardeşler ve benzeri yapıların ulusal güce dönüşmesine sıcak bakmıyor. Türkiye de ‘darbeci ve gayrimeşru’ dediği Hafter güçlerinin ulusal orduya dönüşmesine karşı. Ankara bunun yerine Trablus’taki güçleri eğitip düzenli orduya dönüştürmeyi hedefliyor.
Fakat BM’nin himayesindeki süreç uçurumdan aşağıya atılmazsa sonunda ortak bir hükümet kurulacak. Sonra seçimlere gidilecek. Bu ortak yapıda Türkiye’nin çıkarlarını gözeten kesim minimize edilmiş olacak. O vakit ikili anlaşmaların yanı sıra ateşkeste bahsi geçmeyen Vatiyye ve Mısrata üslerinin Türkiye’ye tahsisi gibi planlar daha da zora girecek.
Hedefler ve sonuçlar dikkate alındığında hazirandaki tökezlemeden sonra Libya politikasının ikinci hezimeti bu ateşkesle gördüğü söylenebilir.
Erdoğan’ın hayallerine denk gelen bir gelişme olmasa da her halükarda bu ateşkes anlaşması kanlı çıkmazın sonunu getirmek için önemli bir hamle. Bakalım bozgunculuk kimin hesabına yazılacak?