Dış politika rant odaklı yürütülürse ne olur? Suriye’den Libya’ya, Azerbaycan’dan Afganistan’a gözleri velfecr okuyor. Fırsat savaşçılığı! Evet dönemin alamet-i farikası. Klasik literatürdeki ganimetçilik savaşa yapılan yatırımın fırsat tarafını betimliyor. Rant olunca rıza ve kılıfına uydurma yani anlaşma işin içine giriyor; ekonomik içerik kazanıyor. Ganimetten sonra rant. Fırsatçılığın çatışma ve uzlaşmayla devamlılığı. Bir tandem sanki.
Suriye’de fetih coşkusunun taşıyamadığı kirlilik biraz daha konuşulur hale geliyor. Karabağ savaşından sonra 5’li akbaba Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’a bile “Aaaa onlar burada mı” dedirtecek kadar aceleyle yük kaldırıyor. Bu çarkı ‘ulusal çıkarlar’ çerçevesine oturtanlar sadece bir aldatmacaya hizmet ediyor. Afganistan’da Amerikan müdahalesinin enkazının Bekçi Murtaza'ya kesilmesinin arkasında da Batı’da kabul görme arayışının yanı sıra çıkarları garantilemek var.
Peki bir mermi, bir Bayraktar koyup 10 anlaşma kaldırmanın mantığıyla gittikleri Libya’daki durum nicedir? Türkiye, Libya’da çıkarlarını takip eden öteki aktörlerden farklı olarak savaşa müdahil bir ülke; askeriyle, istihbaratıyla, milisiyle.
Çatışma sürecinde lehte duran bu pozisyon ülke barışı ararken sorunun temel kaynağına dönüşüyor.
Şimdi “Biz olmasaydık Trablus düşerdi” diye Libyalıların başına kakılan askeri müdahalenin karşılığı isteniyor. Hangi işin hangi Türk şirketine verileceğine dair listeler masaya konuluyor. Libya’da hasım tarafları bir araya getiren uzlaşı hükümetini de zorlayan bir ısrar.
***
Libya’nın önünde BM destekli bir yol haritası var. Askeri ve güvenlik yapılarının birleştirilmesi, egemen kurumlara üç bölgeye göre atamalar yapılması, anayasa referandumuna ve ardından 24 Aralık’ta seçime gidilmesi öngörülüyor. Geçen ekimde varılan ateşkes anlaşmasına göre yabancı güçler ve paralı askerlerin 90 günde çekilmesi gerekiyordu. Bu mesele yeni sürecin en dikenli konusu. Sürecin zaten kendi zorlukları haddinden fazla ama “oyunbozan faktör” olarak Türkiye’nin askeri varlığı bütün platformlarda ana sorun olarak ele alınıyor. Türkiye’nin karşısında çok uluslu bir ‘çağrı cephesi’ şekilleniyor. Sonunda ABD de daha temkinli bir yaklaşımla buna ortak oldu. Washington başında Türkiye’nin askeri dahlini Rusya’nın önünü kestiği gerekçesiyle olumlu buluyordu. Fakat Amerikan istihbaratı da artık Türkiye’nin artan etkinliğini bir sorun olarak rapor ediyor. Biden yönetiminin BM’nin yol haritasına desteği daha belirgin.
23 Haziran’da Berlin’de düzenlenecek ikinci Libya konferansının öncesinde diplomatik trafik kızışmıştı. Ankara’nın Libya’daki rolüne işaret eden çok. Tabii olumsuzluk anlamı yükleyerek.
Halife Hafter saflarındaki Wagner güçleri nedeniyle Rusya da muhatap ama bütün tartışmayı mıknatıs gibi üzerine çeken Türkiye. Ankara şimdiye dek ekonomik karşılık bulmadan çekilme takvimi vermeye yanaşmadı.
Brüksel’deki NATO zirvesinden hemen önce Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu başkanlığında kalabalık bir heyeti Trablus’a gönderip Libyalı ortakların ayaklarını sabitlemeye çalıştı. Heyette Savunma Bakanı Hulusi Akar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, MİT Başkanı Hakan Fidan, C. İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve C. Sözcüsü İbrahim Kalın vardı. Tam tekmil fetih kadrosu.
Fakat Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Abülhamid Dibeybe’ye ‘sağlam dur’ diyen bu ziyaret uzlaşma sürecinin öteki kanatlarını fena kızdırdı. Zararı da Dibeybe’ye dokundu. Dibeybe, Ankara’nın müdahalelerine karşı açık pozisyon almadığı gerekçesiyle Temsilciler Meclisi’nde topa tutuldu. Geçen pazartesi Dibeybe’nin sunduğu bütçe üçüncü kez reddedildi. Görünür nedenlerden birisi Başkanlık Konseyi’nin Temsilciler Meclisi’ne danışmadan istihbarat şefi atamasıydı. Diğeri ise egemen kurumlara atamalar konusunda Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid el Mişri’nin uzlaşmaz tutumuydu. Müslüman Kardeşler’in adamı Mişri, Erdoğan’a yakın bir isim. Fakat oturumda yumrukların konuşmasının nedeni bunlar değil Türk heyetinin ziyaretiydi. Temsilciler Meclisi Savunma ve Ulusal Güvenlik Komitesi Başkanı Talal el Mihub ziyareti Libya devletinin egemenliğinin ihlali olarak niteleyip Türk askeri ve milis varlığını sorguladı. Milletvekili Misbah Duma ise “Akar özel bir ziyaretteyse fotoğraf çekimine gerek yoktu. Ama geldi ve fotoğraf çektirdi. Bu bir hakarettir. Kendini Libya ordusunun başkomutanı olarak gören Başkanlık Konseyi’nden bunun hesabı sorulmalı” diye çıkıştı. Milletvekili Abdulvehhab Zuleyh de Duma’yı susturmaya yeltendi. Duma daha da sertleşti: “Biz Libyalılar, Türklerle bugün değil, 1825'ten beri savaşıyoruz. Bu mecliste Türkler varsa bırakın gitsinler. Burası Libyalıların meclisidir.”
Tartışma yumruklaşmaya kadar vardı. Bu zeminde Türkiye, Libya ile sağlıklı ve istikrarlı bir ilişki kurabilir mi? Bu meselenin bir de seçim sonrası var. Diplomasiyi askerileştirmenin Libya’ya yansımaları bunlar.
Mihub’a göre bütçe tasarısının reddedilmesinin asıl sebebi Türk heyetinin izinsiz ve habersiz ziyaretiydi.
Meclis Başkanı Akile Salih de isim vermeden birilerinin seçim sürecini sabote etmeye çalıştığını öne sürdü.
Bu arada Bingazi’de bir araya gelen 15 parti ve hareket ülkenin egemenliğinin tesisi ve seçim sürecinin selameti için yabancı güçlerin çekilmesi gerektiğini belirten ortak bir açıklama yaptı.
Yine Libya Dışişleri Bakanı Necla Menguş 20 Haziran’da Kahire’deydi. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri ve Devlet Başkanı Abdülfettah el Sisi ile görüşmesinde verilen mesajlar yabancı güçlerin oyalama olmadan çekilmesi yönündeydi. Sisi dün Yunan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’i ağırlarken aynı şeyleri tekrarladı.
Kahire-Ankara arasındaki normalleşmenin deklare edilmeyen şartlarından biri Türkiye’nin Libya’dan çekilmesi. Arap kaynaklara göre Mısır normalleşme için yazılı taahhüt istedi; Türkiye’nin askerlerini çekmeyi reddetmesi üzerine görüşmeleri erteledi.
Geçen perşembe Trablus ve Bingazi’ye giden Mısır İstihbarat Şefi Abbas Kamil de, Dibeybe’nin Türk askeri varlığıyla ilgili sessizliğini çözmeye çalıştı. Kamil, Hafter ile Trablus güçleri arasında uzlaşma zemini aradı. Bu arayış Hafter’in siyasi sürece dahil edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. 20 Nisan'da da Mısır Başbakanı Mustafa Medbuli 11 bakanla Trablus’taydı.
***
İşin doğrusu barışı inşa sürecinde Türkiye’nin zemin kaybettiği çok aşikar. Ulusal Mutabakat Hükümeti ve Başkanlık Konseyi üyeleri birbirine hasım pek çok tarafın desteğini almaya çalışıyor. Yani Türkiye yanlısı gözükenler de yumurtaları farklı sepetlere dağıtıyor. Ayrıca Türkiye’nin rakipleri de ardı ardına Trablus’a demir attı. Türkiye’nin yumrukla garantilediğini sandığı pastanın paydaşları çoğalıyor. Elinde silahla projektöre yakalanan da bir tek Türkiye.
Türkiye’nin kendi adamı saydığı Dibeybe haziran başında dışişleri ve ekonomi bakanlarını yanına alarak Paris’te Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a konuk oldu. 23 Mart’ta da Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el Menfi, Elysee Sarayı’ndaydı. Bu Menfi’nin ilk yurt dışı gezisiydi.
Macron’un üzerinde durduğu konular şunlardı:
- Tüm yabancı asker ve milislerin çekilmesi.
- Cihatçıların Avrupa topraklarına sızmasına karşı önlemler.
- Libya’daki durumun Sahel ülkelerini etkilememesi. (Malum Çad Devlet Başkanı İdris Deby, Libya’dan gelen Çadlı isyancılar tarafından öldürülmüştü.)
- Libya’daki istikrarsızlığın Avrupa üzerine göçü artıracağı korkusu.
Macron ayrıca Dibeybe’den Türkiye’nin gündemine ilişkin net olmasını bekliyor.
Menfi’nin Paris ziyaretinden iki gün sonra Fransa, Almanya ve İtalya Dışişleri Bakanları Trablus’taydı. Bu üçlü ziyaret Paris’in biraz yol aldığına işaret ediyordu. Bir süre sonra Almanya, Berlin konferansı için kollarını sıvarken İtalya da Biden yönetimini Libya gündemine çekmek için Dışişleri Bakanı’nı Washington’a gönderdi.
Geçen hafta Macron’un Biden’la ilk buluşmada da Libya meselesine özel ağırlık verdiği anlaşıldı. Politico’ya göre Macron, NATO’dan hemen önce G7 zirvesinde bir yol haritası sundu. Bununla özellikle Biden’ı Türk ve Rus liderlerle görüşmesinden önce etkilemeye çalıştı. Yol haritası üç aşamalı bir çekilme öngörüyor. Buna göre önce Suriyeli milisler gidecek. Bunu Wagner grubu izleyecek. Sonra Türk askerleri çekilecek. Ardından Hafter ile Trablus-Mısrata merkezli ordular birleşecek.
ABD’nin Trablus Büyükelçisi Richard Norland’un Libyalı taraflarla temaslarına bakılırsa kurumların birleşmesi, yabancı savaşçıların geri çekilmesi ve seçim sürecinin ilerletilmesinin ana gündem olduğu anlaşılıyor.
Ekonomik fırsatlar açısından da Fransızlar ve İtalyanların önünün açık olduğu görülüyor. Bir kere Dibeybe Paris ziyaretinde daha önce iki taraf arasında güvenlik, enerji, altyapı ve yatırım sektörlerinde imzalanmış anlaşmaların uygulanması, askıya alınan projelerin yeniden başlatılması ve 2002’den beri toplanmayan Fransa-Libya Ortak Komitesi’nin çalıştırılmasını istedi. Öncesinde Roma’da İtalyanları temin eden açıklamalar yapmıştı. İki ülke arasında 2008’de imzalanan ortaklık ve işbirliği anlaşmasının hayata geçirileceğini söylemişti.
***
Özetle Türkiye’nin askeri varlığı Berlin konferansının ana gündem maddesi olacağa benziyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken de Berlin'e geliyor. Erdoğan baskıların erişeceği boyutun farkında olmalı ki Brüksel’de Macron’a yabancı savaşçılar ve paralı askerlerin çekilmesi konusunda işbirliği sözü verdi. Görüşmenin içeriğini aktaran Macron’du. Erdoğan’ın sözü sadece Libya değil Afrika’nın diğer bölgelerinde de Fransızların Türklerle birlikte çalışabileceğine dair esnek bir yaklaşımı içeriyordu. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian de tılsımı bozmak istercesine “Bir tür sözlü ateşkes var; eylem anlamına gelmiyor. Doğu Akdeniz, Libya ve Suriye başta olmak üzere hassas konularda Türkiye'den adım atmasını bekliyoruz” deyiverdi.
Tablo bu. Yine de Türkiye kendinden emin. Ki Akar, Trablus’ta Hafter’i doğrudan hedef alıp “Türkiye Libya’da yabancı güç değildir” ifadelerini kullandı.
Türkiye, Libya’da önce vekâlet savaşına, ardından kendi güçleriyle doğrudan savaşa bodoslama girmeseydi bugün barışı inşa çabalarında çok daha etkili olabilirdi. Farklı bir yol Türkiye’nin Libya’da iş yapma potansiyelini de yok etmezdi. Ganimetçi ve rantçı dış siyasetin ürettiği çelişki kadar stratejik kazanım getirmediği ortada.