Eyvah eyvah. Boğaziçi Üniversitesi kavgası gide gide yedi genç öğrencinin boynunun ipe geçirildiği bir siyaset meydanına dayandı. Siyaset sahnesinin en netameli tiyatrolarından biri akademi bahçesinde oynanıyor. Eyvah eyvah. Ortada Kabe’ye tahkir içeren bir hareket bulunduğu doğru tabii ki, camiye bira kutusuyla girildiği ne kadar doğruysa, Kabataş’ta kucağında bebek olan bir başörtülü kadına saldırıldığı ne kadar doğruysa o kadar doğru. Gel gelelim sözüm ona muhalefet sıraya girmiş iktidarla tepki yarıştırıyor. O koca koca muhalefet heyetleri içinde bir tane mi aklı başında, hukuk bilen, iftirayla genç hayatların karartılmasını kabul etmeyecek kimse yok? Olacak iş mi bu?
Hakaret, kasıt gerektirir. Hakaret, kasıtın yanında bir söz veya eylem gerektirir. Hangi söz, hangi hareket hakaret oluşturuyormuş? Kabe fotoğraflı afişin sergi hazırlığı sırasında yere konulmuş olması mı? Yurttaşların duygularını gıcıklayıp oylarını cebe indirmek için şehir, kasaba, köy meydanlarına koydurduğunuz Kabe maketleri saygı da çimlerin üstündeki afiş mi hakaret? İktidar mensupları aynı imgeyi pastalara çizip kesip yerken saygı gösterisi mi yapıyordu? Şahmeran figürü mü hakaret? Gidin Diyarbakır’ın, Mardin’in, Urfa’nın mütedeyyin insanlarının evlerine, duvarda iki imgeyi birden görürsünüz, neresinde bunun hakaret? Gökkuşağı mı hakaret? LGBTİ+ bireyler toplumsal, hukuki ve politik mücadelelerinde sembol olarak kullanıyor diye mi hakaret oluyor gökkuşağı? Alaimisema? Olacak iş mi bu? Anayasal eşitlik ilkesini herkesin çöpe atmasını mı istiyorsunuz, siz çöp sayıyorsunuz anayasayı diye?
Peki, iktidar dini ve dine dair her alameti, her beyanatı, her yorumu tekeline almış, dahası bu tekeli devletin bütün kurumlarını dinselleştirerek anayasayı yerle bir ediyor, muhalefet buna itiraz edeceğine neden onunla tepki yarışına girer? Nerede ifade özgürlüğü? Nerede akademik özgürlük? Nerede eşitlik? Nerede fobik tutumlara karşı mücadele eden ehil siyaset anlayışı? Yurttaşları ahlaken ve hukuken haksız bir linçe, yedi gencin hayatını karartmaya kışkırtan iktidardan geri kalmayarak hangi daha iyi toplumu nasıl kuracakmışsınız siz? Sivas’ta insanlar böyle oyunlarla yakılmadı mı? 6-7 Eylül pogromu böyle oyunlarla yaptırılmadı mı? Maraş, Çorum katliam suçları böyle senaryolarla işlenmedi mi? Hem sizin fikir özgürlüğünden anladığınız nedir, inanç özgürlüğünden anladığınız nedir, ifade özgürlüğünden anladığınız nedir? İktidarla aynı şeyleri anlıyorsanız niye açıkça ortaklığınızı ilan etmiyor da farklı partiymiş gibi yapıyorsunuz?
MİNİ PORTRE: MELİH BULU
Boğaziçi Üniversitesi kavgası akademik sahnede kurulmuş siyasi bir kavga. Kavga sahneye bir aktör sürülmesiyle başladı. Aktörün “rektör” sıfatıyla atanması durumu değiştirmiyor hatta bir tür profesyonel rektör olması bile değiştirmiyor. Son beş yılda tek işi rektörlük. Profesyonel rektör, görünüşe göre. En son Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atandı. Olamadı ama atandı. Olamadı ve olamayacağını da kanıtlamak için çırpınıp duruyor; nefret suçu içeren sosyal medya paylaşımı mı yaparmış bir rektör? Öğrencileri korumadan neyin rektörlüğünü yapacakmış?
Boğaziçi’ne uzak değil ismen, yüksek lisansını ve doktorasını orada yapmış. Ders almışlığı az sayılmaz ama ders vermişliği yok. Rektörlüğünün kendisi Boğaziçi’ne bir ders aslında, kasti bir karar yani; yoksa üniversitenin akademik zümrelerinde hiç yer almamış biri niye rektör olarak atansın? Verilen bu derse gönüllü olmasa niye atamayı kabul etsin? Akademik bir yapıya siyasi ders olarak atanmasının hakkını vermeye çalışıyor canla başla. Sadece canla başla çırpınabilir, başka sermayesi yok çünkü. Akademik alanın siyasi aktörü. Gerçek bir aktör, yazılan rolü oynama dışında yapabileceği bir şey yok. Atamadaki görevi rolünün siyasi değil akademik olduğuna inandırmak bile değil. Makyavelist bir hamlenin Rousseau tipi aktörü; ama Rouessaucu değil tabii ki: Temsilin türlü çeşit oyunları arasında çürüyüp gitmiş genel iradenin yerini gasp etmiş özel iradenin kararnamesinden düşme bir aktör. Oynamaya çalışıyor o da rolünü, çalışıyor ama olmuyor bir türlü çünkü onu oyuna sürenler için ne yapsa başarılı sayılacağına dair hiçbir fikri yok. Replikleri verilmemiş kendisine. Nutuk atsa hatip değil, vaaz verse imam değil, atanabilen rektör ama seçilebileni değil.
Maske takmaya çalıştıkça maskesi düşüyor, AK Parti Sarıyer ilçe kurucusu değil (parti 2001’de kuruldu, 2002’de seçime girdi, Melih Bulu’nun partiye giriş tarihi 2003), Ali Dinçer’in danışmanı değil, CHP’yle bir ilişkisi olmuş değil. Siyasi sahneye hevesi hep varmış ama olmamış bir türlü, belediye başkanı olmak istemiş, duymamışlar, vekil olmak istemiş dinlememişler.
Son beş yılda işler değişmiş ama, şansı açılmış. İstinye Üniversitesi kurucu rektörü 2016-2019. Haliç Üniversitesi rektörü, 2020. Üçüncü rektörlük tuğu Boğaziçi Üniversitesi. Şansı son beş yılda niye açılmış? Gaybı bilemeyiz ama aşikar olanlar da yeterli durumu anlamak için: İktidar partisi 2010’dan başlayarak görünür biçimde bir kabuk değişimine yöneldi, birlikte yola çıkılan günlerdeki etkili, cefakar, yük taşıyan karakterler birer birer uzaklaştırıldı, yerine yapıdan uzak figürler monte edildi. “Etkili bir şahıs liderliğindeki kudretli parti heyeti” fikri yerini etkisiz figürinlerle doldurulmuş sanal heyetlerin üstünde tek başına hüküm süren kült lider fikrine bıraktı. Kamu ve özel sektörün kimi isimleri bu dönemde parti vitrinlerinde arzı endam etmeye başladı: Efkan Ala, Süleyman Soylu, Mehmet Uçum, Yiğit Bulut, Numan Kurtulmuş… bu değişimin ruhunu belirleyen şey de anlaşılmaz değil: Reisin borçlu olabileceği kişiler sahneden birer birer alınır, yerine sadece reise borcu olanlar oturtulur. Mevcut iktidar konfigürasyonu içinde reise borcu olmayan, yani reisin tensip etmesinden başka herhangi bir özelliği olan hiç kimse yok.
İşte atanmış ama atanamayan rektör Melih Bulu bu dönüşümün öne çıkardığı isimlerden; dil bildiği kesin olduğu için hırsı Boğaziçi ile ödüllendirilmiş anlaşılan. Üniversiteyi parti lokal işletmesine çevirme kabiliyeti olduğu kesin, inovasyon diyerek geldi. Kapıya kelepçe takılmasına inovasyon dedi. Protesto eden öğrencilerin kapıları koçbaşı ile kırılırken atama hareketinin sembolik tekrarına şahit oluyorduk. Televizyonlara çıktı olmadı, öğrencilerle buluştu tutmadı, akademideki zümreler de istemeyiz dediler, bir yardımcı bile bulamadı. Atandı ama atanamadı. Atanamayan rektör olmayı bile sindirdi, çünkü alacaklı değil borçlu.
Hiçbir şey tutmayınca bu yol icat edildi: Gezi günlerinde hiçbir yol tutmayınca Kabataş’ın Dolmabahçe’nin icat edilmesi gibi. İşin içine Diyanet, İçişleri Bakanlığı, İstanbul Valiliği herkes katıldı. Bir seferberlik çünkü bu: Kapısı kırılan çocukların direnci kırılamayınca, dinsel alametler eşliğinde hakaret uydurması bulundu. Buna eşlik eden kendine hukukçu demesin, dindar demesin, teolog demesin, siyasetçi hiç demesin.