Linç ittifakı*
Asıl ihraç edilmesi gereken, bir vatan düşmanına saldırdığına inandırılmış, ‘kandırılmış’ Osman Sarıgün değil, onu kandıran siyaset ve yönetme biçimidir. Yoksa bir çaresiz çiftçi gider bin ‘öfkeli genç’ bulunur. Nice yoksul haneye şehit cenazeleri döner; nice gençler, nice dedeler nice Kılıçdaroğlular hedef gösterilir, linç edilir.
Mehmet Efe
Ülkenin Cumhurbaşkanı, yani tüm ülkenin başkanı olmaya, herkes için hukuku koruyup üstün tutacağına, siyasi olarak tarafsız olacağına namusu ve şerefi üzerine yemin ederek devlet başkanlığı görevini emanet almış kişi, işi gücü bırakıp, geçtiğimiz yerel seçimler süresince, her bir seçim bölgesinde, sanki orada aday olan kendisiymiş gibi tüm gücüyle kampanyalar yürüttü.
Kampanyası boyunca AKP-MHP İttifakına oy vermeyi, ülkenin bekasını korumakla eşitledi. Kendileri dışında siyaset yapan ve onları destekleyen herkese ya doğrudan ya da dolaylı olarak ısrarla terörist veya hain dedi. Hatta, söylemini, ben halka terörist demedim, halktan bizim dışımızda oy isteyenlere (yani milletin bizi desteklemeyen iradesine) terörist dedim diyecek noktalara taşıdı.
Devletin başı, AKP-MHP ittifakı, tüm milletvekilleri, bakanları, memurları, medya aktörleri, trolleri, maaşlı/gönüllü propaganda ağızları, milli bir seferberlik halinde belediye seçimleri için, beka sorunu dediler. Cumhurbaşkanı imzalı broşür bildirilerde muhalefet partilerini “Zillet İttifakı” olarak boyadılar.
8 Mart’da on yedincisi yapılan kadınlar yürüyüşünü polis barikatlarıyla, coplarla, köpeklerle kışkırtmaya çalıştılar, kadınlar sessizce dağılmayı reddedince, akıllara seza bir video montajını kullanarak “Ezanı protesto ediyorlar” diyerek inanılmaz bir fitneye başvurmakta tereddüt etmediler. Yürüyüşü tertip edenler “hayır öyle bir şey yapmadık” dedi ama devletin başı ısrarla aynı yalanı devam ettirdi, gittiği her şehirde tekrarladı.
Cumhurbaşkanı camilerde kendisine temennalar söyletti, bazen mitingi için namazlar bekletildi, kendi mitingleri sırasında okunan ezana susmak akıllarına gelmedi ama ezanı bile kendilerini protesto ettiklerini düşündükleri vatandaşlarına karşı bir nefret silahına dönüştürmekte hiç tereddüt etmedi.
Kendisine hakaret etmenin kanunla suç sayıldığı Cumhurbaşkanı, devletin tüm gücünü arkasına alarak herkese hakaret ettiği, tehdit ettiği, iftira ettiği kampanyalar yürüttü. Onlarca araç, zırhlı, koruma, tepede helikopterle şehir şehir belediye seçimleri için dolaşıp miting yaptı. Geçtiği her yerde hayat en az 1 saat durduruldu, hastaneye gidecek arabalar, adliyeye gidecek insanlar, acil işi olan vatandaşlar o geçmeden geçemedi.
Yeni Zelanda’da iki camiye düzenlenen beyaz ırkçı terörist saldırısını da derhal kampanyasının malzemesine katmaktan çekinmedi. Her makul insanın çizgiyi aşmak olarak değerlendireceği bu acı talanı orada da durmadı.
Dünyada vicdanı olan herkesin ‘yaymayın, kurbanlara saygısızlık, katillerin amacına destek olur, katliamı normalleştirmeyin!’ diye veryansın ettiği videoyu, Camide kurşunlanarak katledilen kadınların, çocukların katilleri tarafından çekilen videoyu, seçim mitinglerinde halka izletmeye başladı!
Dünyaya insanlık, barış ve tüm halklarıyla kucaklaşmanın muazzam bir örneğini sergileyen Yeni Zelanda yönetimi, ‘Teröristlerin Cami katliamı görüntülerine bilerek sahip olanlara 10 yıla kadar hapis, paylaşanlara 14 yıla kadar hapis, bulunduran internet sunucularına her kopyası için ilave 137 bin dolar para cezası’ verirken, Müslüman Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, tüm dünyanın gözleri önünde o videoyu seçim mitinglerinde halka izletti. Tam da teröristlerin istediği şeyi yaptı yani! Tekrar tekrar.
İzan ve vicdan sahibi zihinler, katilin bakış açısıyla, savunmasız canlara kurşun sıkarken çektiği katliam videosunu, seçim mitinginde olduğu gibi halka izletmenin nasıl bir sorumsuzluk, nasıl bir kalpsizlik, nasıl bir mezar soygunculuğu olduğunu ifade etmekte zorluk çekerken, Cumhurbaşkanı kampanyasını kara propaganda hayallerini zorlayacak yeni sınırlara taşıdı: Ülkenin yarısına tekabül eden muhalefetin ana partisinin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel olarak dünyada terör problemi hakkında yaptığı konuşmasının “Tabii dönüp İslam Coğrafyasına da bakmamız gerekiyor” dediği bölümü katliam videosunun hemen arkasından montajlanmış olarak halka izletti.
Eğer benim gibi orada değil idiyseniz şu tarihi ve mitingi gözlerinizin önüne getirmeye çalışın:
28 Mart 2019 günü yani yerel seçimlerden üç gün önce, Ankara Çubuk’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim mitingi var. Onbinlerce insan doldurmuş meydanı. Çocuklar, gençler, yaşlılar, öğrenciler, memurlar, bir Türkiye tablosu halinde tıklım tıklım doluştukları alanda Devlet Başkanlarını dinliyorlar.
Erdoğan ittifaklarına neden oy verilmesi gerektiğini, seçimlerin neden beka sorunu olduğunu, Yeni Zelanda’daki cami katliamının hedefinin kendisi ve Türkiye olduğunu her zamanki üslubuyla anlattıktan sonra sahnedeki dev ekranı işaret edip herkesi izlemeye davet ediyor.
Korku ve gerilim filmlerinde kullanılan tarz ve tempoda bir müzik eşiliğinde, 28 şubat sırasında irtica tehlikesini gösteren özel haber montajlarının yanında çok amatör kalacağı profesyonel bir kurgu ile üretilmiş video, katillerin kendi çektikleri katliam görüntüleri, alandaki tüm halka nefes almayı unutturacak kadar etkili bir şekilde başlıyor. Gençler ve ellerinde bayraklarıyla babalarının omuzundan sahneye bakan çocuklar, önce katliamı müzik eşliğinde, sonra orijinal kurşun sesleri ile, tüm detaylarıyla izliyor. Kurşunların yüzü koyun uzanmış bedenlere sarsarak saplanırken çıkardıkları o tok çatırtıyı bile duyarak. Katliamın videosu ara vermeden Kemal Kılıçdaroğlu’nun görüntüsüne geçiyor.
Hayatlarında ilk kez gerçek insanların gerçek kurşunlarla bir camide katledilişlerini, katliam silahının üzerindeki İslam ve Türk düşmanı sloganlarla birlikte, adeta oradaymış gibi izleyen Müslüman halkın gözlerinin içine, oracıkta, ara vermeden, düşünmesine dahi fırsat bırakılmadan, adeta katliamın bir parçasıymış gibi Kemal Kılıçdaroğlunun görüntüleri dayatılıyor.
Kılıçdaroğlu’nun terör konusundaki konuşmasından İslam coğrafyasını da sorumluluk almaya çağırdığı kısım veriliyor sahneden.
“İslamiyet üzerinden insanların birbirlerinin nasıl katlettiklerini görüyoruz” diyor Kılıçdaroğlu, “İslam dünyasından kaynaklanan terör,” zaman burada yavaşlıyor, cümlenin gerisi bekliyor, Erdoğan işaret parmağını kaldırıp “işte burası çok mühim” derce dev ekrana yöneltiyor, Kılıçdaroğlu’nun cümlesi devam ediyor: “bütün dünyada farklı yorumlara yol açtı. İslam dünyasının da oturup düşünmesi gerekir.” Hepsi bu. Dört cümle. Seçilip katliam videosuna bağlanmış bu dört cümle.
Son Kılıçdaroğlu cümlesinden sonra müzik, gerilim filmlerinde, kahramanın ağır çekimle yüksekten düştüğü anın karakterine bürünüyor, 10 saniye sürüyor bu. Başka hiçbir ses duyulmuyor. Birden tekrar kurşun sesleri başlıyor, son kurşun sesini Erdoğan’ın gür sesi izliyor:
“Kardeşlerim, şimdi bu adamın, Avustralyalı o senatörden ne farkı var?” (Başında yumurta kırılan İslam düşmanından söz ediyor) “O da aynı bu da aynı. Ne diyor? ‘İslam dünyasından kaynaklanan terör’ diyor. Kim bu? Bay Kemal!” Devletin başı, Cumhurbaşkanı, mahalle trollerinin kibarca “gavur” demek için icad ettikleri hitapla, ülkenin ana muhalefet liderine “Bay Kemal” diyor. Meydandaki binlerin içinde yükseltilmiş, ustaca kışkırtılmış tiksinti duygusunun tam ortasına fırlatıyor “Bay Kemal”i.
Her mitingde farklı hakaretlerle doldurdu cümlelerini. Mesela Tekirdağ mitinginde şöyle demişti: “Bay Kemal; sen terörün kaynağının İslam dünyası olduğunu söylemeye ne yetkilisin, ne ehilsin. Sen önce kendini gözden geçir kendini. Zaten sen şu anda teröristlerle berabersin. Teröristlerle kol kolasın. Sen zaten ta Kandil’dekileri Cudi’dekileri yanına alıp onlarla beraber yürüyüş yapan adamın ta kendisisin. Şu ifadeye bak ya. Terörün kaynağına ümmeti yerleştiren bu adama oy vermenin dahi ne kadar büyük bir vebal olduğunu artık anlayalım.”
Tarihler 21 Nisan’ı gösterdiğinde, tüm medya İçişleri Bakanı Soylu’nun, “şehit cenazesine CHP’lileri almayın talimatı verdim” açıklamasını yayınlıyordu. Şehitin de şehitliğin de uğruna şehit olunan şeylerin de AK Parti’nin tekelinde olmadığına inanan Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın kendisini milli ve dini düşman olarak tam hedefe oturttuğu mitingle aynı ilçede, şehit sözleşmeli piyade er Yener Kırıkçı’nın cenaze namazına katıldı. Namazın ardından, Kemal Kılıçdaroğlu, Sivas Katliamının başlangıcını andıran görüntülere sahne olacak organize bir linç girişimiyle karşı karşıya geldi.
Birileri yüksek yerlere çıkıp “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!” diye slogan atıp kalabalığı Kılıçdaroğlu’nun olduğu noktaya yönlendiriyor. Kalabalık Kılıçdaroğlu’nu kuşatmaya alıyor. Bir saldırgan Kılıçdaroğlu’nun yüzüne yumruk atmayı başarıyor. Araçları taş yağmuruna tutuluyor. Başörtülü bir kadın koca bir taşı kaldırıp hırsla Kılıçdaroğlu’nun aracının camına indiriyor. (Saldırı sırasında Kılıçdaroğlu’nu korumaya çalışanlardan başdanışmanı Kenan Nohut daha sonra “Saldıranlardan birisi bıçak salladı. Dirseğimle vurarak yere yıktım, arkadaşlarımız üstüne çullandılar” diye ifade verdi.) Korumaları ve danışmanları, güvenlik güçlerinin yardımıyla Kılıçdaroğlu’nu güç bela civardaki bir eve götürüyorlar. Evin etrafı kuşatılıyor. “Yakın! yakın o evi!” diye çığlıklar atılıyor.
Törene katılmış devlet erkanından Milli Savunma Bakanı, megafonu alıp saldırganlara şu cümleyle seslenip ikna etmeye çalışıyor: “Değerli arkadaşlar mesajlarınızı verdiniz”
Şükür ki Kılıçdaroğlu 1 buçuk saat mahsur kaldığı evden, zırhlı bir araçla yakılmadan çıkartılıyor.
Çubuk Merkez Camisi'nden köy camisine neden taşındığı bilinmeyen cenaze törenindeki saldırıdan sonra dikkatleri çeken açıklamaların başında Ankara Valiliği’nin saldırı için “müessif protesto” ifadesini kullanarak adeta meşrulaştırması vardı.
Cumhur İttifakı’nın ortağı Devlet Bahçeli, “O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu. Tatile çıkması lazım.” dedi.
Peki ya ülkenin devlet başkanı? Hiç bir açıklama yapmadı. Arayıp geçmiş olsun dileğinde bile bulunmadı, saldırıyı kınayan bir beyanat vermedi. Ertesi gün, İstanbul’da belediyeden aldığı yardımların kesileceği belirtilen oğlu Bilal Erdoğan’ın vakfı TÜRGEV’i ziyaret etti.
AK Parti adına açıklama Ömer Çelik’ten bir sosyal medya paylaşımı olarak geldi: “Sn Kılıçdaroğlu’na saldıranlar içinde ismi geçen Osman Sarıgün’ün partimiz üyesi olduğu görülmüştür. Ankara İl Yönetim Kurulumuz, Osman Sarıgün’ün Kesin İhraç talebiyle tedbirli olarak İl Disiplin Kurulu’na sevkine karar vermiştir.”
Osman Sarıgün, Kılıçdaroğlu’na yumruk atarken görüntülenen Çubuk’lu çiftçi.
Oysa asıl ihraç edilmesi gereken, bir vatan düşmanına saldırdığına inandırılmış, ‘kandırılmış’ Osman Sarıgün değil, onu kandıran siyaset ve yönetme biçimidir. Yoksa bir çaresiz çiftçi gider bin ‘öfkeli genç’ bulunur. Nice yoksul haneye şehit cenazeleri döner; nice gençler, nice dedeler nice Kılıçdaroğlular hedef gösterilir, linç edilir.
İhraç etmeniz gereken; vatan, bayrak, İslam ve hukuk tekelinizdeymiş gibi hareket etme sorumsuzluğudur. Tüm ülkeye ait kamu imkanlarını, siyasetinize ve iş tutma biçiminize muhalif olanlara veya sorumlusu olduğunuz zulümlere itiraz edenlere karşı kin ve nefret üretmek için kullanma kültürünüzdür…
İhraç etmeniz gereken; ülkeyi kibir, israf, yalan, iftira, karalama, örtbas, sömürü, manipülasyon, hukuksuzluk, tehdit, linç ve intikam ile yönetme şeklinizdir. Liyakatsızlığı, irtikabı, torpili, iltiması, yağcılığı, fanatizmi, gammazlığı, cehaleti, din ticaretini ve yozlaşmayı ödüllendiren yönetim kültürünüzdür.
Siyasi iktidarınızı ülkenin bekası, devletin ebed-müddeti ve vatanın selameti ile eşitleme zihniyetini ihraç ederek başlayın. Vatan herkesin vatanı. Sizden öncekilerin de sizden sonrakilerin de vatanı. Milletin efendisi değilsiniz, devlet de iktidarınız demek değil.
İhraç etmeniz gereken, Gezi günlerinden beri sık sık başvurmaktan çekinmediğiniz linç azmettiriciliğidir.
İlk iş olarak, Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret edip tüm ülkeye nefreti ihraç ettiğiniz mesajını vererek başlayabilirsiniz diyebilmek isterdim ama diyemiyorum. Bu ülkeye daha fazla ve daha ağır bedeller ödetmeden, gelecek seçimlerde çıktığınız sandığa gömülürsünüz umuyorum.
Zalimsiniz.
*Bu yazı ilk olarak Emek ve Adalet Platformu'nda yayınlanmıştır.