Livaneli'nin güneşli günlere açılan penceresi

Doğan Kitap’tan yayınlanan, Zafer Köse’nin en efendisinden trafiğiyle ve uçsuz bucaksız cevaplara yol açan, fırsat veren sorularıyla ferahlaşan değerli düşünce-felsefe kitabı 'Livaneli'nin Penceresinden', ülkemizin, bu toprakların talihini, talihsizliğini ayrıntılarla ortaya seriyor.

Abone ol

Nebil Özgentürk

Günlerdir düşünüyorum, Zülfü Livaneli 'Sevdalım Hayat' konser - anlatı projesi, neden izdiham, izdiham! Her kentte, her performansta “güzel şeyler” oluyor; insanlar toplanıyor, koro oluyor, hep birlikte gülümsüyor ya da gözyaşı döküyor, geçmişi hatırlıyor, düşünüyor ve neşelenip muazzam duygularla ayrılıyor 3,5 saatin ardından, zorlukla bilet bulduğu şölen alanından. Aslında konserden, canlı şarkı dinlemekten, melodilere eşlik etmekten öte bir durum yaşanıyor. Tabii ki yarım asrın şarkılarına hasret var, tabi ki Livaneli’yi sahnede görme isteği var. Romanlarıyla, ürettiği bestelerle ülkenin en sevilen ve ilgi gören sanat adamlarından biri Livaneli'yi... Ki önceki yıllarda da kalabalık konserler yapan, meydanları dolduran, milyonu bulan dev sahne gösterileri tarihe kazınan bir sanat insanı evet.

Ama… Livaneli’nin toplamda en fazla 4 şarkı söylediği bir sahne olayı, neden böylesine görkemli gelip geçiyor? Bence, birbirinden özel ve insani 20 hikaye, hatıra ve düşünce aktardığı 'Sevdalım Hayat' sahne projesinin ayrıntılarla dolu bir tılsımı var. -ülkenin her bir köşesinden yoğun talep almaya devam ediyor Sevdalım Hayat, 10 şehir ve salon diye yola çıkıldı, 40’a 50’ye gidiyor- Öyle ki tam yerinde ve zamanında başlayan bu Türkiye projesinde kalplere yansıyan, izleyici kalabalıklarının aklına kazınan şudur; Livaneli’nin bestesi kadar, şarkı sözlerindeki fikir ve düşünce ırmağı… 20 yıldan fazla emek vererek kaleme aldığı köşe yazılarındaki birleştirici, akıcı üslup ve yaydığı umut iklimi… Roman satırlarından süzülen ülke dramları... Senaryolarından yansıyan tarihsel hatırlatmalar... Ve elbette yıllar boyu verdiği konferans-söyleşilerinin dinleyiciler üzerindeki etkisi, hafızalara kazınan sorular ve analiz deryası var. Yani, 'Sevdalım Hayat'a olan ilgi konserden öte, eğlenceden gayrı bambaşka bir beklentinin de yansıması… O kalabalıklar, Zülfü Livaneli’nin, yıllar içinde biriktirdiği ve damıta damıta akıttığı düşünce zihin dünyasını da işitmekten büyük keyif alıyor, işitecek olmanın heyecanını yaşıyor. Livaneli ustada da bir kez daha paylaşma heyecanı var. Tanıdığı, tanımadığı milyonlara, sevenlerine sunduğu düşünceler, fikirler, gözyaşları, anılar, ülke tarihinden parçalar, hatta bugüne, geleceğe dair analizler var o sahne olayında çünkü...

'Livaneli'nin penceresinden bir dünya' var kısacası. Livaneli'nin dünyasından hayata kalanlar bir de...  İşte, Livaneli’nin Penceresi’nden -Batı’nın Kibri ile Doğu’nun Cehli Arasında kitabı, Livaneli’nin şu ana kadar özetini yaptığım dünyasını kayda alıyor, hayata bırakıyor, yazılı bir belgeye dönüştürüyor, bize “başucu eseri” olarak armağan ediliyor. Benim can dostum, ağabeyim Zülfü Livaneli’nin bilge kişiliğini de ortaya seriyor Livaneli'nin Penceresinden.

LİVANELİ KUŞAKTAN KUŞAĞA ALDIKLARINI KUŞAKTAN KUŞAĞA AKTARIYOR

Doğan Kitap’tan yayınlanan, Zafer Köse’nin en efendisinden trafiğiyle ve uçsuz bucaksız cevaplara yol açan, fırsat veren sorularıyla ferahlaşan bu değerli düşünce-felsefe kitabı, ülkemizin, bu toprakların talihini, talihsizliğini de ayrıntılarla ortaya seriyor. Böylesine kapsamlı, düşüncelerle örülü kitap, Livaneli’ye yakışıyor, Zülfü Livaneli de deyim yerindeyse en yakışıklısından fikirler bırakıyor, kuşaktan kuşağa aldıklarını, kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa aktarıyor.

Livaneli'nin Penceresinden, Zülfü Livaneli, Zafer Köse, 432 syf., Doğan Kitap, 2019.

KENDİSİNİ KİTAPLARIN IŞIĞINA BIRAKAN ADAM

Zülfü Livaneli, 14’ünden 74’üne, ömrünün ağırlıklı zamanını okumak, yazmak, öğretmek, üretmek ve hayata katmakla geçiren adamdır. Arta kalan vakitlerinde dostlarına gülümseyen, dost biriktiren, dostluk yapan adamdır. Evet evet, çocuk sayılacak yaşlarda, uykularından, müfredat derslerinden kaçıp, gece lambası ışığında kendisini kitapların ışığına bırakan adamdır (ki babasının “artık uyumalısın” sitemlerinden gizlendiği anlarda!). Radyolara giremeyen Alevi türkülerini kulağımıza aktaran adamdır. Dışarı çıkamayan hapishane ezgilerini derleyen, mırıldananların mahpushanelere tıkıldığı ağıtlar yakan adamdır. Ülkenin yarım asırlık tarihine, her haline tanıklık eden adamdır. Kimi zaman umutlar saçarak, kimi zaman acılardan bir türkü tutturarak, kimi zaman bir nehir gibi akıp giderek, bazen duvarları yıkalım diyerek, bazen kan çiçeklerini hatırlatarak... Bizi de tanık olmaya davet eden adamdır.

Doğaya, barışa, töreye, otoriteye, ihanete sözü olan, zalimleri, tahtları, şahları diline dolayan, özgürlüğe yelken açan, yiğitlere, devrimcilere, şehitlere gözyaşı döken… Askeri darbelerden çok acı çekmiş, çok darp görmüş, çok harp görmüş ülkemizde 27 Mayıs 1960 darbesini de muhtıraları ve cuntaları da dijital darbeleri de kısacası her türden askeri cuntayı, ülkede olan biten şiddeti ruhu hırpalanarak hisseden adamdır. Madımak’ı da Gezi’yi de Dersim’i de dert edinen. Mevlâna için de Gazi Mustafa Kemal Atatürk için de Nâzım için de “Darağacında Üç Fidan” için de Hrant için de kayda giren adamdır.

Gazi Mahallesi’nde direnerek sakin olmayı öneren, Gezi’de yürüyen, özgürlüğü koroya dönüştüren, ölüm oruçları ve açlık grevlerinde ağabey, Silivri Cezaevi önünde mağdurlar için nöbetçi, UNESCO’dan elçi İstanbul’dan vekil... Ama 1500 yıllık Sur yıkılırken, yakılırken, kül olurken ülkenin dört bir yanında tarihten kalanlar heba edilirken elçisi olduğu kurumun, UNESCO yönetiminin tavırsızlığına pes deyip istifacı olan adamdır…

Ve.. Ülkede yaşanan onca acı ve karanlığa rağmen umuttan yana olan bir düşünce adamıdır. Bunca tanıklık, onca birikim, pek çok an... Hülasa, pek çok nedenle Livaneli’nin penceresinden neler göründüğü büyük önem kazanıyor.

'İYİLEŞECEĞİZ'

“Anadolu kültürünün ağır biçimde yara aldığını söylemek zorundayız. Elbette iyileşecek bu yaralar, iyileşeceğiz.” Kitaptaki Livaneli sözlerinden biri. Hem felaketi hatırlatıyor, hem de umut veriyor okuduğunuz gibi... Bu ve benzeri yüzlerce analiz var. Asırlık, yarım asırlık meselelerimizi hatırlatırken tedavi de öneriyor birikimlerini aktararak, “Karanlığın sonu bir ulu şafak” diyerek... Şu sınırlı imkanlar içinde 500 sayfaya yakın düşünceleri uzunca anlatmaya tabii ki imkan yok ama ‘pencere’den gökyüzüne bırakılan birkaç ipucu verelim: Neden Hacıbektaş’ta cezaevi kapandı ve yok? Mustafa Kemal’in düşünce okyanusu, Doğu-Batı ikilemi arasında sıkışıp kalmış olmanın biçare halleri… Türkçe’miz neden ağlıyor? Basınımızın pespaye zamanlarına dair… Kendi dilimizi nasıl kestik? Düşünce adamlarını nasıl heba ettik? Aydın-entelektüel farkı! Hayatın her alanında; Arabeskleşme! Demokrasiye ve faşizme dair... Ve daha yüzlerce başucu satırı, başucu sayfası gökyüzüne… Ne demişti yıllar önce Livaneli? “Gökyüzü herkesindir!”

Yazıyı, Livaneli’nin Penceresi’nden Livaneli’nin iki muhteşem tespitiyle noktalayalım;”

“Eskiden entelektüel dediğimiz kişi düşünceleriyle kendi başını belaya sokardı. Şimdi iktidarın yanında saf tutarak halkın başını belaya sokuyor.”

'PESPAYELİKLERİ POPÜLİST BİÇİMDE YANSITIP HALK DEĞERİ DİYE İLERİ SÜRÜYORLAR'

“En çok tahrip edilen kavramlardan biri, “halk insanı.” Bir politikacıyı “halk adamı” diye överken, bir sanatçı hakkında da öyle derken, dikkat et bak, hangi özellikleri olumluyorlar? Özensiz giyinmek, kaba konuşmak, saygısızlığa varan tavırlar takınmak… Bunlar mı halk değerleri? Mustafa Kemal, biliyorsun, özel bavullar taşırdı yanında. Ahşap, yüksek, bir kişinin taşıması zor; içinde her zaman törenlerde, akşam yemeklerinde giymeye hazır giysiler bulundururdu. Ömrünün önemli bir kısmı cephelerde geçmiş bir adam olduğu halde, gerektiğinde, çok kısa sürede şık biçimde hazırlanıp ortaya çıkmıştır.

Fraklı düşünceler savunan, farklı özellikte diğer değerli insanlar da öyle. Marx’ı düşün. Nazım Hikmet, Deniz Gezmiş ve arkadaşları, bunlar halkın içinden insanlar değil mi? Elbette koşulların, mücadelelerin getirdiği zorluklar yaşadılar, ama her zaman estetik kaygılarla hareket ettiler. Güzellik diye bir mesele hep vardı hayatlarında. ‘Güzellik’ tanımında ve ya estetik değerler konusunda farklı düşünmekten de kaynaklanmıyor sorun. Hani, bir şeyi güzel yapmaya çalışıp yapamıyorlar diye eleştirim yok. Zaten güzel yapmaya çalışmıyorlar ki hiçbir şeyi. Müzikte, yemekte,' giyimde güzelliğin önemsenmesini küçümsemeye çalışıyorlar. Pespayelikleri, çirkinlikleri, düşün düzeyli her şeyi popülist biçimde yansıtıp halk değeri diye ileri sürüyorlar. Bir de utanmadan, estetik duyarlıkları tavır alanları elitist olmakla itham ediyorlar.”