Güzel ve bereketli ülkeler, kaderin bir oyunu olarak ekonomik olarak hep sıkıntılı olur ya, işte Portekiz de bu kuraldan payını alanlardan. Atlas Okyanusu’nun kıyısındaki bu güzel ve güneşli ülke, batı Avrupa’nın en fakir ülkesi. Portekiz’e ayak bastığınızda, daha önce duymuş olsanız da gözlerinizle durumu görmeniz bir başka oluyor, hakikaten fakirmiş diyorsunuz. Pandemiden önce ekonomik bir atılım yapan ülke, herşeye rağmen diğer batı Avrupa ülkelerine göre bariz farklı gözüküyor. Olsun, bizim de ekonomik derdimiz bitmiyor ama güzelliğimiz baki... Portekiz de öyle.
Gelelim başkentine; dünyanın en eski şehirlerinden, Avrupa’nın Atina’dan sonra en eski şehri, Portekiz İmparatorluğunun başkenti, İstanbul ve Roma gibi, tepelerin üzerine kurulmuş şehir: Lizbon. Gezerken her ne kadar deniz kenarında hissiyatı yaratsa da, aslında Lizbon’nın denize ya da okyanusa kıyısı yok; şehrin ortasından Atlas Okyanusu’na akan Tejo Nehri geçiyor. Lizbon’un turistik merkezlerinden biri olan Belém’de heybetli bir anıt Tejo Nehri’ne doğru uzanıyor: Padrão dos Descobrimentos - Keşifler Anıtı. Denizi ve denizciliği sevmemden ötürü ilk gördüğümde çok etkilendiğim anıt, Portekiz Keşif Çağı'nı temsilen yapılmış. Nehre dikey olarak duran 52 metre yüksekliğindeki bu etkileyici anıt, bir karavel şeklinde (erken Portekiz keşiflerinde kullanılan, 15. yüzyılda ortaya çıkan iki ya da üç Latin yelkenine sahip olan yelkenli bir gemi türü) ve bir rampa gibi yükseğe doğru çıkan geminin her iki tarafında, Portekiz Keşif Çağı'ndan hükümdarlar, kaşifler, haritacılar, sanatçılar, bilim adamları ve misyonerler olmak üzere 33 tarihi ismin heykeli var. En önde ise önde Gemici Henry (Henry the Navigator) elinde bir karavel ile denize doğru bakıyor.
Bu etkileyici yapı, geçen sene Portekiz gazetelerine göre vandalizme kurban oldu, uluslararası gazetelere göre de protestoya konu oldu. Bir turist anıtın üzerine sprey boyayla yazılar yazarak Portekiz’in sömürgeci geçmişine ve köle ticaretine dikkat çekmek istedi. Angola, Mozambik, Gine-Bissau, Cape Verde, São Tomé ve Príncipe ve Ekvator Ginesi yaklaşık altı yüzyıl süren Portekiz İmparatorluğu’nun sömürgeleriydiler ve Portekiz köle ticaretinde en etkin aktörlerden biriydi. (Ki zaten anıtın hemen yanında, yine çok güzel gözüken ama mesajı ve geçmişi sorunlu olan yerdeki dev dünya haritasında Portekiz’in sömürgelerinin işaretlendiğini görüyorsunuz.) Üstelik Portekiz, Afrika kıtasındaki sömürgelerini en son bırakan ülke. Düşünün ki 1974 gibi yakın bir tarihte, ancak askeri darbe Portekiz diktatörlüğünü devirdiğinde Angola, Mozambik ve Gine-Bissau bağımsızlıklarına kavuşmuş. Dolayısıyla sömürgecilikten kalan kötü miras ırkçılık ve köle ticareti geçmişi ile yüzleşmesi için Avrupa Konseyi bile halen Portekiz’e çağrı yapıyor.
LİZBON’DA JAMAİKA
Bugün Lizbon'da Portekiz vatandaşı olmayanlar toplam nüfusun %9,30'unu oluşturuyor. En büyük azınlık grupları Brezilyalılar (%2.75), Cape Verdeliler (Yeşil Burun Adaları) (%0.82) ve Çinliler (%0.57). Eski sömürgelerin vatandaşları, çoğunluğu Afrika kökenli göçmeler Lizbon’da en avantajsız grup. Portekiz’de yaşayan arkadaşlarım, en adi işlerin genelde Gine-Bissaululara yaptırıldığını söylediler mesela. Genel olarak göçmen erkeklerin çoğu inşaat işlerinde çalışırken kadınlar da hizmetçilik yapıyormuş.
Adaletsiz düzen, şehrin mahallerine de yansıyor elbet. Lizbon’un “Jamaika” mahallesi çoğunluğu Afrika kökenli 160 aileye ev sahipliği yaparken tüm sosyal eşitsizliklerin de merkezi olmuş. Lizbon’da nehir kenarında pek hoş bir mimariye sahip Sanat Mimari ve Teknoloji Müzesi’ndeki (Museum of Art, Architecture and Technology - MAAT) 'Müdahaleler – Yeni Kent Kültürleri' (Interferences - Emerging Urban Cultures) sergisinde Jamaika mahallesine ve benzer mahallelere hatta prototip evlerine konuk oluyor, buralarda yaşayan azınlıkların problemlerine, protestolarına, kültürlerine tanık oluyorsunuz.
Serginin girişindeki ilk eserlerden biri, yazının başında bahsettiğim Keşifler Anıtı’nın farklı yorumlamaları. Anıt, bir videoda parçalara ayrılırken, ünlü sprey boya protestosunun, anıt önünde yerel danslar yapan Afrikalı bir grubun ve Portekizli kaşiflerin önünde poz vermiş eski sömürgelerin vatandaşlarının fotoğraflarını inceliyorsunuz. Sergi, şehir planlaması, yerel ağlar oluşturma, yeni kültürler, göçmen sokak sanatçıları ve en sonunda da barışma bölümlerine ayrılmış. Müzede yol aldıkça artık karakterize olmuş, Jamaika mahallesindeki derma çatma tuğla ev tiplerini görüyor, protestolarda çekilmiş resimlere, yapılmış sokak sanatına bakıyor, göçmen kültüründen çıkan rap şarkıcılarından görsel sanatçılara Lizbon’un mahallerinde oluşan yeni kültürün şehri bir parçası haline gelişini izliyorsunuz. Şehir içinde farklı atölye ve projelerle dinamik ve interaktif bir alan yaratmaya çalışan sergi, kentin görünmeyen sosyal yönlerini göstermeyi amaçlıyormuş. MAAT böylece müzeyi çeşitli toplulukların ve hassasiyetlerin bir araya geldiği bir alan olarak sunmak istemiş.
Son bölümü toplumların barışı, kaynaşması ve eşitliği dilekleri ile bitiren sergi, Lizbon’un yaşadığı bu toplumsal sürece yeni sesleri dahil ederek hangi kentsel mekanların olması gerektiğini, nasıl sanatsal ve kültürel kurumların inşa edilebileceğini sorgulayarak yeni kapılar açıyor ve problemlere yapıcı yaklaşmaya çalışıyor. Sömürgeci geçmişle bugün göçmen kültürü ve göçmenlerin durumuna pek hakim değildim; bu merak ettirici sergi sayesinde açıp biraz okumuş, biraz öğrenmiş, burada da biraz anlatmış oldum. Ama yine de söylemeden geçemeyeceğim, müzeler, sanat dünyası istediği kadar yapıcı olsun, biz ne sergiler gördük, hiçbir toplumsal sorunu çözmedi be canım...