Lokman Kasidesi: Tutmaktan korktuğumuz yasların şiirleri
Mehmet Said Aydın imzalı "Lokman Kasidesi" adlı şiir kitabı, Everest Yayınları’ndan çıktı. Kitap, Aydın’ın daha önceki şiir kitaplarına hiç benzemiyor. Çünkü kadim bir şiir geleneğine, kaside formuna yaslıyor sırtını. Kitabın girişinde, çoğumuzun ne olduğuna dair bilgiyi en son girdiğimiz edebiyat sınavında bıraktığı kasideyi anlatıyor evvela...
Adalet Çavdar
yas/yaş "hüsran, zarar, ziyan" [ Uygurca (1000 yılından önce) ]
yas/yaş "üzüntü" [ Ebu Hayyan, Kitabü-l İdrak (1312) ]
Bir yas kaç şekilde tutulur, sayılmaz. “Allah dağına göre kar verir” derler. Ve insan evladı zaman zaman bir çığın altında kalmayı ya da bir çığ olup her şeyi önüne katıp silip süpürmeyi ister. Bir yas kaç şekilde tutulur, bilinmez. Ölüm için tutulan yas, yaşamın yasına karıştıkça dillenir, çeşitlenir.
Yas tutmaya cesareti olmayanların biriktirdikleri şeydir kin... İntikam duygusu ölümün de yaşamın da yerini alır, unutturur gidenden arta kalan her kıymeti. Öfke yürekte yer ettikçe yaşam haritasının çizgileri sertleşir, kaybeder coğrafya derinliğini. Ölümün ve yasın hayata verdiği kıvamın yerini, kinin ve öfkenin katı yüzeyi alır. Hülasa kin ölümün ve hüznün ağırlığına, göç edip gidenin hatırasını hiçe sayarcasına isyan edip unutuşa teslim olmak, yas hüznü gövdeye sarıp o hatıraya sözle bağlanmak olsa gerektir.
Bütün bu çıkarsamalar, Mehmet Said Aydın’ın ne zamandır yazmakta olduğunu bildiğim ve nihayet yayınlanma sürecine de tanık olduğum Lokman Kasidesi’nden kalan tortular. Lokman Kasidesi bir şiir kitabı, Everest Yayınları’ndan çıktı. Mehmet Said Aydın’ı Kusurlu Bahçe kitabından da biliyoruz. Bu kitapla, Arkadaş Z. Özger ödülünü almıştı 2012 yılında. 2013’te ise ikinci şiir kitabı olan Sokağın Zoru yayımlanmıştı. 2018’in sonlarına doğru ise daha önce Agos gazetesinde Türkçe, Ermenice ve Kürtçe olarak tefrika ettiği Dedemin Definesi adlı anlatı metni ile uğramıştı hanelerimize.
Lokman Kasidesi, Aydın’ın daha önceki şiir kitaplarına hiç benzemiyor. Çünkü kadim bir şiir geleneğine, kaside formuna yaslıyor sırtını. Kitabın girişinde, çoğumuzun ne olduğuna dair bilgiyi en son girdiğimiz edebiyat sınavında bıraktığı kasideyi anlatıyor evvela.
Ardından Bertolt Brecht’in bir cümlesiyle bu zamane kasidenin üzerinde durduğu bir başka kaideye işaret ediyor: “Ağlama acıdan kaynaklanır, ancak acı da aynı zamanda ağlamadan kaynaklanır.” Brecht’e göre çocuklar gülmeyi ve ağlamayı yetişkinlerden öğreniyorlar.
Lokman Kasidesi üç bölümden oluşuyor: “Kaside-gû”, “Lokman”, “Unut, hatırlama, dinleme, sus”. Son sözü ise Philip Roth’a bırakıyor Aydın: “Ne olup olmadığına bırak onlar karar versin.”
“buruşturup çöpe attılar bizi gittiğin gün / boğazımıza kınnap bağladılar lokman” beytiyle açılıyor kaside ve yükselerek devam ediyor derdini anlatmaya. Öfkeyi hissettiriyor evvela. Lokman, boğaza yapışıp kalan koca bir yudum, belki bir an olarak yerleşiyor zihne. Ölüme ve ölümün şekline yapılan itiraz ve isyan bir soruya bağlanıyor sanki: Hakikaten, bütün bu olanlara tanık olan bizler nasıl sürdüreceğiz hayatlarımızı?
Ortağı olduğumuz hicabı tasvir ediyor ardından Aydın. Utancın korkuya nasıl belendiğini, ardından en azla yetinmeye, sürekli eksilmeye ve hiç olmayacak işlere gösterdiğimiz tahammülü hatırlatıyor. Haliyle sitem ediyor. Her yasa eşlik eden sitem, ölümü değil hayatı hedef almaz mı zaten? Nitekim Aydın da bir çarşıya gidememekten, bir türkünün artık söylenmemesinden, bir elin artık hiç öpülememesinden doğacak boşlukları tarif ediyor. Demek sitem boşluğa bakıp göremediklerimizin dile gelmesi imiş...
Bundan ötesi yok dediğimiz anlar için “Biz pek ölmedik” diyor. Tıpkı o türküde olduğu gibi, suyun bile yandığını, yani içimizi serinletecek şeylerden nasıl mahrum olduğumuzu anlatıyor. Sözün bittiği o yere varılmasın diye yazıyor sanki. Belli ki sözsüzlüğe teslim olmaya direniyor. Öyle olmasa bu kasideyi yazar mıydı hiç?
İkinci ve üçüncü bölümlerde daha önceki kitaplarından bildiğimiz forma yakınlaşıyor Aydın. Devam etmekle tükenmek arasında sıkışıp kaldığımız şu halin, unutmakla, hatırlamakla, inançla ve sessizlikle ilişkisini kuruyor. Kelimeleri tekrar ederek kendisine henüz hayatta olduğunu hatırlatmaya çalışıyor sanki. Şiirin içinde bir ritüel şekilleniyor. Aydın için Lokman Kasidesi’ni yazmak tekrar tekrar terennüm edilecek bir duayı önermeye benziyor.
“ölümü boyundan biliyoruz bir lokman’ın / bütün çarşılarda derman diye ölüm pazarlanıyor.”
“dermansız derdi kimse demiyor, artık biliyor / dert varsa derman, ip varsa lokman yoktur.”
“iniyor kapı çıkıyor kapı / hepsi yüzümüze kapanıyor/ lokman’ın bir adet ömrü var /onu yaşayamıyor.”
“bu çağa inanmamaya geldim / vardığım hiçbir eşikten memnun değilim”
“sorgucular sorar, burada söz biter / söz biter, sorgucular vardır orada biter / suları ezerler, ezerler yuvadaki külü”
İki kitabının üst üste yayımlanması nedeniyle geçtiğimiz ay K24 web sitesi için kendisiyle yaptığım röportaj esnasında şiir kitabını sorduğumda şöyle cevap vermişti: “İki buçuk senedir uğraşıyordum. Geçen baktım 2016 yazmışım Lokman Kasidesi defterinin girişine. Benim için zordu. Kusurlu Bahçe ve Sokağın Zoru’ndaki şiirler hem üslup hem dert olarak bundan farklıydı. Başka başka zamanlarda yazılmıştı. Ayrı şiirlerden mürekkepti, bölümleri vardı, o bölümlerin içinde kimi şeyler denemiştim, birbirinden ayrılan meseleler tartışmıştım kendimce. Ama bu öyle bir kitap olmadı. Yekpare, tek bir şiirden oluşuyor. Kaside formunu bir şekilde devralıyor, bir üslup esprisi yapıyor. Beyit beyit ilerliyor başında. Sonra form bozuluyor, parçalanıyor. Lokman diye birinin kasidesi: Bu bütün Lokmanlar olabilir, Lokman imgesi olabilir, tek bir Lokman olabilir. Bir yas, bir taziye metni gibi başladı ama sonunda yine bir modern dağılma yaşıyor, çok konuşmaya başlıyor metin. Bir şey denedim. Bu denediğim şeyin, bu kitap özelinde edebî başarısı beni çok ilgilendirmiyor. Edebî başarı ne demek tam bilmiyorum ama o kısmı gerçekten bu kitapta beni ilgilendirmiyor. Çünkü kendimce bir yas yükü taşıyordum ve onu yazmalıydım diye ikna oldum.”
Lokman Kasidesi tutmaktan korktuğumuz yasları hatırlatıyor ve böylesi hallerde başvurulabilecek bir dil öneriyor. Şiirin sona doğru artık iyice dağılmış ve başlangıçta dayandığı kaidelerden kurtulup Aydın’ın daha evvelden aşina olduğumuz şiirine dönme hali, yalnız şiirin değil hayatın da sonsuz bir form bir yordam arayışı olduğunu hatırlatıyor. Şair, yasına unutulmuş bir müşterek dile dayanarak form veriyor evvela. Sonra o formun kaidelerini bırakıp akışa bırakıyor yasını. Süregelen bir halin tercümesini yapıyor sanki. Konuşmaktan vazgeçtiğimiz ama iyi bildiğimiz dillerin iyi birer başlangıç noktası olabileceğini ima ediyor.