Lozan, Cumhuriyet ve Kürtler

Osmanlı çoklu bakiyesi üzerine kurulan tekçi Türkiye Cumhuriyeti, yüzyıl boyunca bu paradigmanın sancılarını yaşadı. Çözülmemiş sorunlarının sancısı yoğun olarak hissediliyor hâlâ.

Abone ol

Nesimi Aday

Kürtler 100 yıl önce bölünen toprakları için Lozan’da toplandı. 22-23 Temmuz 2023 tarihleri arasında Kürt parti ve örgütler ile birçok akademisyen, hukukçu, aydın, dini ve farklı etnik grupların temsilcileri İsviçre’nin Lozan kentinde bir araya geldi. Yüz yıl önce görmezden gelinen, hakları inkâr ve gasp edilen Kürtler, yüz yıl sonra Lozan’dan dünyaya seslendiler. 

Ulusal birliğe vurgu yapan Lozan Kürt Konferansı sonuç bildirgesinde; ‘‘Lozan Antlaşması halkımız için büyük acılar ve katliamlar getirdi. Bütün dünyaya sesleniyoruz; biz Lozan’ı kabul etmiyoruz ve halkımız yeni bir Lozan’ı kabul etmeyecek. Tüm dünya halkları ve Ortadoğu halkları biliyor ki Kürt halkı olarak biz hiçbir zaman Lozan’ı kabul etmedik” denildi. 

Lozan Anlaşması’nda kabul edilen “Azınlıklar” başlığı altında, Rum, Ermeni, Süryani-Keldanilere sağlanan hakların Êzidî, Yaresan ve Alevi Kürtlere de sağlanmasını da talep eden sonuç metninde: “Güney Kürdistan ve Rojava Kürdistanı’nın korunması, KCK Başkanı Abdullah Öcalan ve siyasi rehinelerin serbest bırakılması” istendi. Yine antlaşmayı imzalayan devletlere, “Kürtlere destek olmaları, tarihi sorunun çözümü için Kürdistan’ı işgal eden güçlerden desteklerini çekmeleri ve Kürdistan’ı aralarında paylaşan devletlerden Kürdistan halk davasının barışçıl çözümü için yol açmaları” çağrısı yapıldı.

Kürdistan toprakları jeostratejik konumundan kaynaklı olarak hep savaşlara, göç ve acılara sahne oldu, toprakları siyasal paspartularla parçalandı. 1639’da Kasr-ı Şirin Antlaşması’nda ikiye, 1923’te Lozan’da dörde, hatta Sovyetlerdeki Kürtleri de sayarsak (Kurdîstana Sor-Kızıl Kürdistan: 1923-1928) beşe bölündü. Bu arada 1916 yılında İngiltere ve Fransa’nın ortak yapımı Sykes-Picot Anlaşması da esasta Kürdistan topraklarının bölünmesi üzerine iken, 1917’de Troçki tarafından ifşa edilince uygulanamamıştı.

Lozan Antlaşması'nın imza töreninin düzenlendiği Rumine Sarayı

LOZAN’A GİDERKEN KÜRDİSTAN

Birinci Dünya Savaşı’nda, İngiltere’nin öncülük ettiği İtilaf Devletleri’yle, Almanya’nın başını çektiği İttifak Devletleri savaşmış, Almanya ile birlikte savaşa giren Osmanlı İmparatorluğu yenilmişti. 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile yenilgiyi resmen kabul eden Osmanlı adeta tırpanlanmıştı. İngiltere ve Fransa’nın petrole dayalı Mezopotamya siyaseti Araplara irili ufaklı devletler kurdurmuş, Kürdistan’ı parçalamış; Mezopotamya’nın kadim halkı Kürtlere statüsüz bir gelecek bırakmıştı.

Bu savaşta Osmanlı gibi yenilen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da yıkılmıştı. Dünya haritasının yeniden şekillendiği, çizildiği bu aralıkta ABD Başkanı Wilson, 14 maddelik self determinasyon içerikli ilkeler manzumesi yayınlamıştı. ‘‘Wilson Prensipleri’’ olarak kavramlaşan ilkelerin 12. Maddesi, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan halklara özerk gelişim fırsatı veriliyordu. Kürt ve Ermeni halklar için geleceğini kurma, kurtarma umuduna dönüşen Wilson Prensipleri’nden iki yıl sonra, 1920 yılında Sevr Antlaşması imzalanmıştı. Sevr Antlaşması her ne kadar Osmanlı için bir felaket olsa ve coğrafyanın demografik yapısını yansıtmayan tartışmalı haritalar çizse de Kürtler ve Ermeniler için umut vadediyordu. Kürtlerin geçmişte Botan, Baban, Soran bölgelerindeki ulusal mücadeleleri ile Şeyh Ubeydullah, Şeyh Mahmud Berzenci ve Sımko Şekak’ın başkaldırıları olmuşsa da (1923’te ilan edilen Kızıl Kürdistan hariç) o yıllarda siyasi statü elde edememişlerdi. 

ERZURUM VE SİVAS KONGRELERİ

1919 yılında toplanan Erzurum Kongresi “ulusların kaderini tayin hakkı”ndan bahsedip, İslam unsurlarının kardeşliğine vurgu yaparken, hemen ardından Mustafa Kemal tarafından toplanan Sivas Kongresi aynı minvalde cümleler kuruyor, ‘‘etnografik koşullar temelinde’’ ortak vatan tarifi yapılıyordu. Bu iki kongrenin hemen akabinde ise Amasya Protokolü imzalanmış, protokolde; ‘Sosyal haklar bağlamında Kürtler için gelişim serbestliği ve ırk hukukuna izin verilmesi’ cümleleriyle bir çeşit özerklik vadediliyordu. Yine 1921 Anayasası imparatorluğun çoklu bakiyesinin özerk statüsüne vurgu yapıyor, 1922 yılında ise Meclis, Kürtlere muhtariyet yolunu resmen açıyordu. Kürtler, haritaların yeniden çizildiği bu yıllarda; toplanan konferans, yapılan anlaşmalara, bir kısmı da yazılı olarak verilmiş bu sözlerin güvencesiyle destek veriyordu. Ama 1922 yılında saltanatın kaldırılması, 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’ndan sonra haklarının inkâr edilmesi ve 1924 yılında da dindar Kürtlerin önem bahşettiği halifeliğin kaldırılması; Kürt toplumsal katmanlarda derin kırılmalara neden oldu. Sevr Antlaşması’nda toprakları parçalansa da bir statüleri olan Kürtler, Lozan Antlaşması’nda ‘sömürgeden daha aşağı’ bir statüye düşürülünce direnişe geçtiler. 

1921 Koçgiri Hareketi ile başlayan Kürt direnişi 1925 Şeyh Said Hareketi ile 1930 Ağrı Dağı İsyanı arasında irili ufaklı başkaldırı ve katliamlarla sürdü. Zilan Katliamı dahil olmak üzere Sason, Nehri, Milli, Hazro, Mutki, Tendürek, Reşkotan, Raman, Broyê Heskê Têli, Beşiri, Bişarê Çeto, Savur, Oramar, Pülümür direnişleri ve katliamları, Dersim 38 Soykırımı’na kadar devam etti. Genelkurmay'ın ‘29. Kürt İsyanı’ dediği PKK ile ‘isyan’ süreci günümüze taşındı. 

PARİS BARIŞ GÖRÜŞMELERİ

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir dizi konferans yapılmış ve dünyanın yeni şekli, düzeni böyle kurulmuştu. Ocak 1919 Paris Barış Konferansı, Nisan 1920 San Remo Konferansı, Ağustos 1920 Sevr Antlaşması, Şubat 1921 Londra Konferansı ve Temmuz 1923 Lozan Konferansı bu sürecin önemli uğrakları olarak kabul edilir.

Eski Stockholm Elçisi Şerif Paşa, Prens Sabahattin ile Osmanlı İmparatorluğu’nu temsilen, 1919’da katıldığı Paris Barış Konferansı esnasında, Türk delegasyonundan istifa edip Kürdistan delegasyonu olarak görüşmelere katılmıştı. Şerif Paşa bu sürpriz kararı Fransız basınında şöyle izah ediyordu: ‘‘İstanbul ve ülkede ileri gelen tüm Kürt çevreleri ile Hindistan’da kalan savaş esirleri (Ş.M. Berzenci kastediliyor. N.A.) arasında ileri gelenler, benden halkımın çıkar ve istemlerinin dikkate alınmasını istiyorlar.’’ (1)

Şerif Paşa, konferansa Fransızca yazılmış oldukça etkili bir memorandum sunar. ‘‘Kürt Halkının Talepleri Üzerine Nota - Memorandum sur les revendications du peuple Kurde’’ başlıklı belgede; Wilson Prensipleri’ne göre Kürtlerin uzun vadede bağımsız bir devlete kavuşturulması gerektiğini, Kürtlerin özellikle Ermenilerle olan sınır anlaşmazlığının da uluslararası bir komisyonla belirlenmesini, Kürdistan kurulunca da Kürtlerle birlikte yaşayacak olan halkların ‘geleneklerine uygun özel bir statü’nün uygulanabileceğini’’ dünyaya duyurur. (2)

Konferansta Kürdistan’ın durumunun ele alınmasına ve Şerif Paşa’nın Kürdistan delegesi sıfatıyla konuşmasına karşı, Mustafa Kemal ve ekibi de boş durmaz; yandaş aşiret reisleri ve şeyhler adına (Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin organize ettiği) mektuplar yollayıp, “bağımsız Kürdistan istemediklerini” ve “Şerif Paşa’nın kendilerini temsil etmediğini” konferans bileşenlerine bildirirler.

Paris Barış Görüşmeleri’ne (1919) karşı yazılan mektupların benzerleri Lozan Görüşmeleri (1923) yapılırken de organize edilmişti. Mektup, demeç ve Meclis'teki Kürt vekillerin konuşmalarının hem Paris Konferansı’nı hem de Lozan Antlaşması’nı olumsuz yönde etkilediği görülür. Özellikle Şerif Paşa’ya karşı dönemin Türk basınının başlatmış olduğu itibar suikastları çok etkili olur. Şerif Paşa, Boğos Nubar Paşa ile imzaladığı Kürt-Ermeni sınırları haritasına, Bedirhaniler ve Seyit Abdülkadir gibi önemli kişiler itiraz eder. İttihatçıların suikast dahil, her türlü baskısına ve Kürtlerin de Ermenilerle olan sınır meselesinden dolayı itiraz etmeleri sonucunda, Şerif Paşa görüşmelerden çekilir ve Kürtler için tarihi bir fırsat böylece kaçırılmış olur.

Bu arada Dersimli, Koçgiri, Malatya ve Erzincan toplumunun Alevi önderleri; ‘İslam unsurları ayrılamaz, bağımsız Kürt devletine karşıyız’ mektuplarına karşı, Şerif Paşa’yı destekleyen mektuplar yollar. Ermenilerle sınır meselesini gündeme almayan, hatta Abdullah Cevdet gibi bu meselenin sonradan da çözüleceğini düşünen Kürt Aleviler; konferansa bağımsız Kürdistan taleplerini mektup yazarak iletirler. Seyit Abdülkadir, Hasan Hayri Bey ve Yusuf Ziya Bey gibi şahsiyetler Osmanlı ümmet birliğinin ortak geleceğini koruma uğraşı verirken, Seyid Rıza ve Koçgirili Alişêr, Bağımsız Kürdistan talebinde bulunurlar.

Şerif Paşa
LOZAN’DA NE OLMUŞTU?

24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, hiç kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesi, tapusu niteliğindedir. Başarılı mı başarısız mı, kazanıldı mı, verildi mi tartışmaları Türk tarihçiliğinin başat konularından biri olmaya devam edeceğe benziyor. Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, toplamda 60 (ya da 66) devlete bölünmesinin onay evrakı sayılan antlaşma başarılı sayılır mı tartışılır. 

Balkan Harbi’nde yenilmiş ve Anadolu içlerine çekilmiş, hatta ilk kongrelerini Erzurum ve Sivas’ta, yani değil İstanbul’a, Ankara’nın bile ötesine taşımış İttihatçılar açısından elbette başarılı sayılabilir. Ama Kürtler açısından başarıdan bahsetmek zor. 

MUSUL SORUNU VE PETROL

Winston Churchill’in “Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir” mottosu, Ortadoğu’nun paylaşım diyalektiğinin özeti niteliğindedir. Curzon’la İnönü de Lozan görüşmeleri esnasında Kürdistan (Musul) petrolleri üzerine uzun bir retorik yapmıştı. İnönü Türk tarafının yaklaşımını şöyle açıklar: ‘‘Lord cenapları, dünyanın petrole ihtiyacı olduğunu söyledi. Biz de bunu inkâr etmedik. Musul’u anavatana katınca, bütün dünya bundan faydalanacaktır.’’ (3)

Türk tarafı, Musul’un (Kerkük dahil) nüfus profilini Kürt ve Türkler üzerinden pazarlığa dayanak yapar. Türklerin istatistiklerine göre Musul vilayetinin 503 bin kişilik nüfusunun 263 bin 830’u Kürt, 146 bin 960’ı Türk, 43 bin 210’u Arap’tı ve Süleymaniye ile Kerkük sancaklarında çok az Arap vardı. Dolayısıyla ‘‘Nüfus mevcudunun dörtte biri kadar olan bir kavme memleket bağışlanmaz’’ diyordu İsmet İnönü. (4) 

Türkiye delegelerinin imzası
KÜRTLER ‘ORTAK VATAN’ VAADİNE ALDANDI

Lozan Antlaşması ile Türkiye’de yaşayan Ermeni, Rum, Yahudi gibi halklar ‘Müslüman olmayan azınlık’ statüsünde tanımlarken, Lozan’da bulunan Kürt temsilcileri ulusal haklarını, kardeş gördükleri Türklerle birlikte yaşamaya tahvil etmiş, Kürt halkının ne haklarını ne de adını herhangi bir maddede ya da cümlede telaffuz ettirememişlerdi. Günün sonunda ise fena halde yanıldıklarını anlamış olan dönemin kimi Kürt öncüleri, politik öngörüsüzlüklerinin ‘suçunu’, Rıza Nur’un deyimiyle ‘Bitlisli Kürt İsmet İnönü’ye yıkmışlardı.

Mustafa Remzi Bucak, Lozan görüşmelerine katılan Diyarbakırlı Zülfü Bey’in, azınlık hakları teminat altına alındığı gün, İsmet İnönü’nün telkiniyle ‘başım ağrıyor’ diyerek görüşmelere katılmadığını, İnönü’nün Kürtleri ve Türkleri temsilen masaya oturduğunu sandığını ama aldatıldıklarını şu sözlerle ifade eder: ‘‘Sağırın o kadar bedbaht olacağını tahmin edemedim.’’ (5)

Peki Lozan’ı destekleyen Kürtler nasıl aldanmıştı? İsmet İnönü, Lozan görüşmelerinde 'Türkiye'de Türkler ve Kürtler eşittir, kurucu halklardır’ intibası yaratmış, ‘‘Kürtler vatansever olarak Türklerle beraber bulunmuşlardır. Biz, Lozan’daki milli davamızı ‘biz Türkler ve Kürtler’ diye müdafaa ettik ve kabul ettirdik’’ diyordu anılarında. Mustafa Kemal de Kürtlere teminat olsun diye ‘1921 Anayasası'na göre Kürtlerin özerkliği olduğuna’ vurgu yapıyordu. Bu arada 10 Şubat 1922 tarihinde Meclis'teki bir gizli oturumda Kürtlere özerklik teklifi görüşülmüş, 64 ret oyuna karşı 373 evet oyuyla özerklik kabul edilmişti. (6-7) 

Dönemin önemli vekillerinden Bitlisli Yusuf Ziya Bey ve Dersimli Hasan Hayri Bey, Lozan görüşmeleri sürdüğü esnada İngilizlere karşı, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde beraber olduklarını, Meclis'te yaptıkları ateşli konuşmalarla göstermişti. Şark İstiklal Mahkemesi’ne de başkanlık yapmış, Hakkari’ye atanmış Milletvekili Mazhar Müfit Kansu dahi “Ben Kürd milletvekiliyim” demekteydi. Bu yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusunu almak için her türlü siyaset incelikle devreye alınmıştı.

İsmet İnönü “Kürtlerin, Musul’un, Türkiye’den ayrılmasına razı olmayacaklarını, hatta kendilerini bu uğurda fedaya hazır olduklarını” söylerken, doğru konuşmasa da haklı olduğu yanlar vardı. Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’in Lozan’a hitaben Meclis'te yaptığı konuşmalar, bu minval üzeredir. Yusuf Ziya "Ey İngilizler, siz Musul’u anavatan Türkiye’den ayıramazsınız" diyordu.

Öte yandan İnönü’nün ‘‘Şu nokta bilinmelidir ki, Kürt mebusları millet tarafından seçilmiştir’’ açıklaması da gerçeği yansıtmıyordu. Dönemin çoğu vekili İttihatçılar tarafından atanmış ve hatta Kürdistan illerinin vekilleri uzun süre, Batılı Kemalist kadrolara tahsis edilmişti.

Lord Curzon, ‘Kürtleri biz temsil ediyoruz, meclisimizde Kürt vekiller de var’ sözlerine itibar etmemiş olmalı ki, ‘‘Ankara meclisinde bazı Kürt mebuslar vardır. Fakat bunlar arasında Revandiz veya Süleymaniye’den gelmiş olanlar var mıdır? Sonra yine bunların bir seçim neticesinde Ankara’ya gelip gelmediklerini sorabilir miyiz?’’ diye itiraz eder.

Lozan’da Türk-Kürt kardeşliğinden bahseden ve Kürt-Türk temsili adına masaya oturan İsmet İnönü, 1925’te, ‘‘Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler, her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır" diyerek, Lozan’daki tutumunun aksine tekçi paradigmaya uygun cümle kuracak, kendisini ‘Kürtçü’ sanan Rıza Nur'u da boşa çıkaracaktı.

Çizer Derso'nun Lozan'da imzaya hazırlanan İsmet İnönü çizimi
SONUÇ OLARAK

1514 Çaldıran Savaşı, 1517 Ridaniye Savaşı, 1919-1921 Kurtuluş Savaşı, Kürt-Türk ilişkilerinin (Aleviler ve Ezîdîler hariç) özerk statüsünü belirleyip, güçlendirirken; 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile ‘‘Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek dil, tek din’’ esasları üzerine kurulan yeni devlet, Kürt-Türk ittifakında kırılmalara neden oldu. Osmanlı çoklu bakiyesi üzerine kurulan tekçi Türkiye Cumhuriyeti, bir yüzyıl boyunca bu tekçi paradigmanın sancılarıyla günümüze kadar geldi. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girdiğimiz şu günlerde, birinci yüz yılın çözülmemiş sorunlarının sancısı yoğun olarak hissediliyor hâlâ.* 

Gerek savaşlardan gerekse kadim Kürdistan’ın dörde bölünmesinden kaynaklı olsun, otokton bir sosyolojiye sahip olamayan Kürtler; son yüz yılda bedellerini ağır şekilde ödedikleri hayat bilgisiyle hem anavatanlarında hem de diasporada yüksek politik bir diskurda, özgür geleceklerini kurmak için inşa siyaseti üretiyorlar artık. Güney Kürdistan’da Halepçe Katliamı ve Enfal Soykırımı yaşansa da bir statüleri var artık. Doğu’da, İran’da 1946 yılında kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti yıkılsa, liderleri asılsa da bugün o coğrafyadan dünyaya ‘‘Jin, Jiyan, Azadî’’ sesleri yükseliyor. Yine Güney Batı'da, yani Rojava’da birlikte yaşadıkları tüm halklarla ortak yaşama dirayeti ve feraseti gösteriyor; Türkiye’de ise devletin deyimiyle, “29 isyan” çıktı ve sürüyor. Ama kuzeyliler her seçimde ‘bölgelerini’ kendi rengine boyama gururu yaşıyor. 

Kürtler gelinen uğrakta artık komşularıyla barışmak istiyor. Türkiye’de de Türk-Kürt barışını sağlamak için bazı iyileştirmelerin yapılması elzemdir. Bazı küçük ‘jestlerle’ süreç başlatılabilir. Örneğin gizli tutulan Şeyh Said (1925) ve Seyid Rıza’nın (1937) mezar yerlerinin açıklanmasıyla işe koyulabilir. Bu jest, toplumsal barışın rüşeymi olabilir, büyük zarar görmüş kardeşlik mefhumuna can suyu sağlayabilir. Yine 2014 yılında resmî görüşmelerle sürdürülen ‘‘Çözüm süreci’’ akamete uğrasa da kıymetli bir barışma denemesi olarak "buzdolabına kaldırılsa" da yeni çözümlere deneyim sağlayacak mahiyette duruyor. Lozan Antlaşması’nı yapan emperyal konsorsiyumlara ihtiyaç duymadan, binlerce yıldır birlikte yaşayan halkların komşuluk bilgisiyle barışmak hiç de zor değil.

Dipnotlar:

Seyid Abdülkadir: Kürt-Türk birlikteliğini önemli savunucularından olan Abdülkadir; Senatörlük, Danıştay Başkanlığı ve Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanlığı yapmıştı ve bağımsız Kürdistan yanlılarına ‘‘Türklerin şu düşkün zamanında onlara darbe indirmekliğimiz Kürtlük şiarına yakışmaz’’ sözlerinin mükafatını; 1925 yılında, oğlu Seyid Muhammed’le birlikte idam edilerek almıştı.

Hasan Hayri Bey: Lozan görüşmeleri esnasında Meclis'e "Şal û şepık" giyip giden, Türklerin ve Kürtlerin birlikteliği için heyecanlı konuşmalar yapan, Mustafa Kemal’den ‘çılgınca alkış’ alan Dersim Milletvekili Hasan Hayri Bey, dönemin popüler kardeşlik tiradının kurbanlarından olur. Hasan Hayri Bey idam edilirken; ‘’Ey Kürt gençleri, benden ibret alınız ki dünyada verilmiş en şerefsiz söz Türklerin (bazı kaynaklara göre Kemalistlerin) verdiği şeref sözüdür’’ diyecekti.**

Yusuf Ziya Bey: ‘‘Arkadaşlar; ben Kürdüm. Fakat Türkiye'nin tealisini, Türkiye'nin şerefini, Türkiye'nin terakkisini temenni eden Kürtlerdenim. Türk ile Kürt teşriki mesai ederek yaşamazlarsa, ikisi için de akıbet yoktur,’’ diyen Yusuf Ziya Bey de bu tiradının ‘bedelini’ 1925 yılında asılarak ödemişti.

Geniş bilgi için Demokratik Modernite Dergisinin 40. sayısında yayımlanan ‘‘Kürt-Türk İlişkilerine Tarihsel Bir Bakış: Süngü Kardeşliği’’ makalemize bakılabilir.

** Bu bilgi Hasan Hayri Bey’in ailesinden alınmıştır; kişisel arşiv.

1) Rohat Alakom: Bir Kürt Diplomatının Fırtınalı Yılları; Şerif Paşa.

2) Mehmet Bayrak: Kürt Diplomasisi.

3) Ali Naci Karacan: Lozan.

4) İsmet İnönü; Hatıralar.

5) Mustafa Remzi Bucak, Bir Kürt Aydınından İsmet İnönü’ye Mektup.

6) Mesut Yeğen: İngiliz Belgelerinde Kürdistan 1918-1958.

7) Robert Olson: Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı.