Tipik bir geri kalmış ülke ya da Ortadoğu klasiği tekrarlanıyor. Siyasete hâkim belli aileler var ve bunlar sistem ile kendilerini özdeşleştirdikleri için aynı kısır döngü tekrar ediyor. Lübnan’da dönüldü dolaşıldı yine Saad Hariri’de karar kılındı.
Başlıktaki ironi bugünlerde Lübnan’da sıkça kullanılıyor. (Hariri’nin lideri olduğu hareketin adı Gelecek. Geçen yıl gösteriler nedeniyle istifa eden Hariri’ye yeniden görev verildiği için “tekrar Hariri’ye döndük” anlamında “Geleceğe Dönüş” filminden esinlenilerek yapılan bir espri bu).
Gelecek Hareketi’nin lideri Saad Hariri daha önce iki kez (aslında iki buçuk demek lazım) başbakanlık koltuğuna oturmuş. İlki Kasım 2009 ile Ocak 2011 arasında. İkincisi Aralık 2016 ile Ocak 2020 arasında.
Malum, Lübnan’da başbakanlar Sünni Müslümanlar arasından seçiliyor. Diğer tüm kesimler için geçerli olan “kaynak sıkıntısı” Sünniler için de geçerli. Diğerleri gibi kendi aralarında da alternatif üretemiyorlar. Hariri Lübnan’da gösteriler başladıktan sonra 29 Ekim 2019’da istifa edince yerine yine bir Sünni arandı ve Hassan Diyab başbakan oldu. Göreve 21 Ocak 2020’de başlayan Diyab 275 gün dayanabildi. Bir yandan devam eden gösterilerin üstüne Beyrut Limanı'ndaki patlama da eklenince Diyab kabinesi istifa etmek zorunda kaldı. Diyab’ın ardından 2013’ten bu yana Lübnan’ın Almanya büyükelçiliğini yapan Mustafa Edip, hükümeti kurma görevini devraldı ancak o da başaramadı ve sonunda tekrar Hariri’ye dönüldü.
Saad Hariri Lübnan'da yaklaşık 1 yıl önce başlayan eylemler sırasında siyaseti rahatlatmak için istifa ettiğini açıklamıştı. Eninde sonunda kendisine dönüleceğini hesaplıyor muydu bilinmez ancak o zaman istifa etmesi olumlu karşılanmıştı. Sonuçta Lübnan gibi bir ülkede koltuk kolay kolay bırakılmıyor ve alışkanlık gereği herkes birbirini suçluyor. Ancak Hariri o dönemde “olgunluk gösterip” Hizbullah'ın bile kendisine destek açıklaması yapmasına rağmen istifa etti. Aslında öncesinde Suudi Arabistan gezisi sırasında İran ve Hizbullah’ı suçlayıcı ifadeler eşliğinde istifa ettiğini açıklamıştı, bu nedenle iki buçuk kez başbakanlık yaptı diyoruz. Sonradan Michel Avn’ın ısrarı ile görevine devam etti. Belki de bu gösteriler dayanamadığı baskıdan kurtulma fırsatı vermişti kendisine.
Kimileri 'Beyrut Limanı'ndaki patlama Lübnan için dönüm noktası olur, 1 yıl boyunca göstericilerin başaramadığını patlama başarır' diye düşünüyordu ancak düzen sapasağlam yerinde duruyor.
Şu önemli noktaya dikkat çekmek lazım: Hizbullah da dahil olmak üzere bu kez Hariri üzerinde sağlanan konsensüs daha güçlü gibi. Parlamentoda aldığı oylardan dolayı değil. Oylamada Hariri’nin adaylığı (128 koltuk var) 65 oy ile kabul edildi. Hariri’nin adaylığı sürecinde Hıristiyanların onayı sancılı oldu. İkisi de Hıristiyan olan Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Partisi ve Semir Cağcağ liderliğindeki Lübnan Kuvvetleri destek vermedi, yine Hıristiyan olan Süleyman Franciyeh liderliğindeki Marada Hareketi ise destek verdi. En önemli aktörlerden Hizbullah, Hariri’nin adaylığına itiraz etmedi, Emel Hareketi (Parlamento Başkanı Şii Nebih Berri) ve İlerici Sosyalist Parti lideri Dürzi Velid Cumblat destek verdiler. Cumblat hükümet kurma işlerinde 10-12 milletvekili ile oldum bittim kritik rol oynar, bu yüzden verdiği destek önemliydi.
Hariri’ye verilen desteğin bu kez daha güçlü olmasının arkasında tam bir “bir musibet bin nasihatten daha hayırlıdır” örneği var. Birincisi, Lübnan, tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Ki bunun sonucu olarak bir yıldan fazla bir süredir (aynı Hariri’nin istifasına da yol açan) hareketlilik yaşanıyor. İkincisi liman patlaması durumu daha da ağırlaştırdı. Bu yazdığımız, yukarıdaki “düzen sapasağlam yerinde duruyor” ifadesi ile çelişmiyor mu?
Evet öyle ancak bu kez durum farklı gibi. Yukarıdaki sebeplerle de Lübnan’da herkes durumun aciliyetinin farkında. Öyle ki Seyşel Adaları'nda bir eskorta 16 milyon doları “emanet eden” Hariri gitmiş, yerine meselelere daha ciddi bakıyor görünümü veren bir Hariri gelmiş. Zaten ilk demeçlerinde ülkenin acilen çözülmeyi bekleyen ağır sorunlarından dem vurdu ve teknokratvari bir kabineye vurgu yaptı.
İşini bu kez ciddiye alacak görünümü veren Hariri’nin işi kolay değil elbette. İlk arıza Fransa ile ilişkilerinden, Fransız etkisinden çıkabilir. Jacques Chirac 2007’de Hariri’ye Fransa Yüksek Nişanı'nı vermişti. Lübnan ve Suudi Arabistan’ın yanı sıra Fransa vatandaşlığı da bulunan Hariri, iki başbakanlığı arasında memleketinde siyaset yapmak yerine (2011-2014) güvenliği tehlikede olduğu gerekçesi ile Fransa’da yaşamıştı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un patlama sonrası ziyaretlerini de eklersek önümüzdeki dönemde Lübnan siyasetinde Fransız etkisini tahmin edebiliriz. Zaten Hariri de bir şekilde Fransa’nın önerdiği reformlara gönderme yaptı bile.
İkinci problem mali kaynak problemi. Tek adres IMF gibi görünüyor. Ama ister Fransa ister IMF isterse ikisi ya da daha fazlası olsun, hiç kimse Hizbullah adını anmadan Hariri’ye “buyur paralar senin” demeyecek. Hizbullah’ın son jestlerine karşılık Hariri nasıl bir cevap verir bunu şimdilik kestirmek güç.
Bakalım Hariri bu kez ne kadar başbakan olarak kalabilecek?
Şu not ile bitirelim: Lübnan’da en kolay işlerden birisi hükümet kurup bozmak. Eski başbakanlara baktım Wikipedia'dan. Örneğin biri sadece 3 gün kalmış görevde (Nurettin Rifai, 24 Mayıs 1975-27 Mayıs 1975), daha öncesinde iki başbakan art arda sadece 4’er gün görev yapmış, onlardan hemen sonra gelenin görev süresi ise 18 gün olmuş.
En uzun başbakanlık yapan ise Saad Hariri'nin babası Refik Hariri olmuş. Birincisinde tam 6 yıl 310 gün, ikincisinde 3 yıl 363 gün. İkinci görevini bıraktıktan 4 ay sonra, tekrar göreve gelme ihtimali konuşulurken bombalı suikast sonucu hayatını kaybetmiş.
Lübnan’da şimdilerde “geleceğe dönüş” esprisi yapılıyor ama bakalım bu kez “Gelecek” Lübnan’ı geçmişten kurtarabilecek mi?