Beyrut’a döndüğümüzde burada bambaşka bir Aşure bizi karşılıyor. Aslında kabaca Baalbek’tekini andıran bir organizasyon şekli olsa da, burada her şeyin biraz daha siyasi olduğunu söyleyebiliriz. 80 bin civarında kişinin yaşadığı ve bu nüfusun da ezici çoğunluğu Şii olan Baalbek’te Aşure daha ‘yerel’ bir anlam taşıyor. Beyrut gibi karmakarışık bir kentte elbette işler değişiyor.
BAALBEK – Dünyanın en iyi korunmuş tapınaklarından biri Lübnan’ın doğusundaki Baalbek kentinde yer alıyor: Roma döneminden kalan Baküs Tapınağı. Jüpiter ve Venüs tapınaklarının görkemi de düşünülünce Bekaa Vadisindeki bu kentin antik dünyada önemli bir inanç merkezi olduğu kolayca anlaşılıyor.
Ancak Baküs Tapınağı’nın hemen yanı başında yer alan, İmam Hüseyin’in kızı Saida Khawla’nın türbesi, inancın kent için hâlâ ciddi bir öneme sahip olduğu izlenimini veriyor. Hele ki Şiiler için oldukça önemli Aşure zamanı kentte bambaşka bir hava esiyor. Biz de Beyrut’tan Baalbek’e doğru yola çıkıyoruz.
**
MİNİBÜSÜN İKLİM KUŞAKLARI
Lübnan’da şehirler arası toplu taşıma, çoğunlukla küçük, dar ve oldukça alçak minibüslerle yapılıyor. Boş yer kalmayacak şekilde koltuklarla doldurulan bu taşıtlar ile seyahat pek konforlu değil, ancak yolculara sunduğu başka şeyler var: Kuralları hiçe sayan hız, uygun fiyat ve Lübnanlılar için kritik bir öneme sahip sigara içme özgürlüğü. Üstelik Lübnan’ı biraz daha yakından tanımak isteyen bir ‘yabancı’ iseniz bu yıkık dökük minibüslerin harika olduğunu söylemek gerek.
İşte bizi Baalbek’e götürecek araç da bu minibüslerden biri. Önce Beyrut’u arkamızda bırakarak Lübnan Dağı’na tırmanıyoruz. Yukarı çıktıkça çevredeki siyasi partilerin ağırlığı da birbiri ardına değişiyor: Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın partisi FPM’i, Velid Canbolat’ın partisi PSP izliyor. Biri Maronit Hristiyanları diğeri Dürzileri temsil ettiği iddiasında.
Değişen bir diğer şeyse Beyrut’un cehennemi iklimi. Ağustos ayında dayanılmaz bir hal alan neme kentteki hamamböcekleri dışında sevinen yok. Ancak sadece yirmi dakikalık bir tırmanış ile nemden şişmiş cildiniz bayram ediyor. Bu coşkuyla minibüsün şoförü de bir sigara yakıyor, -ikisi asker olmak üzere- tüm yolculara da birer tane ikram ediyor.
Bir süre dağlarda dolambaçlı yollar izledikten sonra Şatura kentine doğru inişe geçiyoruz. Tırmanışa kıyasla çok daha dik olan bu ürpertici yolun ardında, Bekaa vadisi uzanıyor. Genelde haritalarda mesafeler insana gerçekte olduğundan daha yakın görünür. Bu yamacın başında ise durum tam tersi: Vadinin doğu sınırını oluşturan Anti-Lübnan dağları ve ardındaki Suriye toprakları, yüksek rakımdan olsa gerek, sanki bir koşuda ulaşılabilir gibi duruyor.
İLETİŞİM TUTKUSU
Bekaa’ya hızlıca indikten sonra sizi Chtoura ve Zahle kentleri karşılıyor ve iklim bir kez daha değişiyor. Dağların serinliğinden yoksun kuru bir sıcak yüzünüze çarpsa da nemin yokluğu iyi hissettiriyor. Tırmanışta olduğu gibi inişte de demografi değişiyor. Bu değişimi gözlerinizle değil, kulaklarınızla da hissedebiliyorsunuz. Aşure’nin verdiği duygusal yoğunlukla şoför yüksek sesle teypten bir ilahi çalmaya başlıyor. Müziğin ardından yolcuların konuşmalarında da ‘Aşure’ kelimesini işitiliyor.
Yolcuların konuşması demişken, bu konu da en az minibüsler kadar başlı başına üzerinde durmaya değer bir parantez. Elbette bir insan, daha farklı bir grup insanla karşılaştığında, ait olduğu grubu (ya da grupları) referans alarak bazı yorumlarda bulunur. Sözgelimi bir coğrafyanın insanları için ‘ne kadar da soğuk insanlar’ dediysek, bu muhtemelen kendi grubumuzdaki insanları daha sıcak bulduğumuz içindir. Bir başka insan aynı ‘soğuk’ kişiler için ‘sıcak’ yorumunu yapabilir, öyle değil mi? Bu yüzden ne kadar kaçarsanız kaçın gizli bir ‘bize göre’ durumu söz konusudur hep.
Lübnanlıların birbirleriyle iletişim kurma hızı işte bu durumu yerle bir ediyor, çünkü sosyal yönden zayıf olduklarını söyleyebilecek bir kişi bulamazsınız. Kim bilir, belki bu yüzden selamlaşmayı çoğu zaman ‘merhaba’ yerine doğrudan ‘Kiffak? (Nasılsın?)’ ile başlatıyorlar...
Belki aklınızdan “On beş küsür yıl boyunca iç savaş yaşamış bir ülke için ne yorum ama” fikri geçiyordur. Oysa ortada paradoksal bir durum yok, çünkü bu iletişim tutkusu öylesine şiddetli ki tatlı ya da sert oluşu genelde ikinci planda kalıyor gibi.
SONSUZ BAYRAKLAR
Minibüste de genç yaşlı, asker sivil herkes aynı konu başlığı altında az ya da çok yorum yaparak yola devam ediyor. Artık Baalbek’e kadar baş döndürücü sayıda ‘Ya Hüseyin’ bayrağı önümüze serilmiş durumda. Yaklaşık on-yirmi metre aralıklarla dikilmiş bu direklerde Aşure’den önce Hizbullah’ın seçim propaganda bayrakları bulunuyordu. Ondan önce de yine dönemin gündemine göre farklı bayraklar. Kilometrelerce yol üzerinde bulunan binlerce bayrağı düzenli aralıklarla söküp takmak kim bilir nasıl bir organizasyon gerektiriyordur?
Görseller sadece bayraklarla sınırlı değil. Yolun sağında, solunda ve ortasında durmaksızın size eşlik eden portreler var. Bu fotoğrafların büyük çoğunluğu Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’a ve savaşçılarına ait. Bir başka Şii örgüt olan Emel Hareketinin kurucusu İmam Musa es-Sadr ve güncel lideri Nebil Berri’nin de posterlerine rastlamak mümkün. Bu aralıksız görsel içerikte yer yer farklı siyasi partiler, hatta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bile kendini gösterebiliyor.
GÜNEŞ ŞEHRİ
Nihayet Baalbek’e varıyoruz. Kent merkezindeki ören yerinden hemen öncesinde Saida Khawla’nın türbesi ile karşılaşıyorsunuz. Burada yine aynı adla anılan camiinin yansıyan parıltısı, sizi bu mekânın önemli bir yer olduğu konusunda metrelerce öteden uyarıyor. Lübnan’da ören yerlerinin bugünkü kentlerle kurduğu bağlar bazen çok şaşırtıcı boyutlarda olabiliyor. Güney’deki Sur’da (Tyre) yer alan antik kentte nekropolisin hemen yanında İsrail’e karşı direnişte ölen pek çok savaşçının mezarı duruyor. Baalbek’te de görkemli antik tapınak kent bugünün önemli bir ibadethanesinin yanı başında yer alıyor.
Caminin önünde ise büyük bir Aşure çadırı var. Burada başlarında yeşil poşular bağlamış 10’lu yaşlarında çocuklar tekli sıra halinde bekliyor, törene dualar ve sloganla eşlik ediyorlar. Hepsinin üzerinde siyah tişörtler var. Türbenin girişi ise oldukça kalabalık. Aşure nedeniyle sadece Baalbek’ten değil, tüm Lübnan’dan ziyaretçiler bu türbeye akın ediyor.
Kent merkezindeki birçok köşede akşam saatlerinde yemek dağıtılan çadırlar bulunuyor. Ancak vardığımız gün ortasında, devasa kazanların çevresinde yapılan yemek hazırlığından eser yok. Onun yerine çadırın yanındaki minik büfenin önünde zaman geçiren bir grup genç var. Espresso makinesinin üzerinde Kasım Süleymani ve Hasan Nasrallah’ın fotoğrafları bulunuyor. Büfeden su ve meyve suyu alıyoruz ve parasını ödemek için gençlere doğru yöneliyoruz. Ancak gençler ‘Hüseyin aşkına’ diyerek şiddetle reddediyor. Aynı yoldan bir kez daha geçerken ısrarla sohbet etmek için yanlarına davet edip kahve ikram ediyorlar (yukarıda yaptığımız ‘iletişim tutkusu’ yorumunu destekler şekilde).
Buradaki gençler de simsiyah giyinmiş. Çoğunun boynundaki gümüş renkteki kolyeler böylece daha da göze çarpıyor. Ancak dikkat çekmesi için arka plan rengine pek de ihtiyaç yok gibi. Çünkü kolyelerin ucunda sallanan Zülfikar kılıçları bazen inanılmaz boyutlara varabiliyor. Bazı gençlerin kolyelerinde ise avuç içi büyüklüğünde Hz. Ali tasvirleri var.
Yanımda oturan gence çadırda ne yaptıklarını soruyorum, “Akşamları yoksullara yemek veriyoruz, bazen para yardımı yapıyoruz” diye yanıtlıyor ve Hz. Hüseyin’in hikayesini uzun uzun hep bir ağızdan anlatıyorlar. Bir süre boyunca Aşure üzerine konuştuktan sonra kentten bahsediyorlar. Yine yanımdaki genç sözü alıyor “Burası çok eski bir yol, şu yanımızdan akan nehir de öyle. Güneş tanrısının şehri, yanlış tanrılar tabii” diyor, Büyük İskender döneminde yaygınlaşan Heliopolis (Güneş Kenti) ismini hatırlatarak. Aşure ve ülkelerimiz üzerine biraz sohbet ettikten sonra müsaade isteyip yanlarından ayrılıyoruz.
**
Beyrut’a döndüğümüzde burada bambaşka bir Aşure bizi karşılıyor. Aslında kabaca Baalbek’tekini andıran bir organizasyon şekli olsa da, burada her şeyin biraz daha siyasi olduğunu söyleyebiliriz. 80 bin civarında kişinin yaşadığı ve bu nüfusun da ezici çoğunluğu Şii olan Baalbek’te Aşure daha ‘yerel’ bir anlam taşıyor. Beyrut gibi karmakarışık bir kentte elbette işler değişiyor.
Şiilerin yoğunlukla yaşadığı Beyrut’un güney semtlerine gidiyoruz. Buradaki Seyid Hasan Nasrallah Caddesi, Aşure etkinliklerinin de merkezi. Ertesi gün AlMasria, yani Aşure’nin en önemli günlerinden biri ve bu cadde görkemli bir yürüyüşe ev sahipliği yapacak. Telaşlı bir hazırlık sürüyor. Nasrallah’ın konuşma yapması için caddenin güney ucundaki meydana dev bir ekran yerleştiriliyor. Tüm caddede ise sayısız hoparlör bir oraya bir buraya taşınıyor. Cadde Emel Hareketi ve Hizbullah arasında ikiye bölünmüş durumda. Her iki grup aşure etkinliklerini kendi bölgesinde düzenliyor.
Bu sırada çadırlarda kazanlar kaynamaya devam ediyor. Yemek dağıtım saatinde çadırların önü hıncahınç doluyor. Ancak çadırlar sadece Hizbullah’a, Emel’e yahut camilere ait değil. Kimi esnaf da kendi bütçesine göre dükkânın önünde siyah örtülü bir masa kuruyor açıyor: Kafe sahibi çay dağıtıyor, bakkal su ve meyve suyu (özellikle de Lübnanlıların çok sevdiği ananas suyu).
Onlarca çadır önünce toplanan yoksul kalabalıklar kentteki ekonomik eşitsizliğin boyutunu da çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Lübnan’ın sadece küçük ve ayrıcalıklı bölümünü mercek altına alıp romantik bir hikâye yazmaya kalkanların pek de uğramadığı yerlerde pek de önemsenmeyen hikayeler...