1905 yılında yazar Maurice Leblanc tarafından yaratılmış olan ‘Arsene Lupin’, kuşkusuz Sherlock Holmes’la beraber, roman dünyasının en önemli ve unutulmaz dedektif karakterlerinden biridir. Kaynakları bu kadar eskiye giden ‘Lupin’ kitapları, okuyucu(lar) açısından her ne kadar ‘eskimez’ ve kendi türünde ‘başyapıt’ olsa da, böyle bir efsanevi figürün beyazperdeye veya televizyon ekranına geçişi sancılı olabilirdi. Aslında ‘Lupin’ daha önce 70’li yıllardaki bir televizyon dizisiyle ve 2004 yılında bir sinema filmiyle Fransa sinemasını ziyaret etti ancak bizce bu sefer durum biraz farklı çünkü her şeyden önce karşımızda olan bir ‘remake’ ürününden ziyade ‘modernize edilmiş’ bir versiyon.
Netflix’te yayınlanan bu yeni ‘Lupin’ dizisinin etkisini sadece Fransa ile sınırlandırmak biraz yetersiz olacaktır çünkü dizi, dünya çapında da çok ses getirdi hatta Amerika’daki Netflix kanalının ilk 10’nunda kendisine yer bulan ilk Fransız dizisi oldu. Şimdilik sadece 5 bölümü yayınlanmış olsa da (Fransa’da!) ‘La Casa de Papel’ veya ‘The Queen’s Gambit’ gibi ciddi hayran kitlesi kazanmış dizileri izlenme oranı olarak geçti. ‘Lupin’, esinlendiği romandan birçok açıdan ‘bilinçli’’ olarak kopuyor. Filmin yönetmeninin önemli (ve bizce çok parlak da olmayan) bir ‘aksiyon filmi’ kariyeri sahibi olması, hikayenin kahramanının ‘asil bir İngiliz’den her açıdan farklı olması ve dizinin senaryosunun günümüzün bütün teknolojik buluşlarından yararlanarak ilerlemesi, merak ettirdiği kadar nereye varacağını pek kestiremememize de yol açıyor.
Assane Diop, ilk bakışta geçici işlerde çalışan, sıradan biri gibi görünen ama aslında kılık değiştirmede ve soygunda inanılmaz yetenekli, orta yaşlı bir adamdır. Senegal asıllı bir Fransız olan Assane, gerçekleştirdiği inanılmaz soygunlarından arta kalan zamanını hala arkadaş olduğu eski karısına ve oğluna ayırmaktadır. Paris’teki Louvre Müzesi'nden bir şekilde çaldığı çok değerli bir kolye, onu 25 yıl önce bu kolyeyi çalmaktan haksız bir şekilde suçlanmış olan ve sonrasında hapishanede intihar etmiş babasının trajik olayına götürür. Assane (diğer deyişle Lupin) asıl suçluların peşine düşüp babasının intikamını almak için her yolu deneyecektir.
İLK BÖLÜMLERİN SUNDUKLARI
En baştan belirtmemizde yarar var: ‘Lupin’ dizisinin, özellikle ilk bölümlerde, belki de eleştiremeyeceğimiz tek noktası temposu ve hareketliliği… Çok güzel görüntüler eşliğinde başlayan açılış bölümünde tanık olduğumuz başkarakter ve gerçekleştirdiği soygun, tempo ve aksiyon açısından beklentilerimizi belli ölçüde karşılıyor. Hem yönetmen Louis Leterrier en azından ‘aksiyon’ sekanslarında formunu koruduğunu gösteriyor hem de filmin kahramanını canlandıran ve aynı zamanda senaryonun ‘lokomotifi’ görevini üstlenen Omar Sy, karakterinin gerektirdiği kurnazlığı, sıcaklığı ve ‘klas’ duruşu ziyadesiyle sergileyebileceğini kanıtlıyor. Ancak tempo açısından başarılı bir şekilde ‘filme alınmış’ olsa da çok da orijinallik taşımayan ‘soygun’ sahnesi ve sonrasında bizce biraz sakarca ve aceleyle yapılmış gibi duran ‘flashback’ sekansları (özellikle gerçekçilik sınırlarını zorlayan, havuz başındaki öpüşme sahnesi), başkarakterin yerini ve amacını ‘bulandırıyor’. Buna rağmen ‘Lupin’ karakterinin çok kısa bir süre içerisinde başardığı ‘kimlik değişimleri’, hiçbir zaman kaybetmediği ‘hoş’ çapkın tarzı bazen biraz çocukça kaçsa da özellikle ilk iki bölümü beklendik ama yine de yarı-başarılı bir hale getiriyor.
Çocukluğunun ve ergenliğinin bir kısmını (yaşadığı acı kayıpların da büyük etkisiyle) pasif, içine kapanık bir şekilde yaşayan Assane, bir de bütün bu sorunların yanında Fransa’nın bazı kesimlerinde, kendini sürekli hissettiren ‘ırkçı’ aşağılamaya da maruz kalıyor. Bu ‘sıkıntılı’ süreçte ayakta kalmayı ve yoluna devam etmeyi başaran Assane, bütün bu ‘çekingenliğin’ ve ‘aşağılanmanın’ acısını yetişkin bir yaşa geldiğinde çıkaracaktır.
SENARYONUN ZAYIF KARNI
Her ne kadar Assane’nin peşindeki polisleri atlatmak için kullandığı ‘metotlar’ bir kurnazlık taşısa ve zaman zaman ‘dahiyane’ dursa da, bunlar senaryonun ‘zayıf karnı’ yüzünden tökezleyebiliyor. Çünkü biraz ‘fazla açıklayıcı’ olan final kurguları veya başkarakter tarafından yapılan ‘öngörülebilir’ keşifler, seyircilerin sürekli ‘önünde’ olması gereken Arsene karakterini zayıflatıyor. Ancak üçüncü bölümle şekillenen ‘intikam’ projesi, hikayenin içindeki potansiyeli ortaya çıkarmasını sağlıyor, işler rayına oturuyor.
Zira Assane’nin ‘intikam’ hamleleri sadece, babasının ve dolayısıyla kendisinin hayatının bir kısmını mahveden insanları cezalandırmak değil, aynı zamanda bu ‘suçlu’ (!) kişileri içinde barındıran bir sistemi derinden sarsmak! Bu açıdan bakarsak dizide ciddi bir anarşist ruh da görebiliriz.
Görünürde tam bir ‘thriller’ havası veren dizi, sık sık ‘sosyal sınıf eşitsizliği’, ‘yargı sistemindeki çürümüşlük’ gibi konuları da eşeliyor. Kökeni açısından ‘hor görülmeye’ elverişli olan Assane, hem eşsiz ‘kimlik değiştirme’ yeteneğiyle hem de gösterişli ama snob olmayan ‘aura’sıyla burjuvaziye ve muktedirlere sert bir darbe vuruyor! Zaten Assene’nin kendisini ‘saklayan’ kimliklerde temizlikçi veya kurye gibi işler seçmesi de kuşkusuz bir tesadüf değil! Hatta bu ‘saklayan’ işler arasından en öne çıkan ‘bilgisayar programcısı’ rolünde bile gittiği polis merkezinde ‘ikinci sınıf’ vatandaş gibi görülmesini kendi diliyle eleştiriyor. Senaryonun bu açıdan ise ‘yenilikçi’ olduğunu kabul etmemiz ve hakkını vermemiz gerekir!
OMAR SY VE ARSENE LUPİN’İN GÖLGESİ…
Bahsettiğimiz konuları deşmek için, başrolde Omar Sy’ı seçmek ideal bir tercih gibi duruyor. Özellikle Fransa’da muazzam bir gişe başarısı kazanarak kendisini dünyaya tanıtan ‘Les İntouchables’ filminin başrollerinden biri olan Omar Sy, daha sonra bu yerini ‘X-men’ gibi iddialı Hollywood yapımlarında da yer alarak sağlamlaştırmıştı. Ancak Omar Sy’ın yeteneğini değil sinema kimliğini düşündüğümüzde içimizde ufak bir endişe de oluşmuştu: Bahsettiğimiz film de dahil Sy, biraz kaba, ‘argo’ ve adeta makinalı tüfek gibi laf ebeliği yapan karakterler çizmişti. Bu ‘laf sokan’ ve ciddiyetsiz tutum devam etse bu, ‘modernize’ edilmiş bile olsa ‘Arsene’ karakterine uymazdı! Ancak Omar Sy bu tuzağa düşmüyor ve olayı kendi şovuna dönüştürmeden dikkat çeken ama dozunda bir oyunculuk sergiliyor. Başkarakteri rahatça kabul etmemizi ve anlamamızı sağlıyor. Sadece yine hikayede önemli bir yer tutması gereken eski karısı Claire (Ludivine Sagnier) ve bıkmadan izini süren polis Youssef (Soufiane Guerrab) karakterlerinin biraz üstünkörü çizildiğini de eklememiz gerekir. Her ne kadar Claire’in son bölümlerde rolü biraz büyüse de…
Sonuçta ‘Lupin’, esinlendiği ‘klasikleşmiş’ karakterin yüzünü kara çıkarmayan, senaryosundaki bazı sürpriz ‘zayıflıklarına’ rağmen tempolu, heyecanlı ve yenilikçi bir bakış sunan düzeyli bir dizi… İkinci sezonu sabırsızlıkla bekliyoruz!