Çok durdum, hiç gitmedim ben, bu dağ başında
Rüzgâra ağladım bazen,
Bazen derdimin dibini saydım ıssıza.
Yaşlı, durgun bir zeytin oluşuma bakma
Şuramda bir su vardı ve şuramdan
Neşeyle akardı aşağıya.
İzmirli, “Troyalı” Homeros’tan Trakyalı Birhan Keskin’in şiirine...
Zeytin Ağacı’nın kâh durgun, kâh neşeli bakışı bu kadim toprakların en vefalı varlığı olmuş…
Ama arsız bir zenginlik peşinde hayatı kemirip duranlar zeytine de diş bilemiş durmuş.
Zeytin tarihi anlatacak değilim.
Zeytinin talihiniz olduğunu zaten bilirsiniz.
Kâh barışa dal verir, bir güvercin gagasında…
Kâh ömrüne can verir, bir tane içinde, bir yağ damlasında.
Zeytini anlayan anlamıştır zaten, kutsal bir miras gibi aklına, kalbine basmıştır…
Ama orucunu bir dane zeytin ile açmaya duranların bir kısmının ihtirası, asırlık ağacın boyunu çoktan aşmıştır.
Onlar ve onlardan öncekiler ve öncekiler de ve maalesef peşlerinden, yıkıcı düşlerinden gidenler de, tabiatın açgözlü, gözü dönmüş yağmasında zeytine de gelecekti zaten.
Çünkü neler kaybettiğimizin tarihini tutanları görmezden geliyor, duymamayı seviyor, hafızamızı bir zeytin fidesi kadar bile büyütemiyoruz.
Zeytine maden iştahlı saldırı fikri, tam da buğdayda, ayçiçek yağında, gıdada Rusya’ya, Ukrayna’ya ne kadar muhtaç olduğumuzu gördüğümüz zamana denk geldi.
Anlar mıyız, sebeplerini sorar mıyız, bir zamanlar “Kendine yeterli 7 ülkeden biri” lafını, “Çikita muz ithali”ni, “canlı hayvan getirilmesi”ni dahi didikleyen o “eski moda gazetecilik” de, bir zeytin ağacı kadar köklü kurumlarını bile köksüzleştirmedi mi, genetiğiyle oynanmış ürün haline getirmedi mi?
Zeytine ve toprağa, dağa taşa, verimli arazilere arsız saldırı, yeni enflasyonunuzun utangaç ve aslında utanmaz resmî rakamlarla örtülmek istendiği zamana da denk geldi.
Şimdi, baskıyla susturulmak istenen Enag’ın yüzde 123.8’lik rakamına bakmıyor zeytin. Toprağa, insana saygılı ya, devlete de güvenmek istiyor olabilir.
TUİK rakamına çeviriyor, ağırbaşlı başını: Yüzde 54.44 görüyor.
Telaşla kendine bakıveriyor, ben insanlara daha mı çok yüklendim ki, kazımak istiyorlar diye.
Yok. Devletin sindirilmiş listesinde zeytindeki enflasyon yüzde 42.3. Oh çekmese de, daha büyük bir utancı yaşamak istemiyor Ölmez Ağacı.
Sonra “Resmî liste”yi önüne çekiyor, üzerindeki örtüyü sıyırıyor. Milyonlarca insanın hanesinde yaşadığını, gözaltındaki, tutuklu bir enflasyon hesabı dahi gizleyemiyor.
Bakın genellikle yoksul, hadi orta halli sofraların talip olduğu, bazen açlık bastırdığı, çocuğuna iki tabak yemek koyduğu kalemlere:
Un yüzde 78, bulgur yüzde 85.
Bisküvi, kraker vb. yüzde 150, yufka yüzde 89.
Yumurta yüzde 84, margarin yüzde 140.
Makarna yüzde 89, şehriye yüzde 78.
Nohut yüzde 122, mercimek yüzde 97.
Maydanoz yüzde 146, lahana yüzde 90.
Kabak yüzde 173, karnabahar yüzde 227.
Patates yüzde 152, domates yüzde 170.
Ispanak yüzde 135, biber yüzde 120.
Elektriği, gazı, benzini, mazotu siz hesaplayın.
Dilerseniz ekmek yüzde 63, olmadı pasta yüzde 43!
Lokantada yersen, otelde kalırsan yüzde 55.
Bu ülkenin insanlarına şu anda özür borcu olanlar, hayır biz daha sizin zeytininizi sökeceğiz diyor.
Yoksul halkın sofrasına yüzde 100’lerde binen fiyatlar, hayır biz yüzde 50’nin içinde gizleneceğiz diyor.
Troller, tetikçiler çıkıp şu tüketici fiyatlarıyla bile tükenmişlik manzarasını “sen Avrupa’daki enflasyona bak” diye size yedireceğiz diyor.
Zeytin Ağacı’nın acısının hepimizin acısı olduğunu anlamamız için, hoyratlıklarla ezilmiş başakların hepimizin aşı olduğunu kavramamız için yüzde yüzde yüzlerimize vuruyor etiketler.
Denizin, havanın, derenin, ormanın, korunun, tarlanın hüznü talihsiz tarihimizin utancı olarak sofralara uzanıyor, ciğerlere oturuyor, çocuklara kirli, soluksuz, gıdasız bir miras gibi her köşeye siniyor.
Daha bir şey görmediniz, demişlerdi bazen salgınlar için, bazen savaşlar için.
Devletin komut altındaki rakamları bile aynı şeyi söylüyor.
Tüketici enflasyonunun resmen yüzde 54.44 diye açıklanmasının arka yüzünde, “üretici enflasyonu”nun yüzde 105 olması saklanıyor.
Zaten yüzde 100’ün üzerinde artan perakende fiyatlardan bunu anlıyorsunuz ama…
Yüzde 54.44’ün de, kimi zararına satan perakendeciyi ve üreticileri daha çok bastıramayacağını da seziyorsunuz.
Geçen gün İzmir Kemeraltı Çarşısı’nda, biri mütedeyyin, iki kumaşçı, perdeci esnaf şöyle konuşuyordu:
“İstanbul’daki toptancıma gittim. Bana, perakendeciden al malları, bizde daha pahalı dedi.”
Yani perakendeci perakendecinin stoklarını eritiyordu…
Yeni mallar ise “Üretici Enflasyonu” ile kapıda, pusuda bekliyordu!
İki enflasyon arasındaki resmî farkı gayet iyi özetlemişti, tarihi Kemeraltı’nın mütevazı müşterilerini bekleyen mütevazı esnafı!
Sorun, bütün bu olanlarla, zeytin ağacına da el uzatan hoyratlıklar, arsızlıklar, adaletsizlikler, düşüncesizlikler, yağmacılıklar arasındaki bağı kurup kurmamaktaydı.
Raftaki mal ile laftaki maval ilişkisini…
Tezgâhta kalan ile tezgâhtaki yalan bağlantısını.
Yine Birhan Keskin’den, Zeytin Ağacı’nın şiiriyle bitsin:
Madem aldın beni rüyana
Bu da benden, dalımdan bir hatıra!