Madra: Milliyetçi cepheye milliyetçi cevap verilemez

Drew Üniversitesi Öğretim Üyesi Yahya Madra, Türkiye'de muhalefetin Kürt meselesi konusunda demokratikleşme perspektifini ortaklaşa bir platform olarak sunamadığı için zayıf ve bölünmüş durumda olduğunu belirterek, "Yeni rejimi ayakta tutan, mevcut muhalefetin dağınık pozisyonu, vizyonsuzluğu, demokratikleşme ve barışı merkeze tam alamaması sorunu" yorumunda bulundu.

Abone ol

DUVAR - Amerika New Jersey Eyaleti’nde bulunan Drew Üniversitesi Öğretim Üyesi Yahya Madra, Türkiye'ye ABD tarafından CAATSA kapsamında uygulanan yaptırımlar, S-400 krizi, Türkiye-Rusya ilişkileri, AK Parti hükümetinin ekonomi politiği ve Biden yönetiminin dünyaya verdiği mesajlara ilişkin soruları yanıtladı. 

Madra’ya göre yaptırımlar, yaptırımlar savunma sanayini hedef alması açısından uzun vadede etkili olabilir. Türkiye'nin dış siyasetine üç farklı noktadan yaklaşılabileceğini belirten Madra, iç siyasette ise muhalefetin, Erdoğan ile MHP’nin oluşturduğu milliyetçi cephenin dışına çıkamadığı tespitini yaptı.

Yahya Madra'nın, Mezopotamya Ajansı'ndan Selman Güzelyüz'ün sorularına verdiği yanıtların bir bölümü şöyle: 

Rusya'dan alınan S-400 hava savunma sisteminden kaynaklı ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) kapsamında bir takım yaptırımlar açıklandı. Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir ile kurumdan üç yönetici de yaptırım listesine alındı. Karar genel anlamıyla “hafif” bulundu. Siz nasıl yorumladınız?

Erdoğan’ının kendi aile şirketleriyle oluşturduğu askeri sanayi kompleksinin ana motoru olan Savunma Sanayi İdaresi’ne dönük bu yaptırımlar, aslında bu idarenin işleyişini zorlayacak yaptırım olarak okunmalıdır. Yani öyle ekonomiyi çok büyük vuracak yaptırımlar değil ama Erdoğan ve ailesinin o birikim modelini kaydırmaya çalıştığı, savunma sanayine bir saldırıdır. O anlamda bence o kadar da hafif değil. Belki ekonomiye doğrudan ve şimdi bir etkisi olmayacak ama uzun dönemli olarak orayı hedef alıyor.

AKP yönetimi ABD yaptırımlarına rağmen S-400’ler noktasında geri adım atmış değil. Rusya’dan da çok ciddi tepkiler gelmedi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
 
Baktığımız kadarıyla Türkiye’nin dış siyasetinde çok karmaşık bir denklem söz konusu. Bu konuya üç farklı noktada yaklaşılabilir. Birincisi Türkiye’deki rejimin yeni başkanlık sistemiyle her şeyin Erdoğan’a bağlanması yani idareyi merkezileştirmesi. Diğer yandan Erdoğan’ın hem milliyetçilerle hem de Avrasyacı gruplarla ittifaka girmesi Erdoğan’ın Ortadoğu’ya daha saldırgan bir şekilde ilerlemesini sağlıyor. Çünkü Erdoğan’ın ittifak kurduğu gruplar, barış ittifakı değil. Erdoğan’ın ittifakı hem savaş ittifakı hem de savaş endüstrisine dayanan bir ittifaklardır. Erdoğan ciddi anlamda savunma sanayi alanında oluşan daha askeri bir birikim rejimine gitmeye çalışıyor. Bu birinci vektör. İkinci vektör ise Türkiye bir anda hem saldırgan bir yapı ama bir yandan da bölge çok dinamik bir şekilde değiştiği için bu saldırganlığını biraz da savunma amaçlı yaptığını ifade ediyor. Diğer konu ise Rusya’ya bağımlı hale gelmesi. Örnek olarak Azerbaycan ve Ermenistan savaşında Rusya Ermenistan’ı kendi kontrolüne alabilmesi ve onu AB dışına çekmesi için bir hamle yaptı. Rojava’da Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) yaptığı numaranın bir benzerini Ermenistan’a yaptı. Yani zayıf düşürüp kendine muhtaç hele getirme oyunu. Türkiye ise bu oyunda Rusya’nın aleti oldu. Türkiye, Azerbaycan’ı provoke ederek, Rusya’nın oradaki düzenlemesini, adım adım işleyişini sağlayan bir güç konumuna geldi. Bunu yaparken NATO’dan uzaklaşıp Rusya’nın etki alanında girdi. Yani Rusya, Türkiye’yi satranç hamlelerinde kullandığı bir alt güç konumuna yerleşmiş durumda. Rusya, Türkiye’yi hem Azerbaycan üzerinde Ermenistan’ı hizaya getirmek için hem belki Rojavayı hizaya getirmek için kullandı ve kullanmaya devam ediyor.

Türkiye bu durumun farkında değil mi?
 
Türkiye’nin yapabileceği pek bir şey yok. Çünkü Erdoğan’ın Avrasyacıların, milliyetçilerin ve Hulusi Akar’ın oluşturduğu ortak koalisyonun amacı Kürtlerdir. Türkiye bu amacını Rusya’ya verdiği tavizlerle kısmi olarak işliyor. E zaten savaşın maliyeti de dışsallaştırılıyor. Yani emekçiler, Kürtler ve yoksullar üzerinde savaş finans ediliyor. Şunu söylemek gerekirse Rusya’nın Türkiye’yi kullanması için ille de Türkiye ile bir ittifak kurması gerekmiyor. Rusya şu anda da tam olarak onu yapıyor.

Türkiye’nin ABD ile Rusya ilişkilerinde denge oluşturmadığı ve bir sorun olarak karşısında duran S-400 savunma sistemine ilişkin gelişmeleri şirket-devlet bağlamında ele alacak olursak, Erdoğan’ın sermayenin kurumsal alanda ördüğü ilişkiler ağının ekonomik politiği nedir?
 
Türkiye’de 1980’den beri kurulan devlet bürokrasisinde doğrudan başbakanlığa son dönemde ise Cumhurbaşkanlığına bağlı yapılar var. İşte TOKİ gibi, Savunma Sanayi Başkanlığı gibi benzer bir yapılar. SSB, devletin özel şirket ve sektörlerle yaptığı iş birliklerini organize eden ve uluslararası anlaşmaları organize eden ve savunma sanayine 5-10 yıllık planlamalarını yapan ve ona göre projelerini değerlendiren, askeriye ile iş dünyasının sermeyesini organize eden bir yapı. CATSA yaptırımlarıyla bunun hedef alınması aslında Türkiye Silahlı Kuvvetlerinin ekonomik alandaki önemli bir kurumunu hedef alınması anlamına geliyor. Neden bunu hedef alıyor? Çünkü ‘sen bunu yaparken benimle çalışmadan bağımsız bir şekilde hareket ediyorsun ve Rusya ile S-400 anlaşması yapıyorsun” diyor. S-400 anlaşması belki Türkiye derin devleti, iktidarda olan Cumhur ittifakı ya da Avrasyacılar açısında sembolik bir şey. Ben Perinçek grubunun ülkeyi yönettiğine inanmıyorum onlar bir zihniyet. Onlar iktidardaki zihniyetin medyadaki şaklabanları. O zihniyet Amerika’ya karşı ‘biz bağımsızız, biz istersek Rusya ile de iş birliği yaparız’ mesajı vermek istiyor. Erdoğan ise derin devlete ekonomik olarak eklendi. Yani savunma sanayindeki iş birliktelikleri, BBC gibi farklı şirketler ile olan bağlantıları eklendi. Yani Erdoğan, ‘Bunun ekonomik ayağını getireceğim, biz yıllardır inşaat üzerinden geçiniyorduk ama buna artık savunma sanayisini getirelim.’ Bir de şuna değinmek lazım: Savunma sanayisi Türkiye’de milliyetçiliği ideolojik olarak kışkırtan bir şey. ‘Silahımızı kendimiz yapıyoruz, dünyaya hükmediyoruz’ söylemlerini de besleyen bir şey. Seçimlerde ‘biz tankımızı yapıyoruz’ demenin sembolik ve ideolojik bir fonksiyonu var. Erdoğan, her zaman bunu kullanıyor ve bunun bir alıcısı hala Türkiye’de var.

Türkiye’deki rejim kriziyle devam edeceksek, sizce krizin sebepleri ve ayakta tutan dinamikler nelerdir?
 
Aslında bu soruya verilecek en kısa ve net cevap muhalefetin yokluğu. Muhalefet zayıf çünkü bölünmüş durumda. Bölünmesinin en temeli de Kürt meselesi konusunda demokratikleşme perspektifini ortaklaşa bir platform olarak sunamamaları. Yani Türkiye’deki muhalefet Erdoğan ile MHP’nin oluşturduğu milliyetçi cephenin dışına çıkamıyor. Dolayısıyla o çerçeve içinde de milliyetçi cephe iktidarını sürdürebiliyor. Bu kadar basit aslında. Milliyetçi cepheye karşı milliyetçi cevap verilemez. Mesela CHP aylardır S400 meselesinin ne kadar yanlış olduğunu anlatıyor ama mesele yaptırıma gelince aynı anda iktidarla aynı hizaya geliyor.  Zaten o hizayı alıverme olayı bitiriyor. Muhalefet dediğin hem dış politika da hem iç politika da topyekûn muhalefet yapacak. Aynı zamanda topluma çizdiği vizyonu karşısına alması gerekiyor. Erdoğan ve milliyetçi cephenin diyelim, Cumhur İttifakı’nın çizdiği vizyonun karşısında sen ne kadar radikal bir şekilde çıkabiliyorsun ve ne kadar alternatif bir vizyon oluşturuyorsun. Tamam, Türkiye’de sosyalist bir vizyon oturtmak mümkün değil onu anlıyorum ama demokratik bir vizyon ve bu demokratik vizyonu Kürt halkının haklarını da göz önüne alan bir vizyonu oturtabilirsin. Yani şunu demek istiyorum, yeni rejimi ayakta tutan mevcut muhalefetin dağınık pozisyonu, vizyonsuzluğu, demokratikleşme ve barışı merkeze tam alamaması sorunu.
RÖPORTAJIN TAMAMI