'Madun' Kürt kadınları konuşabilir mi?
Kürt kadınları sadece erkek egemenliğinin baskısını değil, ırksal ve sınıfsal yapılar tarafından da baskı deneyimi yaşıyor. Beyaz Türk feminizminin kız kardeşlik vurgularının geçerliliği en önce ulusal perspektiften ve sınıf perspektifinden bakarak “madun” Kürt kadınlarının gerçekten konuşabilmesini sağlamaktan geçiyor.
Hatice Özhan*
Kürt kadınlarının, politika ve kadın özgürlüğü alanlarında verdikleri mücadeleler ile Türk siyasal hayatının önemli bir kesitinde yer aldığı kuşkusuzdur. Türk siyasetinin paternalist yapısı siyasal Kürt kadınlarınca değişime uğrayarak yumuşama göstermiştir. Siyasal partilerin kadın kotalarında genişlemeye gitmesiyle mecliste oluşan kadın görünürlülüğü bu değişimin sonuçlarından biridir. Yanı sıra Kürt kadınlarının Türkiye’deki kadın örgütleri ve ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla kurduğu en yakın dirsek teması bu değerdedir. Nitekim Halkların Demokratik Partisi’nin yakın geçmiş zamanda İstanbul Sözleşmesi’ni parti programına koşulsuzca dâhil etmesi, mücadelesini bu minvalde yürütecek olması genelde kadın özgürlüğü için kıymetlidir elbette ki. Ancak farklı ezilme biçimlerine sahip Kürt kadınları içinse kendi madunluğunun tartışmaya açılmasına ilişkin ihtimallerin önünün kapanması demektir. Kürt kadınlarının sorunlarının, aynı analiz kategorisi içerisinde “bütüncül” bir kadın kavramıyla tartışılacak olması bir şeyi zorlaştırır. O da şudur ki;
Türk feminizminin heterojenliği içerisinde rol alan Kürt kadınlarının, Kürt ulusal sorunu bağlamında bir Kürt feminizmi inşa etmelerinin zorluğudur. Kürt ulusal sorununun bir parçası ve sonucu şeklinde görünürlük kazanan Kürt kadınlarının Türkiye’deki “kız kardeşlik” formunun bir üyesi olabilmesi “madun” konumundayken, bu haliyle mümkün değildir. Dili, kültürü, tarihi yasaklanmış bir halkın kadınlarının ırk, sınıf ve kültür bakımından ayrıcalıklı bir coğrafyada, deneyimlere sahip kadınlarla ortak temsillere sahip olması düşünülemez. Kürt kadınları bu denli madunken, “şakır şakır” konuşabilmesi mümkün olabilir mi? Kürt kadınlarının afaziyetli konuşma sorununu, meramımı çok ırklı feminizm bağlamında ele almak en doğrusudur?
'ÖTEKİ'LERİN GÜCÜ ADINA ÇOK-IRKLI FEMİNİZM
Sömürge sonrası yazıları ile bilinen ve post kolonyal (3. Dalga) feminizmin yaratıcılarından Gayatri Spivak, Madun Konuşabilir mi? eseriyle sömürge toplumlarının kendisini ifade etme güçlüklerine, imkânsızlıklarına dikkat çekmiştir. Spivak’ın yanı sıra Chandra Mohanty’nin de kadına Batı bakışlı beyaz bir kimliğin biçilmesinden duyduğu rahatsızlık, bütüncül kadın kimliğinin tartışmaya açılmasını sağlamıştır. Çünkü Amerikan ve Fransız devrimlerinin etkileriyle oluşan Birinci ve İkinci Dalga feminist teorilerin kadınlık anlatıları, Batılı beyaz ve görece daha ayrıcalıklı kadınlar üzerineydi. “Küresel kız kardeşlik”in bütüncül bir kadın kavramı yaratması siyah ve “üçüncü dünya” kadınlarının sorunlarını görünmezleştirmişti. Siyah ve renkli kadınların beyaz ve etnosantrik Batılı feministlere yönelik eleştirileri “üçüncü dünya” kadınlarının, dünyanın başka yerlerindeki “öteki” kadınların sorunlarının anlaşılmasında yetkinliğini koruyan bir eleştiri olarak güncelliğini koruyor. Kadına biçilen Batı bakışlı beyaz kimlik, kolonyalist bakışın feminist yorumu olmaktan öte bir anlam taşımıyordu. “Öteki” kadınların kimliksizliği, kültürsüzlüğü, dezavantajlı durumu doğal olmayan, süregelen sömürge düzeninin bir sonucu olarak görmeyen Batı bakışlı bir teorinin sorun çözmesi bir yana dursun, sorunları derinleştirir.
'SİYAH' KÜRT KADINLARININ HEZİMETİDİR TÜRKİYELİLEŞME
Kürt kadınlarının da siyah ve renkli kadınların ve “üçüncü dünya” ülkelerinin kadınlarıyla benzer bir deneyimi paylaştıklarını görmezden gelen, Kürt “madun”u mücadelenin esasına yönlendirmeyen sebepler Kürt siyasi hareketinin siyaset biçimiyle de ilintilidir elbette ki. Türkiye’de kadın/cins mücadelesinde enerjisinden faydalanılan, önemli bileşenlerinden kabul edilen Kürt kadınlarının feminist mücadelede bir özne olabilmesi öncelikle kendi toplumsal/ulusal gerçekliği içerisinde görüldüğü müddetçe faydalıdır. İzmirli kadınların Doğubayazıt’taki Kürt kadınlarıyla ortak temsillere, deneyimlere ve de sorunlara sahip olduğunu bir solukta kabul ediyor olmak hem feminizmin eklektik birikimini tek bir bilgiden ibaret bilerek yadsımaktır hem de kolonyalizmin Kürt kadınlarının özgünlüğünü görünmezleştirme girişimine ortak olmaktır.
Kürtlerin siyasallaşma hamleleri süresince Kürt sorununun çözümüne ilişkin paradigma ve amaç değişiklikleri Kürt kadınlarının enerjilerini ulusal sorunun dışında bir yere kanalize etmelerine yol açmıştır. Bunda son 16 yılın, bilhassa da Halkların Demokratik Partisi’nin katkısıyla kanıksanan “Türkiyelileşme” tezinin etkisi büyüktür. Özerkleşen siyasal Kürt kadınlarının “Türkiyeli kadınlardan” sayılması Türkiyelileşme siyasetinin sonucudur. Kürtlerin etnik bir özne konumundan kültürel bir unsur düzeyine ulaştıran siyasi anlayış, Kürt kadınlarını da Türk feminizminin heterojenliği içerisine çekmiştir. Türk ve görece daha ayrıcalıklı kadınların deneyimlerine dayalı bir analiz kategorisi içerisinde Kürt kadınlarının “bütüncül” kadın kavramı içerisinde yer edinmesi sorun üreticidir. Bu “bütüncül” kadın kategorisinin özcü niteliğine ilişkin eleştirim, Kürt kadınlarının çok çeşitli baskı deneyimlerini anlatmaktan uzak olmasıdır. Kürt kadınlarının, Kürt ulusal sorunu ile şekillenen habitusu dışında aşırı genellemelerle anlatılmasından kaçınabilmek şarttır.
“Siyah” Kürt kadınlarının kız kardeşlik formu içerisindeki yeri ayrıcalıklı değil, madunun daha da ötekileştirilmesidir. Kürt kadınlarının “Beyaz” Türk kadınlarıyla ortak deneyimlere ve sorunlara sahip oldukları iddiasını barındıran teoriler beyaz, üst ve orta sınıf ve gelişmiş ülke kadınlarının deneyimlerine, çıkarlarına ilişkindir. Irk, sınıf ve kültür bakımından Afrikalı-Amerikalı siyah kadınların ve gelişmemiş yoksul ülke kadınlarının ayrıcalıklı Batılı kadınlarla ortak deneyimlere sahip olmadıkları yönündeki eleştiriler ne kadar doğruysa, Kürt kadınlarının da Türk feminizmi içerisindeki yeri bir o kadar tartışmalıdır. Kürt kadınları sadece erkek egemenliğinin baskısını değil, ırksal ve sınıfsal yapılar tarafından da baskı deneyimi yaşıyor. Beyaz Türk feminizminin kız kardeşlik vurgularının geçerliliği en önce ulusal perspektiften ve sınıf perspektifinden bakarak “madun” Kürt kadınlarının gerçekten konuşabilmesini sağlamaktan geçiyor.
Hem kadın kimliğinden ötürü hem de ulusal kimliğinden ötürü ezilme deneyimi yaşayan Kürt kadınlarının çok ırklı feminist bir teoriyle meselelerine bakması, bu merceği de “biz kız kardeşiz!” diyen tarafa uzatması gerekir.
*Sosyolog