Ülkede son dönemde kadını ve çocuğu mağdur etmeye yönelik iki adet tasarı aynı anda gündeme geldi. Bunlardan biri, müftülere nikah kıyma yetkisi veren ve toplumun büyük kesiminden ciddi bir tepki alan Nüfus Hizmetleri Kanun Tasarısı. Bu tasarının detaylarından ve sonuçlarından daha evvel bahsetmiştik. Masum görünen fakat bazı sakıncalı düzenlemeler içeren Mağdur Hakları Yasa Tasarısı'na da değinmek gerekiyor.
Bu tasarı özellikle ölümle ya da maluliyetle sonuçlanan olaylarda yahut cinsel istismar ve cinsel saldırı suçları söz konusu ise mağdur konumundaki kişilere ya da yakınlarına istihdam kolaylığı sağlamayı ve maddi yardımda bulunmayı öngören bir yasa. Yani esasında iyi bir amaç uğruna hazırlanmış bir yasa gibi görünüyor; fakat detaya indiğiniz zaman daha büyük mağduriyetlere yol açabilecek bazı düzenlemeler içeriyor.
Ne yazık ki, ülkede son yıllarda karşı karşıya kaldığımız durumlar, bize yeni tasarılara, düzenlemelere şüpheyle yaklaşma refleksini kazandırdı. Örneğin kadına şiddet meselesinde şiddeti önlemeye yönelik koskocaman bir İstanbul Sözleşmesi olduğunu fakat uygulanmadığını söyleyip duruyoruz altına imza attığımız günden beri. Bununla birlikte çok daha uygulanabilir olan 6284 Sayılı Koruma Kanunu'muz var elimizde ve o da tam olarak uygulanmıyor. Buna rağmen her fırsatta çeşit çeşit tasarılar, torba yasayla düzenlemeler, boşanma komisyonu kararları vs. getiriliyor. Fakat bu düzenlemelerin altını kurcaladığımızda nedense her daim bir şey buluyoruz. Sonra da “Siz de her şeyi eleştiriyorsunuz!” diyorlar. Elbette eleştiririz. Zira yaklaşık dört yıldır hemen her gün kadın cinayetlerinde, cinsel dokunulmazlığa yönelik suçlarda iyi hâl ve haksız tahrik indirimi kalksın diye diye kendimizi paraladık, kimse dikkate almadı. Kaldı ki, durumumuz ortada. Yolda, sokakta şortumuza laf ediyorlar, bu sebeple her gün bir mağduriyet yaşanır oldu, ki bu bilinen kısmı.
Öncelikle ilk bakışta İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasına yönelik harekete geçirici özellikleri olan bir tasarı gibi görünse de, tasarının gerekçesinde İstanbul Sözleşmesi’nin adı dahi geçmiyor. Bana sorarsanız eğer böyle bir amaç var ise muhakkak atıf yapılması gerekirdi.
Tasarının düşündüren hükümlerine sırayla kısaca bakacak olursak;
-8. Madde, “…suçlardan dolayı yerleşim yerini veya okulunu değiştirmek zorunda kalan mağdurların talepleri halinde, kendilerinin ya da bakmakla yükümlü oldukları kişilerin eğitim gördükleri kurumların dengi okullarda eğitime devam etmeleri, ilgisine göre Milli Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu veya yükseköğretim kurumlarınca öncelikli olarak sağlanır.” demiş ve eğitim hakkını düzenlemiş. Ortalıkta imam hatipten başka okul bırakmayacak derecede kültürel değişimi kafasına koymuş bir iktidar bu maddeden neler neler çıkarır diye düşünmeden edemiyor insan. Muhtemelen o mağdur çocuklar devletin kendi istediği okullara yönlendirilecekler ve böylece yapılan iyilik karşılıksız kalmamış olacak.
-15. Maddede suçtan zarar görenlere “Mağdurlara talepleri halinde psiko-sosyal sorunlarının çözümünde danışmanlık yapmak, cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınırken veya duruşmada dinlenirken mağdurun rahat ifade verebilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını cumhuriyet savcısı veya hâkime iletmek” gibi verilecek bazı hizmetlerden söz edilmiş. Hemen akabinde de bu hizmetlerin suçtan zarar görenlere ancak mağdurun ölümü ya da gerekli görülmesi halinde verileceği belirtilmiş. Buradaki “gerekli görülmesi” hâli tamamen keyfi. Kime göre, neye göre gerekli belli değil. Ayrıca mağdurun mutlak surette ölümünün gerekmesi de bana sorarsanız haksız bir kriter. Eğer amaç suçtan zarar görene yani mağdura yardım etmek ise, illa ki mağdurun ölmesi mi gerekir? Ölümden beter nice mağduriyetler saymak mümkün.
Kaldı ki, bu maddede sayılan hizmetler, kusura bakmasınlar da atla deve de değil. Zaten mağdurların ifadesi alınırken her hâlükârda yerine getirilmesi gereken kurallar. Gerçi, savcıların dahi ifade alırken “E kızım senin de internette ne işin vardı?!” cinsinden cümleler kurarak mağduru yargısız infaz ettiği düşünülürse gerekli olduğu da söylenebilir.
Aynı maddede, “korunma ihtiyacı olan çocuk ve kadınlar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın taşra birimine bildirilir” diyor. Kadın cinayetlerinde en önemli noktalardan biri de, öldürülen kadınların yüzde 90’dan fazla bir kısmının koruma altında olup olmadığının bilinmemesi. Bu da çok ciddi bir değerlendirme eksikliği anlamına geliyor. Aynı zamanda tuhaf bir durum. Çünkü, koruma kararları resmi makamlar aracılığı ile alınan kararlardır ve mutlaka kayıt altına alınır. Fakat devlet bu istatistikleri ya tutmuyor ya da tutuyor ama bilgisini vermiyor. Bu maddeye göre, resmi bildirimin yapılması ile koruma talepleri bir kez daha kayıt altına alınmış olacak. Umarım böylelikle bahsettiğimiz yüzde 90’lık rakam azalır, aksi halde bizim şüphelerimiz artacak.
-Geldik bu tasarının en çok soru işareti yaratan maddesine. Normalde boşanma sonrası taraflardan biri diğerine çocuğu göstermezse, bir psikolog, bir polis ve icra memuru çocuğu göstermeyen tarafın adresine giderek çocuğu teslim alırdı. Bu tasarıyla bu ritüel ortadan kaldırılıyor. Çocuğu görmek isteyen taraf adlî destek ve mağdur hizmetleri müdürlüğüne başvuruyor. Talebi alan müdürlük teslim yükümlüsüyle irtibat kurarak belirlenen gün ve saatte kararda belirtilen koşullarda, herhangi bir işlem veya ihtara gerek kalmaksızın çocuğun bulunduğu adreste, müdürlükte veya belirlenen başka bir yerde karşı tarafa teslimini istiyor.
Bu madde riskli çünkü her ne kadar çocuğun icra ile teslimi çocuğu yıpratan ve bir tarafı azımsanmayacak bir masraf yükünün altına sokan bir işlem ise de, tasarının bu hali tarafları yüz yüze getiriyor ve şiddet olasılığını artırıyor. Madde, çocuğun daha az yıpranacağı ve masraf yükünü ortadan kaldıran; fakat tarafları karşı karşıya getirmeyecek şekilde düzenlenebilirdi. Kadın cinayetlerinin hatırı sayılır bir kısmı failin kadını görme, af dileme ya da konuşma bahanesiyle çağrıldığında işleniyor. Şu durumda da, belki koruma altında olan bir kadın, çocuk teslimi sebebiyle riske atılmış oluyor ve bir nevi suça davetiye çıkarılıyor. Madde gerekçesinde adli destek uzmanı “gerek görürse” talep edenin yokluğunda teslim yapılabiliyor. Ancak bu, adli destek uzmanının insafına bırakılmış durumda.
Ayrıca, aynı maddede, zorla yerine getirme işleminin adlî destek uzmanları tarafından yürütüleceği, adlî destek uzmanı bulunmayan yerlerde ise adalet komisyonunca görevlendirilen memurlar tarafından sosyal çalışmacı, pedagog, psikolog veya çocuk gelişimcisi gibi bir uzmanın, bunların bulunmadığı yerlerde de bir eğitimcinin hazır bulundurulması suretiyle yerine getirileceği belirtilmiş. Burada şu akla geliyor. Adli destek uzmanı kimdir? Hangi eğitimleri almıştır? Bir pedagogla aynı bilgi ve bakış açısına sahip midir? Kaldı ki, "adli destek uzmanının olmadığı yerde görevlendirilecek eğitimci derken bu eğitimcinin kıstasları nedir?", "Bir coğrafya öğretmeni de bu işi yapabilecek midir?" gibi tuhaf soruları da beraberinde getiriyor bu düzenleme.
Madde 17’nin 4'üncü fıkrasında, yine sıkça ifade ettiğimiz cinsel suç mağdurlarının birçok kez ifadesinin alınması ile tekrar tekrar aynı mağduriyeti yaşadığına ilişkin probleme çözüm aranmak istenmiş. Bu durumlarda, mağdur ifadesini verirken kayıt alınması (çocuklarda bu kayıt zorunlu tutulmuş) düzenlenmiş ki sonrasında tekrar tekrar dinlenmesin. Fakat 7'nci fıkraya baktığımızda, “Maddi gerçeğin ortaya çıkartılması açısından mağdurun yeniden ifadesinin alınmasında zorunluluk bulunması halinde” tekrar ifade alınabileceği belirtilerek istisna belirtilmiş. Bu, belirli durumlarda gerekli olabilir fakat keyfi kullanılması çok mümkün bir istisna. Dolayısıyla 7'nci fıkra 4'üncü fıkrayı bertaraf ediyor, gibi bir kanı oluşuyor.
-19'uncu maddede, suç mağduruna veya ölümü halinde bakmakla yükümlü olduğu kişilere devlet tarafından maddi yardım sağlanacağı öngörülmüş. Bu maddi yardım elbette devletin bu ödemeler için özel olarak oluşturacağı bir fondan karşılanacak. Bu tarz maddi düzenlemeler maalesef yasalarda yer alıyor fakat uygulanmıyor. Örneğin, 6284 Sayılı Yasa'da şiddet mağduru kadınlar için geçici yardım diye bir hüküm var fakat insanların bu hükümden haberi dahi yok. Burada, bu maddenin, devletin sebepsiz zenginleşme aracı olmaması bakımından, tam uygulanabilir olması önemli.
Bununla birlikte yapılacak ödeme miktarlarına bakıldığında, hayat boyu maluliyet sonucunu doğuran bir mağduriyet söz konusu ise asgari ücretin otuz katı, cinsel istismar ya da cinsel saldırı mağduruna ise asgari ücretin dört katı ödeme yapılması öngörülüyor. Aradaki farkı neye göre belirliyorlar? Bu durum suçları parasal miktarlarla değerlendirmek anlamına geliyor ki bence doğru değil.
Mağdurlara yönelik destekleyici düzenlemeler getirmek elbette önemli; fakat bu tasarı hiçbir şekilde ne barolara, ne STK’Lara, ne de üniversitelere danışılmadan hazırlanmış bir tasarı. Çünkü biliyorlar ki, işin içine başkaları girerse su bulanacak. Bilindiği üzere torba yasayla son derece önemli yasa değişiklikleri yapılmasına alışmamaya çabalayan; fakat neticede alışmış bir hukuksuzluklar ülkesiyiz biz. Artık torba yasaya da gerek kalmadı hatta. Kanunlar direkt olarak, kanun değiştirmeye yetkili yasama merci olan meclise sorma gereği dahi duyulmaksızın, kanımca sonsuza dek sürmesi planlanan OHAL KHK’ları ile değiştiriliyor. Son çıkan 694 sayılı KHK’ya da baktığımızda zaten her şeyi cumhurbaşkanına bağlamaya devam edildiğini görüyoruz. Artık, attığımız her adım için evdeki ailemizden ziyade cumhurbaşkanına hesap verir durumdayız. Yeni Türkiye’nin yeni adetleri…
Sonumuz hayrolsun..