Sözlükçülük meşakkatli iştir. Kelime peşinden koş, ilk kullanıldığı tarihi tespit et, üşenmeden alfabe öğren, yetmedi dil öğren, hayatını kelime kartları tutmaya ada, o kartları tasnif edecek bir mekân bul ilanihaye. Osmanlıca sözlük konusunda sahanın en bilinen ismi Ferit Devellioğlu’dur. Bu vesileyle bakınca gördüm ki, abidevi sözlüğünün dışında Fransızca Türkçe sözlükleri de yapmış. Bahsi geçen sözlüğün en gürültülü harfi “m”dir. Arapçanın “üçlü mastar”ıyla kelime türetmeye en uygun harfi odur çünkü. Dolayısıyla, “sözlükten seçerek yazmak” konusunda bir eleştiriye maruz kalmak istemiyorsak, “m”den uzak durmamızda fayda var. Ama bu defa konu müsait (bak gene “m” ile başlayan kelime).
Mağdur, gadre uğrayan kimse demek. Gadr (gadir) ise haksızlık etmek demek. Hüzün kelimesinin anlamını zikretmeye gerek yok sanıyorum. Mazlum, zulüm görmüş kimse anlamına geliyor. Türkiye isimli bu sürprizli memlekette bin sene düşünsek, düşünmekten yorulsak, yorgunluktan uyusak, gelmiş geçmiş en uzun başkent belediye başkanı İbrahim Melih Gökçek’in bu iki sıfatla anılacağını hayal edemezdik muhtemelen. Televizyon senaryolarına dair bir anekdot sayılır; sen gecenin bir vakti o denli saçmalarsın ki, yapımcı senaryoyu alır almaz “O kısmı düzelt arkadaşım,” der hemen. Büyük saçmalıkların bence güzel emsalidir: “Senaryoda yazsan, yapımcıdan önce bilgisayar söyler,” diye. Türkiye siyasi tarihinin belgeselinin kurmacasına kalkışsan, Gökçek’in mağdur olacağını yazmayı hayal etmezsin. Yapımcıdan önce bilgisayar sana itiraz eder.
Fakat memlekette sürpriz bitmez. Sırf siyasette mi? Edebiyat ödülünden trafiğine, trafiğinden başbakanın konuşmalarına, başbakanın beyanlarından mahkeme kararlarına dek açılan geniş yelpaze daima sürpriz üretir. Bugünlerin sürprizi, Gökçek.
Tamamen açık kaynaklardan ulaşılabilir bilgilerden derlersek, şöyle sonuçlar çıkıyor. Kendisi 20 Ekim 1948 Ankara doğumlu. Babasının görevinden ötürü Antep’te büyümüş. Kişisel web sitesinde yok fakat bir televizyon programında, ağzından öğrendiğimize göre, aslen Urfalı. Programı yapan Sevilay Yükselir, bu aslen Urfalılık, hatta beyanıyla Halfetililik meselesine dair malum merakı dile getirince, şöyle yanıtlıyor Gökçek: “Kürt olsam ne olur ki? Kürt olmak yanlış bir şey mi? Cenab-ı Allah nasıl yarattıysa öyle doğuyoruz. Kürt olmak bir insan için eksi bir olay olamaz. Biz Allah nezdinde takva açısından imtihan ediliriz. Irklar, bizim sadece birbirimizle kaynaşabilmemiz için önemlidir. Ben Türk’üm. Baba tarafından Urfa Halfetiliyim. Bizim geçmişimizde Tatarlık var. Bizim sülalemiz padişahın haberciliğini yaparmış.”
Babası, avukat Ahmet Gökçek, Adalet Partisi il başkanı imiş (ailede isimler metamorfoz ilkesini daima es geçiyor. Melih Bey’in oğullarından birinin adı da Ahmet. Torunlarından birinin adı ise Melih. Yani Ahmet-Melih döngüsü, hevesle aktarılıyor). İlk, orta ve lise öğrenimini Antep’te tamamlıyor Melih Gökçek. Ardından Ankara’ya üniversite tahsili için avdet ediyor ve Antep yerelinde başladığı gazeteciliği parlamento muhabirliğine dönüştürüyor. Askerliğe başlamadan hemen önce de Çalışma Bakanlığı’nda özel kalem müdür yardımcısı oluyor. Nihayet, 1984’te Anavatan Partisi’nden Keçiören belediye başkan adayı oluyor. Bu tarih mühim; zira 12 Eylül sonrası teşekküllerinden olan Özal’ın ANAP’ı, Gökçek’in başkan olmasından hemen bir yıl önce kuruluyor. Gökçek, siyasi öngörü ile ANAP’tan başkan seçiliveriyor. Şimdilerde AK Parti öncesi dönemi neredeyse hatırlanmayan Gökçek, 1989 yerel seçimlerinde de Keçiören adayı oluyor fakat seçilemiyor. 1991 mühim tarih; ANAP’tan istifa, Refah Partisi’ne (RP) geçiş ve milletvekili seçilmek. 20 Ekim 1991’de yapılan “erken genel seçim” RP için mühim. Zira, Milliyetçi Çalışma Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile uzlaşan RP, yüzde 16,9 oyla meclise 62 vekil sokar. Bunlardan biri, Melih Gökçek’tir. Henüz milletvekiliyken, 1994’te yapılan yerel seçimlerde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olur ve seçilir. 1994 yerel seçimlerinde İstanbul adayı olarak Necmettin Erbakan tarafından duyurulan isim de Recep Tayyip Erdoğan’dır. Erdoğan da yüzde 25 oyla seçilir.
Bundan sonra olanlar az çok biliniyor: RP’deki gelenekçi/yenilikçi ayrımı, ardından Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşu. Konuya dair geniş bilgiler Mirgün Cabas’ın 2001: Eski Türkiye’nin Son Yılı (Can Yayınları) kitabında mevcut. Aynı kitaptan ileriye dönük, bu yazının konusuna dair şöyle alıntı yapmak mümkün:
Gökçek Washington ziyaretinden bir ay sonra Yenilikçiler’e katılmayacağını açıkladı. Gerekçesi, Erdoğan’ın siyaset yasağıydı. Gökçek, “Sayın Erdoğan yasaklı olmasaydı, birlikte siyaset yapmaktan memnuniyet duyardım. Ancak, Sayın Erdoğan’ın yasaklılığı devam ederken, lider olarak parti kurarsa bu oluşumun içinde yer alamam. Çünkü birkaç ay sonra yerine bir emanetçi bırakmak zorunda kalacak. Emanetçiliği kabul etmek, şahsıma ve halka karşı saygısızlık olur diye düşünüyorum,” dedi. Gökçek, yeni bir oluşum için çalıştığını da söyledi. (...)
Nitekim Gökçek, AKP kurulduğunda, “Yeni parti maalesef FP’nin [Fazilet Partisi] versiyonu olarak ortaya çıktı,” dedi. Kendi partisini kurma çalışmaları o sırada da “olanca hızıyla” devam ediyordu. Planı da 120 bin kişiye dağıtılan anket formlarıyla, partiyi kuracak “100 dev adam” belirlemekti. Ancak o hazırlıklar hiç tamamlanamadı. Gökçek, Demokrat Parti’yi devralma girişiminin ardından yerel seçimler yaklaşırken, AKP’nin ikinci yıl dönümünde parti rozetini taktı. (s. 252-3)
Bu kısımdan sonrası, devam eden seçimlerde başkan seçilmek ve Ankara’yı yönetmek. Bu bölüme dair diyebileceğim kişisel muhavere kısmı şudur: “Tebessüm şehri Pursaklar”, asla kullanılmayan üstgeçitler ve Ankara’nın girişinde herkesi karşılayan tuhaf heykeller. Bundan da sonrasında, gene açık kaynaklardan tespit edilen Beyaz TV, Osmanlıspor gibi kimi teşebbüsler var.
28 Ocak 2010 tarihli Hürriyet haberi şöyle anons ediliyor: “Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, Ankara’ya geçen yıl ‘Avrupa Ödülü’ veren Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) davetlisi olarak kalabalık bir heyetle gittiği Strasbourg’da Ankara rüzgarı esti.” [özgün imla] Haberde bence çarpıcı bir “sinirlenme” kısmı var ki, alıntılamak isterim: “Strasbourg çıkarmasının ilk gününde heyetin gittiği Fransız restoranında yemek sıkıntısı yaşandı. La Chaine d’Or Restourant’ta balık servisi geçtiğimiz günlerde guatr ameliyatı olan Gökçek’i sinirlendirdi. Bunun üzerine Gökçek için bir Türk restoranından kebap getirildi.” Doğrudur, insan gün gelir balık servisine de sinirlenir.
Konunun nereye geleceği malum. Bugünlerde Melih Gökçek’in görevden el çektirilmesi konuşuluyor. Gün geliyor, Melih Gökçek bile, sözlüğün en gürültülü harfi “m”den mustarip oluyor. Mağdur ediliyor ve mahzun oluyor. Bunun dahi tasası sana bana düşüyor. Fıtratımız mahzun olanı anlamaya gayret etmektir.
Hamiş: Bu yazı yazılırken Semih Özakça tahliye oldu. Nuriye Gülmen’in tutukluğunun devamına karar verildi. İrfan Aktan’ın Veli Saçılık ile yaptığı söyleşideki şu cümleler bir yerlere asıldı: “Nuriye’nin genel görüntüsünün kamuoyunda infial yaratacağını düşündükleri için onu gözden saklamaya devam ediyorlar. Çünkü Nuriye’nin görüntüsü, bakmaya cesaret edilemeyecek kadar kötü. Bunu gözden kaçırmaya çalışıyorlar.” Kime, ne densin? Hangi sözcüğün ne kıymeti var?