Fas-İspanya maçı
öncesinde The
Guardian’da bir röportaj
yayımlandı. Belki de yapılması gereken ilk yerde; İspanya’nın
Fas’taki özerk bölgesi olan Ceuta’daki insanlarla. Fas ile İspanya
arasında ulusal ve dini kimliklerin, hâliyle bağlılıkların en çok
karıştığı yer…
Ceuta, 1580’den beri
İspanyolların elinde. Hristiyanlar ve Müslümanlardan, İspanyollar
ve Faslılardan, aynı zamanda Afrika’nın dört bir yanından gelen ve
daha iyi bir yaşam için son engel olarak gördükleri bir sınır
çitinin arkasında göreli bir uyum içinde yaşayan çaresiz
göçmenlerden oluşan karışık bir nüfusu var.
85 bin nüfuslu şehrin, kısa süre
önce Madrid ile Rabat arasında yakın geçmişteki en büyük diplomatik
krizin parlama noktası hâline geldiği söyleniyor. Mayıs 2021’de Fas
hükûmeti sınır kontrollerini kaldırmış. Böylece Fas’tan ve Sahra
altı ülkelerden gelen binlerce genç göçmenin Fas’ın resmî olarak
İspanyol toprağı olduğunu tanımadığı Ceuta’ya akmasına izin
vermiş.
Buna rağmen, röportaj yapılan
Ceuta yerlilerinden 26 yaşındaki Sulaika Hosain, kendini “yüzde yüz
İspanyol” hissettiğini, ancak maç başladığında büyükbabasının
ülkesi olan Fas’a sempati duyacağını söylüyor: “Ben bir İspanyolum
ve İspanya’nın kazanmasını istiyorum, ama Fas’ı destekliyorum. Fas
oynadığında içimde bir şeyler kıpırdıyor. Bırakın bir şeyler
kazansınlar ki, insanlar Fas’ın sadece fakir bir yer olmadığını
düşünsünler.”
28 yaşındaki Mohamed Laarbi ise
Ceuta’da tüm Dünya Kupası maçlarını gösteren bir bar işletiyor. O
üçüncü nesil bir İspanyol ve Hosain’in aksine tamamen İspanya’yı
destekliyor. “Fas iyi oynuyor, ama İspanya ile karşılaştıklarında
duvara toslayacaklar” diye şaka yapıyor. Yine de Laarbi, kendisinin
ve Ceuta’dan ya da kıyının daha doğusundaki diğer İspanyol
topraklarından gelen Müslümanların bir trajedisinden de
bahsediyor.
“Faslılar bizim Faslı
olmadığımızı, İspanyolların oğulları olduğumuzu söylerken, İber
Yarımadası İspanyolları ise bizim İspanyol olmadığımızı söylüyor”
diyor. Biraz geçen yüzyılda Rumeli ile Anadolu arasındaki Ortodoks
ve Müslüman mübadillerin trajedisine benziyor, öyle değil
mi?
Buna karşın Fas’ın millî futbol
takımı, 800 bin Faslının yaşadığı ve en büyük yabancı topluluğunu
oluşturduğu 47 milyonluk İspanya’da, Fas’ın İspanya ile olan
bağlarının bir yansıması. Öyle ki, Sevilla’nın forveti Youssef
En-Nesyri ve kalecisi Yassine Bounou başta olmak üzere birçok Faslı
oyuncu İspanyol kulüplerinde oynuyor. Paris Saint-Germain’in sağ
beki Achraf Hakimi, Madrid’de dünyaya gelmiş bir Faslı.
Bu durum aynı zamanda İspanyol
polisini de maç öncesinde alarma geçirdi. Ülkedeki Faslıların
çoğunlukta olduğu Madrid, Barcelona, Murcia, Alicante, Almeira gibi
kentlerde Fas’ın olası bir galibiyetinde yaşanacak kutlama
gösterilerindeki taşkınlıklara karşı acil müdahale birimleri
kuruldu. Önceki gün Belçika ve Hollanda’da yaşananların olmasını
istemiyorlardı. Neyse ki bu defa korkulduğu gibi olmadı. Yani, saha
dışında…
FAS’IN KİLİDİNİ AÇMAK İMKÂNSIZ BİR GÖREV
Sahadaysa İspanya’nın korktuğu
ne varsa başına geldi. Grup aşamasının uzak ara en iyi savunma
örgütlülüğüne sahip olan Fas, Hırvatistan ve Belçika’nın ardından
kendilerini de kilitledi. Başka bir deyişle, Fas, teknik direktör
Walid Regragui yönetimindeki yedinci maçında altıncı kez gol
yemedi. Kalesinde gol gördükleri tek maç olan Kanada maçında da
Nayef Aguerd topu kendi ağlarına yollamıştı.
Bunu ise kendi savunma
örgütlülüklerinin sağlamlığı kadar rakiplerinin birbirinden farklı
hücum yapılarına uyum sağlamalarına borçlular. Rakiplerini
genellikle derinde bir hayli dar bir şekilde ve 4-5-1 düzeninde
karşılayan Fas, merkezi tamamen kapatıp onları geniş alanlara
zorluyor.
Bu şekilde Fas ceza sahasına çok
az girebilen rakipleri, bunu zar zor başardıklarındaysa savunmanın
merkez ikilisi Nayef Aguerd ve Romain Saïss’in başarılı
müdahalelerine tosluyorlar. Onun dışında da maç boyunca Fas’ın iki
elit beki Achraf Hakimi ve Noussair Mazraoui’yi aşmak için uğraşıp
duruyorlar.
Turnuvanın en iyi bekleri olarak
bile değerlendirilebilecek iki oyuncu da son derece teknik ve
atletik. Varlıkları rakipleri için aynı zamanda büyük bir kontratak
tehdidi oluşturuyor, ama maçların genelinde rakip kanat oyuncuları
kendilerini Hakimi ve Mazraoui’nin savunma becerilerini, azimlerini
ve konsantrasyonlarını aşmaya çalışırken buluyorlar. Ve sonuç
kendileri adına hep hüsran oluyor. Dün Ferran Torres ve Dani
Olmo’nun da başına gelen buydu.
Aynı şekilde savunma önündeki
Sofyan Amrabat’tan da bahsetmek gerekir. Fas’ın merkezi bu kadar
iyi kapatması elbette öncelikle kolektif bir uyuma dayanıyor, ama
26 yaşındaki defansif orta saha oyuncusunun yaptıklarının da bunda
payı büyük. Dün yine her yerdeydi. Savunmayla orta saha arasındaki
alanın tamamını öyle iyi kapladı ki, onun varlığı İspanya’nın
merkezden geliştirmeye çalıştırdığı tüm hücum girişimleri için
başlı başına bir tehditti.
İSPANYA’NIN PASLARI YİNE FARK YARATAMADI
Hemen her taraftan girişlerin
kapalı olduğu sıkı Fas savunması karşısında İspanya’nın ise
yapabildiği tek şey yan paslardı. 120 dakika sonunda 1019 pas yapan
İspanya, buna karşın rakip kaleye yalnızca bir isabetli şut
yollayabildi ve bu da bir serbest vuruştan geldi.
Bu favori takımlarla daha zayıf
görünen takımlar arasındaki eleme maçlarında sıklıkla gördüğümüz
bir senaryo. Ama Dünya Kupası’ndaki diğer favori takımların bu
senaryolara karşı daha fazla çözümü var gibi görünüyor. İspanya ise
yıllardır buna bir antitez geliştiremedi. 2018 Dünya Kupası’nda da
son 16’da ev sahibi Rusya’ya karşı dün akşamkinden çok farklı
olmayan bir 120 dakikanın sonunda ve yine penaltı atışları
neticesinde elenmişlerdi.
Her ne kadar yeniden
yapılansalar ve yine hayli yetenekli bir jenerasyona sahip olsalar
da İspanya’nın bilhassa bu tip maçlarda ortaya çıkan iki temel
eksikliği varlığını koruyor: Net bir santrforlarının olmaması ve
top sürebilen oyuncuların sayısının azlığı.
Borussia Dortmund’un eski teknik
direktörü Lucien Favre, birkaç yıl önce verdiği bir röportajda,
“Günümüz futbolunda top sürmek hâlâ önemli mi?” sorusuna şu yanıtı
vermişti: “Kesinlikle. Güçlü bir top sürmeyle hâlâ fark
yaratabiliyorsunuz. Bire birler ya da ikiye birler konusunda
zirvede olan oyuncular Arjen Robben ve Franck Ribery’ye bakın. Bu
tip oyuncular inanılmaz önemlidir, aksi takdirde oyun sıkıcı olur.
Sadece pas yapmak görülmeye değer değildir. Bu yüzden
antrenmanlarda top sürmenin önemi üzerinde daha çok durulmalı. Bir
oyuncunun top sürerek iki rakibini eksiltmesi ve ardından iyi bir
pas vermesi; kolektif oyunun mantığı buradadır. Benim için top
süren oyunculara sahip olmak bir gereklilik, çünkü böyle oyuncular
daima fark yaratabilirler. Yalnızca pas oyunuyla fark yaratmak ise
neredeyse imkânsızdır.”
İçinde top sürmenin ve amiyane
tabiriyle adam eksiltmenin olmadığı bir pas oyununun fark
yaratamadığını İspanya da yıllardır kanıtlıyor.
Yine de 120 dakika içinde fark
yaratamayan İspanya’nın bunu en azından penaltı atışlarında yapması
bekleniyordu. Zira Luis Enrique’nin daha önce yaptığı açıklama bu
beklentiyi doğurmuştu. Bir yılı aşkın bir süredir antrenman
kamplarında oyuncularına ev ödevi verdiğini ve kulüp
antrenmanlarında her birinin en az bin penaltı atmasını istediğini
söyleyen Enrique, “Penaltı atmanın şansa bağlı bir şey olduğunu
düşünmüyorum. Bu da her şey gibi belirli bir beceri istiyor ve sık
sık antrenman yaparsanız bu beceriniz gelişecektir. Açıkçası baskı
ve gerilimle başa çıkmayı çalıştıramazsınız, ancak penaltılar bir
oyuncu hakkında çok şey söyleyen anahtar bir an ve kesinlikle şansa
bağlı değil” demişti. Fakat ne yazık ki yaptırdığı penaltı
çalışmaları da yeterli değildi.
PANENKA KULÜBÜNÜN SON ÜYESİ: ACHRAF HAKİMİ
Hiçbir İspanyalı oyuncu, Fas’a
galibiyeti getiren son penaltı golünü kaydeden Hakimi kadar rahat
görünmüyordu. Madrid’de dünyaya gelen Hakimi, çocukluğunda birçok
ayrımcılığa maruz kalmıştı. Profesyonel futbolculuğa adım atarken
İspanya Futbol Federasyonu onun kendileri için oynamasını
istemişti, ama o ailesinin ülkesini temsil etmekte
kararlıydı.
Ve işte dün oradaydı. Bir
ülkenin tüm umudu onun omuzlarındaydı. Ama bu yükün altında hiç
ezilmedi. Ve bir Panenka penaltısıyla kendisine ne kadar
güvendiğini gösterdi.
Bugüne dek Afrika takımları üç
kez Dünya Kupası’nda çeyrek finale ulaşabilmişlerdi. 1990’da
Kamerun, 2002’de Senegal ve 2010’da Gana’dan sonra Fas bunu başaran
dördüncü Afrika takımı oldu.
Artık hedef, Dünya Kupası’nda
yarı finale kalan ilk Afrika takımı olmak. Çoğu Avrupa’da dünyaya
gelen Mağripli çocuklar, şimdi gözünü İber Yarımadası’nın batı
yakasına çevirmiş durumdalar. Kendine dikkat et
Portekiz.