Mahmur, Sincar ve Derik: İcazetsiz savaş mı danışıklı dövüş mü?

Karmaşık küresel ve bölgesel güç dengeleri içinde ustalıkla hareket eden Türkiye’nin kendisine Kürt hedeflerini vurmak için bir yol bulabilmesi takdire şayan bulunabilir. Savaşabilmek için yapılan bu ince hesapların zerresinin bile barış amacıyla yapılamadığı görülüyor.

Zafer Yörük yazar@gazeteduvar.com.tr

Kuzey Irak’taki Mahmur mülteci kampı, Ezidi nüfusun yoğun olarak yaşadığı Sincar (Şengal) bölgesi ve Suriye’nin kuzeyinde Derik bölgesi geçtiğimiz Salı akşamı eşzamanlı olarak Türkiye savaş uçakları tarafından bombalandı. Vurulan hedefler ve kayıplar üzerine Kürt kaynaklardan sınırlı da olsa bilgi almak mümkün; ama asıl olarak bu bombardımanın yeni bir operasyonlar silsilesinin ilk atışları olup olmadığı üzerine kafa yoruluyor.

2019’da başlayan operasyonlar sonucu Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde derinliği 40 ila 80 kilometre arasında değişen 37 askeri üs kurduğu, böylelikle TSK’nın bölgeye yerleştiği görülüyor. Bu güneye doğru genişleme hamlesi, Bağdat hükümeti tarafından zaman zaman protesto edilse de herhangi bir resmi askeri mukavemetle karşılaşmıyor. 2021 yılı başında Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın genelkurmay başkanını da içeren bir heyetle yaptığı Bağdat ziyaretinde bu operasyonlar üzerine bir mutabakat sağlandığı tahmin ediliyor. Türk heyeti, Irak Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’yla görüşmelerin ardından Erbil’e giderek Kürdistan Bölgesel Yönetimi otoriteleriyle de görüşmüştü.

TSK’nın Kuzey Irak’a yerleşmesi, bölgedeki PKK varlığı nedeniyle Türkiye’nin iç güvenliğini sağlama argümanına dayanıyor. Irak devletinin sınırları içinde PKK varlığını engelle(ye)miyor oluşu, Bağdat’tan gelen her protesto mesajına yanıt olarak vurgulanıyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KRG) açısından ise Kürdistan’ın Avrupa’ya açılan kapısı olarak kuzey komşusu ile uyum içinde yaşama zorunluluğu göz önünde tutuluyor. Ayrıca, bölgenin dominant gücü olan Kürdistan Demokratik Partisi’nin (KDP) PKK ile tarihsel anlaşmazlıklarının ve süregelen siyasal rekabetin, Türkiye’nin PKK’yi hedef alan müdahalelerine yeşil ışık yakılmasında etkili olduğu anlaşılıyor.

Ama özellikle hava saldırıları açısından asıl mutabakat, Irak hava sahasının kontrolünü elinde bulundurmayı sürdüren ABD ile sağlanmış olmak durumunda. ABD onayı olmaksızın Türk jetlerinin Kuzey Irak semalarında uçarak hava saldırıları gerçekleştirmeleri olanaksız. Amerikan yönetiminin Kuzey Irak’taki PKK varlığına karşı Türkiye devleti ve KDP liderliğinin paylaştığı kaygıları kabullendiği anlaşılıyor. Böylelikle PKK karşısında bir küresel güç (ABD), bir bölgesel güç (Türkiye) ve bir de bölgesel yönetimden (KRG) oluşan bir uluslararası koalisyon ortaya çıkmış oluyor.

Bu bağlamda, Türkiye’yle rekabet halinde olması kaçınılmaz bir bölgesel güç olan İran’ın nerede durduğu sorusu akla gelecektir. İran, Irak’ın Şii çoğunluğu ve Bağdat yönetimi üzerinde etkili bir güç olarak Türkiye’nin özellikle Sincar’a yönelik manevralarına karşı olduğunu sürekli belirtiyor. 2014’te IŞİD’in Ezidi nüfusa karşı giriştiği soykırımla dünya kamuoyu tarafından tanınır hale gelen Sincar (Şengal), Irak ile Suriye arasında başlıca geçiş noktası olması nedeniyle bölge açısından stratejik bir önem arz ediyor. İran yönetimi, Türkiye’nin Musul vilayeti üzerinde artan nüfuzundan da rahatsız olduğunu ifade ediyor. Türkiye’nin ABD’den gördüğü yeşil ışığın en önemli nedenlerinden biri de İran’la içinde bulunduğu bu bölgesel güç rekabeti. ABD’nin İran karşıtı stratejik konumu açısından Türkiye’yi müttefik olarak tutmak önemli.

Suriye’de ise Türkiye’nin durumu Irak’takine göre daha hassas dengelere dayanıyor. Türkiye 2020 Şubat ayında Idlib’de verdiği büyük kayıpların ardından Suriye topraklarında yaılmasını sonlandırmış bulunuyor. Erdoğan’ın geçen yıl içinde Biden ve Putin ile yaptığı görüşmelerde Kobane ve Idlib’e yönelik yeni askeri planları gündeme getirdiği ama onay alamadığı görüldü. Son bir yıldır hava sahasının kapalı olduğu koşullarda İHA ve SİHA’larla Kürt güçlerinin domine ettiği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol edilen bölgelere sistematik olarak saldırılar gerçekleştiriliyor. Ayrıca, Türkiye’ye bağlı cihatçı gruplarla SDG güçleri arasında çatışmaları da sıklıkla gerçekleşiyor.

Geçen hafta Suriye’nin kuzey doğusunda SDG kontrolü altındaki Haseke’de bir hapishane ayaklanması gerçekleşti. IŞİD esirlerinin gerçekleştirildiği ayaklanma, dışarıdan Haseke’ye saldıran IŞİD teröristleri tarafından desteklendi. Birkaç gün süren çatışmalarda sayısı yüzlerle ifade edilen can kayıpları oldu. SDG liderliği, bu vakayı Haseke’yi işgal amaçlı bir saldırı ve IŞİD’in yeniden bir tehlike oluşturacak ölçüde güçlenmiş olduğunun göstergesi olarak okuyor. IŞİD saldırısıyla eşzamanlı olarak Kobane başta olmak üzere Kuzey Suriye’de sınır boyunca Kürtlerin kontrolü altındaki yerleşimler Türkiye’den kalkan SİHA’larla yoğun bir hava saldırısı altına alınmıştı. SDG sözcüleri, iki saldırının aynı anlarda gerçekleşmesinin rastlantı olmama ihtimalinin yüksek olduğunu vurguluyorlar.

Suriye’nin kuzeyinde yine SDG kontrolü altında bulunan Derik bölgesine yönelik son saldırı, Irak’taki hava saldırılarıyla aynı anda ve Suriye gündemi açısından ise IŞİD’in Haseke’ye yönelik başarısız işgal girişiminin hemen ardından gerçekleşti. O girişimin bastırılmasında ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin hava desteği de devreye girmiş ve IŞİD güçlerinin yuvalandığı koordinatları vurmuştu. Türkiye’nin savaş uçaklarıyla Derik’e yönelen hava operasyonu ise, koalisyon güçlerinden değil Rusya’dan alınan icazetle gerçekleşmiş bulunuyor. Derik, ABD ve koalisyon güçlerinin değil Suriye rejimi ve Rusya’nın sorumluluğu altında.

Bu karmaşık küresel ve bölgesel güç dengeleri içinde ustalıkla hareket eden Türkiye’nin kendisine Kürt hedeflerini vurmak için bir yol bulabilmesi takdire şayan bulunabilir. Savaşabilmek için yapılan bu ince hesapların zerresinin bile barış amacıyla yapılamadığı görülüyor. Oysa ölüm ve yıkım üretmek marifet değil; barışı sağlamak ve hayatı savunmak kuşkusuz daha zor ama medeniyetin önkoşulu.

Tüm yazılarını göster