Türkiye’nin en etkili muhalif siyasetçilerinden, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş dört yıldır hapiste. Hakkında sayısız dava ve suçlama bulunan Demirtaş içeride tutuldukça daha da etkili, sözüne kulak kesilir hale geliyor. Siyasi iktidar bu yüzden Demirtaş’ın mümkün olabilecek en uzun süre içeride tutulmasını istiyor.
Fakat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları tartışmasız Büyük Daire’si geçtiğimiz gün Demirtaş’ın haklarının ihlal edildiğine, hakkındaki suçlamaların siyasi olduğuna ve derhal serbest bırakılmasına hükmetti.
Siyasi iktidar “bu karar bizi bağlamaz” dese de, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’nın 90. maddesi böyle demiyor. Karar Türkiye açısından bağlayıcı ve uygulanmak zorunda. Peki uygulanır mı? Başka bir “hamleyle” Demirtaş AİHM kararı uyarınca tahliye edilip tekrar tutuklanabilir mi? AİHM’in verdiği Demirtaş kararı diğer Kürt siyasetçileri nasıl doğrudan etkiliyor? Demirtaş hakkında kaç dava, kaç dosya, kaç soruşturma bulunuyor? Türkiye Demirtaş kararına uymazsa ne olur? Demirtaş’la ilgili tüm yargısal süreçleri yakından takip eden avukatı Mahsuni Karaman’la konuştuk…
AİHM Büyük Daire’nin aldığı karardan hemen sonra Edirne’ye gidip Selahattin Demirtaş’la bir görüşme gerçekleştirdiniz. Demirtaş’ın ilk tepkisi ve değerlendirmesi ne yöndeydi?
Kararı çok olumlu buldu elbette. Fakat Sayın Demirtaş, şu an iktidarın yaptığı açıklamaları da öngörerek şöyle konuştu: “Artık uluslararası bir yargı mekanizması nihai kararı vermiş durumda. Biz haklılığımızı tescilledik. Dolayısıyla bu saatten sonra benim bir gün önce ya da sonra tahliye olup olmamamın bir önemi yoktur. Önemli olan almış olduğumuz bu karardır.” En nihayetinde bu kararın gereği yapılmak zorundadır, bunu Demirtaş biliyor.
Peki Demirtaş önceki gün Erdoğan’ın, İçişleri Bakanı’nın, MHP başkanının “bu karar bizi bağlamaz” diyeceklerini, nihayetinde tahliyesinin engelleneceğini öngörüyor muydu?
Elbette, iktidarın bu tepkisi sürpriz olmadı. Sonuçta başından beri bu sürecin Erdoğan’ın kontrolünde yürüdüğü, AİHM’in verdiği karana kaynaklık eden ihlâller zincirinin mimarının bizzat Erdoğan’ın tutumu olduğunu en iyi bilen kişi de Demirtaş’tır. Elinize bir taş alıp attıktan sonra “taşın düşüp düşmeyeceği beni bağlamaz” diyebilir misiniz?
AİHM’in yapısını bilmeyenler açısından, Büyük Daire denilen merci nedir? Hangi aşamalardan sonra davalar bu dairenin önüne gider?
Bir kere Türkiye’nin AİHM’in zorunlu yargı yetkisini kabul etmesi 1989 yılına kadar gidiyor. Bu, Türkiye’nin uluslararası taahhüt gereği Avrupa Konseyi’nin bir organı sayılan AİHM’in Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında vereceği tüm kararlara uymayı taahhüt etmek demek. Anayasa Mahkemesi’nin ya da Yargıtay’ın kararının bağlayıcılığı ne ise, AİHM’in kararlarının bağlayıcılığı da, Anayasanın 90. maddesi uyarınca bir tık daha üst yerde duruyor.
'AİHM KARARI BİZİ BAĞLAMAZ' DEMEK, 'ANAYASAMIZ BİZİ BAĞLAMAZ' DEMEK
Neden?
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. Maddesi, temel hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası sözleşmelerle iç hukukun, yani yasaların çatışması halinde uluslararası sözleşmelere öncelik verilmesini emrediyor. Dolayısıyla AİHM kararını elinizin tersiyle itmeniz, pek çok unsurun yanında, Anayasa’yı da elinizin tersiyle itmeniz, “kendi anayasamız bizi bağlamaz” demeniz anlamına gelir. AİHM bizi bağlamıyorsa, Anayasamız da bizi bağlamıyordur. Böyle bir şey mümkün mü?
Anayasa’nın 90. Maddesi’ndeki söz konusu hüküm ne zaman kabul edildi?
AKP’nin iktidarda olduğu dönemde kabul edildi bu. 7 Mayıs 2004 tarihli Anayasa değişikliklerinde, 90. maddeye aynen şu fıkra eklendi: “Usulüne uygun yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Bitti! Bu değişikliği siz yapmışsınız, sonra siyaseten başka bir yöne savrulmuşsunuz ve hukuku, Anayasa’yı şimdi kendi siyasi pozisyonunuza göre hiçe sayamazsınız.
AZERBAYCAN AVRUPA KONSEYİ’NDEN ATILMA AŞAMASINA GELİNCE MAMMADOV KARARINA UYMAK ZORUNDA KALDI
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. Maddesine göre, AİHM’in kesinleşen kararının infazını denetleyecek olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi. Peki Komite’nin Türkiye’ye yaptırım yetkisi var mı? Türkiye, AİHM Büyük Daire’sinin verdiği Demirtaş kararına uymazsa ne olacak?
Büyük Daire kararları nihaidir, kesindir, açıklanmakla hüküm doğurur ve Konsey üyesi tüm ülkeleri bağlar. Öte yandan şimdiye kadar Türkiye’nin kararına direndiği, yani yerine getirmemekte ısrar ettiği ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yaptırım yoluna girdiği herhangi bir karar yok. Dolayısıyla Demirtaş ve Kavala dosyaları bu konuda ilktir. Kavala dosyasını da Bakanlar Komitesi gündemine aldı. Bununla birlikte AİHM’in kararlarını yerine getirecek ciddi, etkili bir icra organı yok. Dediğiniz gibi, Sözleşmenin 46. Maddesi'ndeki bir prosedürün işletileceğine yönelik düzenleme var. Bu düzenlemenin etkililiği tartışmalı.
Neden?
Çünkü, sadece Kavala ya da Demirtaş dosyalarında değil, daha önce Rusya, Azerbaycan, Ukrayna gibi ülkelerde bu pratikler sergilendi. AİHM kararlarının yerine getirilmesine direnen bu ülkeler karşısında sistemin bir miktar çaresiz de kaldığı anlaşılıyor. Örneğin Azerbaycan, muhalif İlgar Mammadov’la ilgili AİHM kararının uygulanmasını çok uzun bir zamana yaydığı halde, kararın uygulanması konusundaki mekanizmalar yetersiz kalmıştı. Fakat Mammadov konusundaki tutumu Azerbaycan’ın Avrupa Konseyi üyeliğinden atılma noktasına getirdi ve ancak o zaman Mammadov serbest bırakıldı, hakkındaki suçlamalar düşürüldü. Türkiye açısından henüz böyle bir durum yok ama gerek Demirtaş gerekse Kavala kararlarını uygulamamak, Türkiye’yi de Konsey’den atılma noktasına getirebilir.
DEMİRTAŞ’LA İLGİLİ HUKUKİ SÜREÇ BİTTİ, BUNDAN SONRAKİ SİYASİ SÜREÇ OLACAKTIR
AİHM 20 Kasım 2018’de de Demirtaş’ın tahliye edilmesi yönünde karar vermişti. Büyük Daire’nin kararıyla önceki karar arasında nasıl bir fark var?
2018’de verilen Daire kararı, Büyük Daire nezdinde itiraza açık olduğu için Türkiye o zaman “bu kesin karar değil, uymak zorunda değiliz” demişti. Gerçi Erdoğan “karşı hamle yapar, işi bitiririz” demişti ama AKP’li hukukçular aynı zamanda Büyük Daire’ye itirazda da bulunmuşlardı. Öte yandan o zamanki kararın uygulanmaması da kabul edilemezdi. Çünkü temel hak ve hürriyetlere, hele kişi özgürlüğüne ilişkin meselelerde, tahliye kararı verildiği anda, davayla ilgili kararın sonuçlanması beklenmeksizin uygulamaya gidilir. Türkiye’de de mahkemeler tahliye kararı verdiği an, yargılama sonucunun kesinleşmesine gerek kalmadan, karar hemen UYAP üzerinden cezaevine iletilir ve kişi o gün içinde serbest bırakılır. Aynı şey AİHM’in 2018 kararı için de geçerliydi ama uygulanmadı. Fakat şu an AİHM Büyük Daire’nin verdiği karar, mahkemenin kesinleşmiş kararıdır. Yani Türkiye’nin bu karara karşı hukuken üretebileceği hiçbir argüman yoktur. Hukuki süreç tamamlanmış, bitmiştir. Bundan sonraki siyasi süreç olacaktır.
Peki AİHM Büyük Daire’nin kararları itiraza açık mı?
Bilakis bu kararlar kesin ve bağlayıcıdır. Uygulanmaması, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılmasıyla sonuçlanabilir. O prosedür de, Büyük Daire’nin kararından sonra başlar. Dolayısıyla Demirtaş birkaç güne tahliye edilmezse, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvuru yapacağız. Komite de başvurumuzu ilk toplantıda gündeme alacaktır.
Bakanlar Komitesi’nin olası kararı ne olur?
Demirtaş kararının uygulanması konusunda Türkiye nitelikli takibe alınacaktır.
Nitelikli takip ne demek?
Türkiye’nin periyodik olarak bu kararı uygulaması konusunda uyarılmasından söz ediyoruz. Hatta Bakanlar Komitesi, siyasi bir baskı oluşturmak için toplantısını Türkiye’de de gerçekleştirebilir. İş zaten artık yargıdan çıktı, yargı kararını verdi. Bakanlar Komitesi’nin kararları zorla yerine getirtme gücü yok. O nedenle iş, siyasi baskı mekanizmalarını kullanarak kararı uygulatmaya kalacak.
İKTİDARIN İSTEĞİ, DEMİRTAŞ’A 30-40 YIL HAPİS VERİLİP YARGITAY’DAN ONANDIKTAN SONRA AİHM’İN DOSYAYA BAKMASIYDI
Erdoğan, AİHM kararının iç hukuk yolları tüketilmeden verildiğini söylüyor…
Bu çok yanlış bir argüman. AİHM’e başvuru yapabilmek için olağan iç hukuk yollarını tüketmek gerektiği doğru ama biz zaten bunu yaptık. 2016 yılının 4 Kasım’ında sayın Demirtaş’ın tutukluluğuna itiraz ettik. Bu itirazımız mahkemece reddedildikten sonra iç hukukta gidebileceğimiz tek yer olarak Anayasa Mahkemesi kalmıştı. Fakat Anayasa Mahkemesi de itirazımızı reddedince, yani iç hukuk yolları tüketilince ancak, AİHM’e gittik. Fakat iktidarın istediği şey, AİHM’in biraz daha beklemesi, o sırada Demirtaş’a 30-40 yıl hapis cezası verilmesi, Yargıtay’ın da bunu onaması ve ondan sonra AİHM’in dosyaya bakması. Oysa biz zaten iç hukuk yollarını, gözaltına alma ve tutuklama bağlamında kullanarak tükettik. Eğer yarın Demirtaş’ın yargılamasına devam edilir ve bir gün bile hüküm alırsa, o hükmün temyizi sonrası Anayasa Mahkemesi’ne, oradan da AİHM’e tekrar gitme hakkımız var. Ama dediğim gibi, tutukluluk konusunda biz tüm yolları tükettikten sonra AİHM’e gittik ve mevcut karar çıktı.
Peki AİHM sürecinde Türkiye tarafı, Erdoğan’ın dile getirdiği “iç hukuk yolları” meselesini mahkemeye sunmadı mı?
Elbette bu argümanları da kullanmak istediler. Fakat asgari hukuk bilgisine sahip olanlar Demirtaş aleyhine savunma yaparken bile bu kadar komik şeyler söylemediler. İç hukuk yollarını tüketmediniz diyemediler. Ama birtakım itirazları olmuştu. Örneğin uzun tutukluluk bağlamında, tutukluluğun bir kısmı açısından iç hukuk yollarının tüketilmediğine, zira AYM’nin başvuru derdestinin hâlâ sürdüğüne ilişkin teknik itirazları vardı. Fakat tüm bu meseleler AİHM’ce tartışıldı, bu yönlü itirazların tamamı reddedildi ve o şekilde karara varıldı. Kararda tüm bu itirazlara da cevap veriliyor.
Yargılama sürecinde Demirtaş’ın avukatları olarak nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Avukatları olarak temel motivasyonumuz Sayın Demirtaş’ın haklılığından kaynaklanıyordu ve kendisine sadece avukatlık değil, aynı zamanda yoldaşlık da yaptık. Demirtaş bizim için, Türkiye için değerli bir siyasetçi. O nedenle dosyada ileride karşımıza çıkabilecek tüm olasılıkları hesap ederek, hiçbir açığa, bahaneye mahal bırakmayacak titiz bir çalışma yürüttük.
AİHM KARARI, TÜRKİYE’NİN ÇALIŞMADIĞI YERDEN GELDİ
Muhtemelen dosyada bir açık olsaydı, örneğin iç hukuk yolları tüketilmeseydi, AİHM tıpkı Roboskî’de olduğu gibi Türkiye lehine karar verecekti…
Kesinlikle öyle! AİHM bu konuda çok acımasız. En ufak bir açığı tolere etmez. Roboskî gibi davalarla ilgili kararlar ayrı tartışma konusu tabii. Nitekim başta Roboskî olmak üzere çeşitli dosyalarda başvuruları düşürmesi, AİHM’in ciddi bir itibar kaybına neden oldu.
AİHM’in kararından sonra Demirtaş’ın bir nevi kâğıt üstünde tahliye edilip hemen arkasından başka bir suçlamayla tutuklanabileceği ve sizin tekrar iç hukuk yollarını tüketmeniz gereken yeni bir süreç başlatılabileceği, böylece AİHM kararının hükümsüz kılınabileceği yorumları yapıldı. Bu mümkün mü? AİHM kararı bu riski de öngörüyor mu?
Bu soru çok güzel ve önemli bir soru. AİHM’in Demirtaş’ın serbest bırakılmasına ilişkin 20 Kasım 2018 tarihli ilk Daire kararı açıklandıktan sonra Cumhurbaşkanı “karşı hamle yaparız” demişti. Nitekim o dönemde karşı hamleler yapıldı, Demirtaş’ın başka bir suçtan aldığı ceza onandı. Ama Büyük Daire’de 18 Eylül 2019 tarihinde duruşma yapılacağı anlaşıldı. Bu duruşmaya 16 gün kala AİHM ilk Daire kararını yerine getiriyorlarmış gibi yapıp Demirtaş’ı dosya üzerinden tahliye ettiler. Büyük Daire önünde duruşmaya çıktığımızda Demirtaş tutuklu değil, başka bir suçtan hükümlüydü. Nitekim Büyük Daire’de Türkiyeli yargıç Saadet Yüksel’in de hatırlatmasıyla o argümanı kullanmaya başladılar. Yani “Demirtaş şu an Büyük Daire’de görülen dosyadan tutuklu değil, başka bir suçtan tutukludur, o yüzden aslında bu iddialar geçersizdir, düşürülmelidir” gibi itirazlar geliştirildi. Büyük Daire duruşmasından iki gün sonra Sayın Demirtaş’ı 6-8 Ekim meselesi üzerinden yeniden tutukladılar.
Yani?
İkinci tutuklama ile “Demirtaş ilk tutuklamadan dolayı AİHM önüne gitmişti, şimdi ise başka bir karardan dolayı tutuklu” argümanını daha o zamandan, yani 20 Eylül 2019 tarihinden itibaren hazırlamaya başladılar. Biz bunun farkındaydık ve hem iç hukukta, hem de AİHM Büyük Dairesi’ne sunduğumuz onlarca beyanımızda bunu izah ettik. Dedik ki, “ilk tutuklamanın saiki ne ise, ikinci tutuklamanın saiki de odur. İleride Büyük Daire’de verilecek karardan sonra, bu karar birinci tutuklamaya ilişkindir, şimdiki ikinci tutuklamayı kapsamıyor deyip, Demirtaş’ı rehin tutmaya devam edecekler” dedik. Nitekim AİHM optimal bir isabetle bunu çok iyi gördü, bu fotoğrafı çok iyi çekti ve ilk tutuklama ile ikinci tutuklamanın aslında birbiriyle ilintili olduğunu, tek parça olduğunu, yegane amacının Demirtaş’ın tahliye olmamasını sağlamak olduğunu görerek Demirtaş’ın ikinci tutukluluğu ile ilgili derhal serbest bırakılma kararı verdi.
Yani AİHM’in son kararı, Türkiye’nin çalışmadığı yerden mi geldi?
Evet, tam olarak öyle oldu. Evdeki hesap çarşıya uymadı.
AİHM KARARI BUNDAN SONRAKİ YARGILAMALARDA DA DEMİRTAŞ İÇİN KORUYUCU ŞEMSİYE OLACAK
Peki AİHM’in son kararını uygular gibi yapıp, Demirtaş’ı tahliye edip üçüncü kez tutuklayamazlar mı?
Hayır, hukuk yoluyla bunu yapamazlar. Çünkü Demirtaş’la ilgili verilen ihlâl kararının en önemli yanı, birinci ve ikinci tutuklaması da dahil olmak üzere, maruz kaldığı bütün yargısal cenderenin siyasi saikle yapıldığına ilişkin tespitidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. Maddesi’ni ihlal kararı, ilgili ülkenin yargısı açısından gerçekten ciddi bir sabıka kaydıdır. Bu sabıka bir kere oluştuktan sonra, sabıkalı insanın göreceği muamele neyse, Türkiye de bu saatten sonra Demirtaş’a ilişkin yeni olumsuz tasarruflarda aynı muameleyle karşılaşacaktır. 18. Madde’den verilen ihlal kararı bundan sonrası için de Demirtaş için koruyucu bir şemsiye olacak.
Diğer yargılamalar konusunda da mı?
Gayet tabii. Sayın Demirtaş’ın tutuklu olduğu ilk ve ikinci tutukluluğuna ilişkin AİHM kararını tartışıyoruz ama bu karar örneğin Mersin Ceza Mahkemesi’nde cumhurbaşkanına hakaretten yargılandığı dosyayı da kapsıyor. Çünkü AİHM diyor ki, cumhurbaşkanı siyasi rakibini ekarte etmek için yargıyı kullandı. Buradaki temel motivasyon sadece Demirtaş değil, aynı zamanda HDP, seçilmişler… Yakın zamanda AİHM kararının çevirisi bitirilip kamuoyuyla açıklandığında, ne kadar bütünlüklü bir tahlil yapıldığı görülecek. Kararın, Demirtaş’ı bu saatten sonra yargı eliyle maruz kalacağı her türlü tasarruftan koruyucu bir etkisi olacak. Hatta ve hatta bundan sonra gerçekleşebilecek üçüncü, dördüncü bir tutuklama kararında iç hukuku tüketmeden, derhal AİHM’e başvurumuz bile söz konusu olabilir ve AİHM bunu kabul eder. İddia ediyorum, Mahkemeye gitmeden direkt Bakanlar Komitesi’ne yani icra organına gitme hakkımız bile var.
AİHM KARARI, SİYASİ YARGI KARARLARINA HUKUKİ BİR REDDİYEDİR
İktidarın, Demirtaş’a olası yeni kararlara karşı da bağışıklık kazandıran AİHM kararının siyasi olduğunu söylüyor. Sizin buna yanıtınız nedir?
AİHM’inki, bir siyasetçinin siyasi saikle, yargı üzerinden cezalandırılmasına yönelik bir karardır. Yani siyasi olan AİHM’in değil, Türkiye yargısının kararlarıdır ve AİHM de buna işaret ediyor. AİHM’in yargı konusu yaptığı şey, Türkiye’de otoriter bir rejim tesis ederken “seni başkan yaptırmayacağız” diyen etkili bir muhalif siyasetçiyi ve onun temsil ettiği partiyi tasfiye etmeye dönük yargı eliyle yürüttüğünüz çabanın kendisidir. AİHM’inki, siyasi yargı kararlarına hukuki bir reddiyedir.
Tekrar soracağım ama, Demirtaş’ın mevcut AİHM kararı kapsamında tahliye edilip, evine gönderilip, ertesi gün başka bir davadan tutuklanması önünde nasıl bir engel var?
AİHM’in 18. Madde'den vermiş olduğu ihlâl kararı bundan sonra siyasi saikle Demirtaş’a yönelebilecek her türlü tasarrufu kapsıyor. Dolayısıyla AİHM açısından Demirtaş’ı tahliye etmemeniz ile tahliye edip yeniden başka bir dosyadan tutuklamanız arasında bir fark görülmüyor. Zira bu, iktidarın politik, siyasal amacını daha net bir şekilde ifşa etmenin dışında anlam ihtiva etmez.
DEMİRTAŞ KARARINI, KRİZİ FIRSATA ÇEVİREBİLDİKLERİNİ DÜŞÜNDÜKLERİ AN UYGULAYACAKLAR
Peki karara yönelik Erdoğan’ın, İçişleri Bakanı’nın açıklamalarını nasıl okuyorsunuz?
Onların açıklamaları bundan sonra olabileceklere ilişkin fikir veriyor. Ama Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği Bakanlar Komitesi, AİHM ve tüm dünya kamuoyu da bu açıklamaları dikkatle takip ediyor. Öte yandan devlet olmanın gereği, uluslararası taahhütlerin arkasında durmaktır. Cumhurbaşkanı gelip geçici bir kamu görevlisidir ve Türkiye’nin hukuki geleceğini bir beka sorunu haline getirmesine hakkı yoktur. Mesele sadece Demirtaş’ın hapiste olup olmaması değil, Türkiye’nin neredeyse Avrupa Konseyi’nden atılmasıyla sonuçlanabilecek bir süreçtir. Bir siyasi rakibinizi hapiste tutmak adına Türkiye’ye bunu yapabilir misiniz?
Neden olmasın?
Buna çok ihtimal vermiyorum. AİHM’in Demirtaş kararına uyacaklar. Uymak zorundalar. Fakat öyle sanıyorum ki, krizi fırsata çevirebileceklerini düşündükleri anda bunu yapacaklar. Yani tıpkı tutuklanması gibi, Demirtaş’ın tahliyesi de ancak siyasi bir karar olur.
Bu karar yılları alabilir mi?
Sanmıyorum. 2021 yılı gündemi çok yoğun. Önümüzdeki yılın başında AB Bakanlar Komitesi’nin toplantısı olacak ve o zamana kadar Demirtaş tahliye edilmemiş olursa, bu mesele orada da gündeme gelecek. Keza yine Mart ayında Türkiye’ye ilişkin yaptırımların tartışılacağı bir AB toplantısı olacak. İktidarın Demirtaş ve Kavala dosyaları üzerinden nasıl bir pazarlık başlığı açacağını bilmiyoruz ama bu gündemden kaçamazlar. Dolayısıyla çok sürmez, Demirtaş serbest bırakılacak.
Şu anda Demirtaş hakkında derdest olan kaç tane kovuşturma, devam eden kaç tane soruşturma var?
Buna yanıt vermek gerçekten çok zor. Parça parça iddialar, fezlekeler, iddianameler üzerinden gidersek farklı sayılar vermek gerekecek. Süreç, Demirtaş’la ilgili 96 tane ayrı fezlekeyle başlamıştı. Sonra bunların 33 tanesi tek bir iddianame haline getirildi ve Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren ana dosyaya dönüştü. Sonra o ana dosyayla 7-8 ayrı Ağır Ceza Mahkemelerinde açılan dava dosyaları gelip birleşti. Dolayısıyla orada şu an tek dosya gibi görülen, 40-41 adet farklı suçlama ve davayı içeren bir dosya var. Keza yine Mersin Asliye Ceza Mahkemesi’nde birleştirmeler yoluyla son hali verilen bir ana toplu dosya var. O da 15 adet dosyadan oluşuyor ve “cumhurbaşkanına hakaret” ile “devlet organlarını alenen aşağılama” suçlamaları içeriyor. Kimi dosyalar birleştirilirken, kimileri de ayrıştırılıp ayrı davalara dönüştürülmüş durumda. Rakamlar sürekli değişiyor. Ama özetle şu an 8 derdest dosya görünüyor ama bu dosyaların içinde 63 tane dava var.
SIRF DEMİRTAŞ’A KARŞI İŞLEYEN AYRI BİR DEVLET MASASI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM
Bunca davayı, dosyayı, iddiayı oluşturmak da büyük mesai gerektiriyor, değil mi?
Türkiye yargısında, sadece Demirtaş’a karşı yürütülen mesai inanılmaz. Mesele sadece mahkemelerle sınırlı değil. Bunca veriyi toplayan kolluk, emniyet, jandarma, istihbarat birimleri… Bırakın HDP’yi, sırf Demirtaş’a karşı işleyen ayrı bir devlet masası olduğunu düşünüyorum. İnanılmaz bir organizasyon var. Normalde altı aydan önce tamamlanmayan yargısal bazı prosedürler, Demirtaş karşı söz konusu olduğunda birkaç gün içinde çarçabuk hallediliyor. Merkezi bir el, bu işi çok sıkı ve organize biçimde takip ediyor.
AİHM’in Demirtaş kararından saatler önce, DTK Eş Başkanı ve Hakkâri eski milletvekili Leyla Güven, Demokratik Toplum Kongresi faaliyetleri de suç sayılarak 22 yıl 6 ay hapis cezasıyla tutuklandı. AİHM’in Demirtaş kararında DTK faaliyetlerine de atıf yapıldığı biliniyor. Dolayısıyla AİHM kararının DTK davalarına nasıl bir etkisi olur?
Demirtaş kararının en büyük etkisi bence oralarda olacak. Çünkü karar esas önemini gerekçesindeki olgusal tespitlerden alıyor. Bunlardan bir tanesi de Demokratik Toplum Kongresidir. AİHM Büyük Dairesi durup dururken DTK’yı tartışmıyor. Çünkü Demirtaş’ın örgüt üyeliği suçlaması iki ana unsura dayanıyor. Birisi DTK faaliyetleri, diğeri de HDP yetkilileri, belediye başkanlarıyla vs, yaptığı telefon konuşmaları ile başkaca birkaç husus. Bir kere AİHM, DTK’nın sivil bir organizasyon olduğunu net olarak ortaya koyuyor. DTK’nın örgütle herhangi bir illiyet bağının somut olarak ortaya konulamadığını söylüyor. Dolayısıyla hem DTK’nın sivil bir oluşum olduğuna vurgu yapılıyor hem de Demirtaş’ın DTK kongrelerinde yaptığı konuşmaların siyasi ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtiliyor. Aynı zamanda DTK üzerinden bir yorumla örgüt üyeliğine varılabilmesinin mümkün olmadığı vurgulanıyor. Bu sadece Demirtaş’ı değil, binlerce siyasetçiyi ilgilendiriyor.
AİHM KARARI, LEYLA GÜVEN GİBİ BİRÇOK İSMİN DURUMUNU DA İLK ELDEN ETKİLEYECEK
Nasıl yani?
Selma Irmak, Leyla Güven gibi birçok seçilmiş milletvekillerinin ceza aldığı dosyalar da var. O açıdan AİHM kararı, hepsinin hukuksal statüsünü, durumunu, birebir ilk elden etkileyecek bir karar.
Bir de Demirtaş’a yönelik 6-8 Ekim olaylarını teşvik suçlaması var…
Demirtaş’ın, HDP MYK’sının 6 Ekim 2014 tarihinde attığı iki tweet nedeniyle tutuklu olduğunu hepimiz biliyoruz. AİHM şunu net bir şekilde ortaya koyuyor: Birincisi 6-8 Ekim olayları ile, 6 Ekim akşamı HDP MYK’sı tarafından atılan tweetler arasında bir illiyet bağı, sebep-sonuç ilişkisi yoktur ve bunun üzerinden bir cezai sorumluluk tesisi mümkün değildir. AİHM kararının ikinci tespiti ise, HDP MYK’sınca atılan tweetlerin içeriği itibariyle şiddete çağrıyı içermediği, sadece ve sadece barışçıl protesto çağrısı olduğu yönündedir. Oysa sadece Demirtaş değil, Figen Yüksekdağ, Ayhan Bilgen ve ismini sayamayacağım 24-25 kişi, bu suçlamayla tutuklu. Keza 2020 içerisinde aynı dosya kapsamında bir dolu insanı aldılar hepsi tutuklu. Bir dolu insan da bu suçlamalardan dolayı aranıyor. O dosya halihazırda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında soruşturma aşamasında, bir davaya dönüşmedi. Bu suçlamalar AİHM kararı doğrultusunda düştüğü için, Demirtaş’ın serbest bırakılması yetmez, yine Demirtaş gibi diğer tutuklu kişiler için de salıverilme ve takipsizlik kararı verilmesi gerektiğini söylüyoruz.
İktidar başından beri 6-8 Ekim olaylarında 53 kişinin hayatını kaybetmesinden HDP’yi ve Demirtaş’ı sorumlu tutuyor. Buna karşın sizce HDP ve insan hakları örgütleri 6-8 Ekim olaylarında hayatını kaybedenlerin faillerinin ortaya çıkarılması, olayların aydınlatılması, iktidarın argümanlarının bertarafı konusunda yeterli çabayı sarf etti mi?
Maalesef hayır. Bu konuda hem baro gibi örgütlü yapıların, hem insan hakları örgütlerinin hem de siyaset kurumlarının yeterli bilimsel araştırmalar yapamadığını, raporlar hazırlayamadığını biliyoruz. Ama bunu da mevcut baskı ortamından bağımsız ele alamayız. Öte yandan devlet olmanın, bağımsız yargı olmanın gereği, devlete sahip çıkmak kadar vatandaşa da sahip çıkmayı gerektirir. Devlet ve onun araçları vatandaşın hakkını, hukukunu korumakla yükümlüdür. 6-8 Ekim olaylarında 53 vatandaş hayatını kaybettiği halde savcılıklar görevlerini hakkıyla yaptı mı? Öldürülen 53 kişi için soruşturma yapılıp deliller toplandı mı? Bu ölümlerle ilgili davalar açıldı mı? Hayır. Sadece belirlenmiş bazı isimleri için bu süreç işletildi ve maalesef o büyük acılar da iktidarın siyasi hamlelerinin birer aracına dönüştürüldü.