Malatya belirsizlikler içinde: Nasılsa bir dahaki depremi görmeyiz

Yeter ki bina yıkılmamış olsun, müteahhit ve yerel sorumlular, yeni binalar, yeni rantlar için kurtarılıyor. Nasılsa bir sonraki depremi görmeyiz diye düşünüyorlar ve halkı da böyle yönlendiriyorlar.

Abone ol

Nurettin Öztatar

Depremin üzerinden 5,5 ay geçti. Depremin etkilediği bölgelerde yaşayanlar “kaderlerine” razı biçimde yaşamlarını sürdürüyorlar. Önümüz kış. Kışı nasıl geçirecekleri konusunda kimse bir şey bilmiyor. Bir tarafta “Bir şey olur”, “Bir şeyler değişir” umuduna tutunanlar, diğer tarafta “Allah beterinden saklasın, şükür yaşıyoruz” inancına teslim olanlar… Üstelik herkes, bir yılda bitirileceği iddia edilen konutların bitmeyeceğini, hak sahiplerinin yüzde beşini bile bulmayacak şekilde yapılan konutların yerel seçim şovu için hazırlandığını biliyor. Herkes umuyor, herkes bekliyor ama birkaç yıl daha eski hayatlarına dönemeyeceklerinin de farkında. Şimdilik olmayan ise 40 yıldır yok olması için uğraşılan mücadele kültürü. Nasıl olsun ki… En “ilerici” görünenlerin ağzından bile hukuki mücadele dışında bir söz duyan yok. Mücadeleden uzak olanlar sadece yurttaşlar değil. Solcusu, sağcısı, partisi örgütü bütün “sivil” kurumlar –bunlara “sosyalistler" de dahil– olan bitenin ne kadar kötü olduğunu, ülkeyi daha kötü günlerin beklediğini söylemek dışında en küçük bir kıpırdanma belirtisi göstermiyor. Bu yaklaşım belirsizliği pekiştirdiğinden, halkın harekete geçmesinin önüne geçiyor. En “radikal”, düzen karşıtı örgütler bile bütünüyle kendiliğindenliğe, son 10 yıldır olağanlaşan siyasi kültüre teslim olmuş durumda. Varlıklarını muhafaza etmek, “göstermek” dışında bir öncelikleri, planları yok.

Ne yapacağını bilemeyenler, belirsizlik içinde yaşayanlar arasında “Allah’ın takdiri” söylemi de bu hareketsizlikte daha etkili oluyor. Cennet var, cehennem var, “öteki dünya” var; sabredelim ve şükredelim. Son 40 yılda etkili olan ve mahallelere kadar yayılan cemaatler ve tarikatlar da bir yandan bu düşünceyi yayıyor diğer yandan oluşacak yeni ranttan paylarını alma peşinde koşuyor.

BÖLÜNME HEM SOSYOLOJİK HEM SİYASİ

Seçimler sonrasında, sırf kendi istedikleri partilere ve adaylara oy vermedi diye deprem bölgesinde yaşayanlara küfreden, onları aşağılayan tuzu kuru küçük burjuvalara –ki tamamı kendi kişisel çıkarlarının ve rahatlarının peşindedir– öfkelenen pek yok ama bir kırgınlık olduğunu söyleyebiliriz. Toplumun sınıf temelli gerçek bölünmesinin üzerini örten bu “siyasi” bölünme, sorunların çözülmesini zorlaştırıyor. Bu “sosyolojik” bölünme kent içinde de etkili. Mezhep farklılığı, yapılan değerlendirmelerin, söylenen sözlerin de içeriğini belirliyor.

Seçim sürecinde Kılıçdaroğlu’nun vatandaştan tek bir kuruş almadan konutları yapacağını açıklamasının da bölgeye ulaştığını söylemek zor. Bilenler de yeterince inandırıcı bulmamış. İktidar propagandası bu konuda da daha etkili olmuş. Ancak, tarikatların etkisinde “körleşenler” dışındaki Malatyalıların iktidardan memnun olmadığı hissediliyor. Özellikle Büyükşehir Belediye Başkanının depremin hemen ardından insanlara kenti terk etmelerini söylemesi tepkilere neden olmuş. AKP’li milletvekillerinin sevildiğini de söylemek zor.

Depremde yıkılan Malatya Öğretmenevi’nin önünden bir duvar yazısı.

DEPREM PLANI YOK AMA RANT PLANI HAZIR

Yurttaşların geleceklerini teslim ettiği siyasetçiler oyalamaktan başka bir şey yapmıyor. Projeler havada uçuşuyor. Bütün projeler halkı daha da borçlandırmak ve inşaat rantçılarını beslemek üzerine. Üstelik özellikle kent merkezinin nasıl yapılacağı da belirsiz. Kimsenin mağdur edilmeyeceği iddia ediliyor ancak özellikle altyapının düzenlenmesi, dar cadde ve sokakların genişletilmesi için bir çalışma yapılıp yapılmayacağını bilen yok. Kent merkezindeki, özellikle çarşı merkezden başlayıp Sıtmapınarı’na kadar devam eden Niyazi Mısri Caddesi üzerindeki yapıların depremin üzerinden bir ay geçmeden hızla yıkılmaya başlanması ise başka bir rant planının önceden hazırlandığının göstergesi.

Örgütlü bir tepkinin olmaması, siyasetçilerin her gün başka bir yalan söyleyebilmesini de sağlıyor. İnsanları yıllardır iliklerine kadar sömürenler göstermelik hayırseverlik şovları yapıyor. Alelacele ağır hasar raporu verilen çok katlı binalar birer birer az hasarlıya çevriliyor. Tek kriter var, müteahhidin yandaş olup olmaması. Yeter ki bina yıkılmamış olsun, müteahhit ve yerel sorumlular, yeni binalar yapmak ve yeni rantları paylaşmak için kurtarılıyor. Nasılsa bir sonraki depremi görmeyiz diye düşünüyorlar ve halkı da böyle yönlendiriyorlar. Bir de ‘herkes konutunu komşularıyla anlaşıp kendisi yapsın, biz de biraz para verelim’ uyanıklığı; yani bunda da sorumluluğu depremzedeye yıkma acımasızlığı.

Yıkılması gereken binalar da öyle hızlı (!) yıkılıyor ki, bu hızla yıkım ve enkaz kaldırma en az 5 yıl sürecek gibi görünüyor.  Bu yavaşlığa rağmen şehir merkezi toz içinde. Yıkımlar sırasında tankerlerden enkazın üzerine püskürtülen su yetersiz, zehirli tozlar havaya karışıyor.

Yavaş ilerleyen yıkımlar sırasında alınan önlemler yetersiz. Kent merkezi toz içinde kalıyor.

MANAS GEÇİCİ KONAKLAMA YERİ 

Geçtiğimiz ay Malatya’daydım; “çadır nöbeti” için. Kent merkezini dolaşma fırsatım da oldu. Yıkılan, yıkılacak binalara bir kez daha baktım. Söylenmek dışında bir şey yapmayan esnafı dinlemeye çalıştım. Çadırda ya da konteynırlarda kalanları gözlemlemeye çalıştım. Bir “konteyner kent” çevresini, içini keşfetmeye çalıştım. Çok değil 10-15 yıl önce “ne güzel konutlar yapılıyor” denilen Manas Evleri’nin hemen önünde kurulmuştu konteynırlar; AFAD, bir kişi-şirket ve bir belediye işbirliğiyle. Çocukların düşünüldüğünü söylemek zor, bütün alanın zeminine kilit taşları döşenmiş. İlginç bir şekilde konteynır kente de Manas Geçici Konaklama Yeri adı verilmiş. O “görkemli” binalar boş, konteynırlar dolu.

Yapımı sırasında rant tartışmalarına neden olan, pek çok usulsüzlükle gündeme gelen konutlar şimdilik boş ama kısa süre içinde sağlam raporları verilmeye başlanırsa kimse şaşırmayacak. Bu konutlar tarım alanlarına yapıldı. Yakın zamana kadar kayısı bahçeleriyle çevrili bölgede, kayısı zamanı olmasına rağmen dalından tek bir kayısı yiyemeyeceğiniz çorak bir yere dönüştü kısa sürede. İşte bu bölgenin yapılaşmaya açılması tartışmalara neden olmuş, dönemin belediye başkanı hakkında soruşturmalar açılmış ama AKP-Cemaat işbirliğiyle bir anda bütün usulsüzlüklerin üzeri örtülmüştü. Rantçılar rantçılıklarıyla kalmıştı. Sonra o binalar deprem sonrasında boşaldı. Önce ağır hasarlı dendi, konutlarda oturanlar kapı-pencereler dahil evde bulunan “demirbaşlarını” kurtarıp yok pahasına satmak zorunda kaldılar ancak daha sonra binalar orta hasara çevrildi. Gerçek hasar durumunu muhtemelen hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz ama şimdi tamiratlar başlamış durumda. Tamiratlar sürerken içinde oturamadıkları dairelerini satmak isteyen konut sahiplerinin sayısı da her geçen gün artıyor.

Bu oturulamaz durumda olan çok katlı binaların yanı başında ise binlerce konteynırdan oluşan bir konteynır kent. Lüks, şatafatlı Manas Evleri yerine Manas Geçici Konaklama Yeri. Siyasetin kimler için yapıldığının daha net bir kanıtı olabilir mi?

Anlaşılan halk deprem travmasını atlatamasın diye hasarlı binaların yanına konteynır kent kuruluyor.

Bu zorluklar içinde bile insanların devleti kutsamaya devam etmesi ise siyasette ve kültürdeki 40 yıllık bozulmanın, insanların kolektif çıkarlarına yabancılaşmasının eseri olsa gerek. Ayrımsız herkes için geçerli bir gerçek bu.