Demokrasiler kendi sonlarını getirecek virüsü bünyelerinde mi taşıyorlar? Elmanın içindeki kurt. Yeni model çıkınca akıllı telefonun işlem hızını düşüren yazılım özelliği. Putin, Şi. Daha ufaraklardan Orban, Duterte. Güney Amerika’dan iki deste pehlivanı Morales, Maduro. Demokrasinin demokratörlüğe dönüşmesi kaçınılmaz mı?
Dünyamızda iki küresel savaş arasındakini andıran bir heyula mı dolaşıyor? Yakından uzaktan, Ermenistan, Malezya ve İtalya’da gerçekleşen son gelişmelere 24 Haziran seçimi bağlamında biraz bakmakta yarar var. Sayın Kılıçdaroğlu’nun yerinde tanımıyla: “yol ayrımı”. Aciz bendenizin öngörüsüyle “tamam mı, devam mı” referandumu.
Tocqueville büyüğümüz demokrasi, had safhada merkezileşmiş ve her zaman her yerde var olan bir hükümet biçimine bürünecek bir yeni despotluğun tohumlarını kendi içinde barındırdığı cihetle, zoraki kendi zıddına dönüşeceği tarihsel anı öngörmüş. Ne zamandan? Ta on dokuzuncu yüzyıl ortalarından.
Churchill ise II'nci Dünya Savaşı sonrasında yakın geçmişine dönüp zaferle bakarken, çağdaşı Orwell yakın geleceğe bakıp dehşete kapılmış. İlki anılarını yazıp Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken, ikincisi 1984 distopyasıyla (kendi ömrü vefa etmese de) belki yirminci yüzyılın en derin etki bırakan romanını yazmış. Yargısız tutukluluk halinin totaliter devletin başat niteliği olduğunu söylemiş Churchill.
Dönelim kendi yol ayrımımıza. Bizim aramızda da 24 Haziran sonrası olasılıkları değerlendirirken, Avrupa Birliği’nin düştüğü hallere, Rusya ve Çin’in karanlık yüzüne bakarken “mücrim gibi titreyenler” az değil. Haksız da değiller: Hele Tocqueville, Churchill, Orwell’in tahayyül edemeyeceği teknolojik gelişmeler yaşanmış, artan ivmeyle yaşanıyorken.
Fakat bir de önceden kestirilemeyecek bir şey var insanın hamurunda. Yine Orwell bunu “kör ve akılsız” bitkinin mutlaka gün ışığına ulaşmak için sürekli büyümesine, dallanıp budaklanmasına benzetmiş. Tam açıklamak mümkün değil belki. Gürcistan’da gece kulüplerine yapılan baskınların ardından binlerce kişinin meclis önünde toplanıp açık hava partisi düzenlemesi gibi gümbür gümbür.
O Gürcülerin arasında alnına “özgürlük” diye dövme yaptırmış birinin fotosunu gördüm. Hangi totaliter devlet, hangi tek adam bu güdünün önüne geçebilir? Tiananmen’de tankların önüne elinde alışveriş torbasıyla tek başına kalem gibi dikilen isimsiz kahramanı anımsatıyor. Diğer komşumuz Ermenistan da umut verdi.
Paşinyan diye bir eski gazeteci “parçası” çıktı, hükümeti de, meclisi de silkeledi. Elde megafon, meydanları, kaldırımları arşınlayarak yaptı bunu. Yine aciz bendenizin, kim kazanırsa kazansın, koluna girip Türkiye’ye, kendi ülkesine geri getirsin önerisinde bulunduğum Dr. Daron Acemoğlu’nu ilk iş Ermenistan’a davet etti. Buna “Gezi Formülü” diyelim.
Malezya’dan başka iyi haber var. Oradaki de biraz “Abdullah Gül formülü” oldu diyelim. Ama neyse ite dürte oldu işte. Altmış yıllık iktidar el değiştirdi. Ülkenin yolsuz başbakanı Necip Rezak tüyemeden, yurtdışına seyahat kısıtlaması getirildi. Doksan iki yaşındaki Mahathir Muhammed geri geldi.
İtalya’da ise seçimler 4 Mart’ta yapılmıştı. Kimilerine göre popülist, kimlerine göre sol dönüşümcü Beş Yıldız Hareketi güçlü çıktı. Nativist, oportünist yahut düpedüz ırkçı da denilen Kuzey Ligi de. Şimdi bu ikisi koalisyon hükümeti kurma aşamasında. Benzeri, komşumuz Yunanistan’da Syriza ile milliyetçi Bağımsız Helenler arasında 2015’te kurulmuştu. Pekiyi bun(lar)a ne formülü demeli?
Veya bırakalım Ermenistan, Malezya, İtalya, Yunanistan’ı, biz kendi ülkemizde 25 Haziran’da yepyeni ve çok parçalı bir TBMM dağılımında hangi olasılıkları konuşacağımızı şimdiden düşünüyor muyuz? Ötesi, Sayın İnce’nin avukatlara 24 Haziran gecesi için “cübbelerinizi hazırlayın” çağrısı. Ya sonrası?
Muhalefetin amacı parlamentoyu yeniden işler kılmak. Meclise işlevini yeniden kazandırmak. Ama bunun karşısında da sanki demokrasi işliyor-muş gibi yaparak, “parlamentarizm” kapanına kısılmak var. Yani daha Türkçesi, her salı karşımıza çıkan grup müsamereleri. Ekşi anısı, 7 Haziran sonrası muhalefetin meclis başkanını seçtiremeyişi.
Velhasıl, işin salon ucu ayrı, saha ucu ayrı dert. Eh, siyaset yan gelip yatma yeri değil. Seçimden seçime parça başı siyaset olmuyor, gördük. Şu kısa, daha taze başlayan seçim kampanyası döneminin tadını da aldık. Birileri "tamam", başkaları "devam" diyecek, yol ayrımına geldik, onu da anladık. Ama hepimiz birlikte, her koşulda "siyasete devam" diyecek miyiz?